Tank Palet Fabrikası’nın işletme hakkını, "50 milyon dolar yatırım gerektiriyor" diye devreden Türkiye Cumhuriyeti, bir simit fırınını devletleştirdi!
Fıkra gibi ama aynen vaki!
Ziraat Bankası, zarar eden Simit Sarayı’nın yüzde 51’ini devralmak için Rekabet Kurulu’na başvurdu.
Simit Sarayı’nın hisselerini devralacak olan kuruluş, Ziraat Bankası’nın geçtiğimiz yıl kurduğu Ziraat Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı A.Ş.
Böylece ilginç bir durum da ortaya çıkmış bulunuyor.
Dünyanın her yerindeki girişim sermayesi, ileride büyük kârlar getirebileceğini düşündüğü teknoloji şirketlerine yatırım yaparken, TC’nin mülkü olan Ziraat Bankası GSYO, simit yapıp satmaya talip!
Üstelik, Simit Sarayı’nın yurtdışında en pahalı caddelerde zincir lokantalar açmasını da bizler vergilerimizle finanse etmiştik, belki duymuşsunuzdur.
Sonuç olarak dükkânlarının kiralarını Türk halkına ödettikleri yetmiyormuş gibi şimdi işi yönetemedikleri için yaptıkları zararları da Ziraat Bankası’nın sırtına yıkmış olacaklar.
Büyük olasılıkla Ziraat Bankası, bu şirkete sonunu hesaplamadan bol keseden kredi vermiş, alacağını tahsil edemeyince hisselerini devralacak.
Bu tür işler durduk yerde olmaz.
Yani siz, ben ya da herkesin bildiği bir iş insanı Ziraat Bankası’ndan böyle bir iş için kredi alamayacağı gibi, zarar ettiği şirketini Ziraat Bankası’nın bir yan kuruluşuna da satmayı başaramaz.
Bunlar oluyorsa işin içine "üç harfliler" karışmış demektir.
Bu "üç harfli" kimdir, şu anda bilemiyoruz. Yakında kokusu ortaya çıkar.
Bürokraside bu tür bir yetki kullanımının, çok güçlü bir odaktan alınan izin/verilen emir ile yapılabileceğini artık hepimiz biliyoruz.
Şunu da eklemeliyim ki bu tür işlerin bir karşılığı mutlaka olur, birisi ya da birilerine servet transferi gerçekleşir.
Tabii şimdi bununla ilgili bütün sorular, "ticari sır, bankacılık sırrı" gibi gerekçelerle geçiştirilecek.
Ne zamana kadar? Tabii iktidar değişene kadar!
O gün geldiğinde bu emri kim verdi, hangi kamu görevlileri bu işte sorumluluk üstlendi hep birlikte öğreneceğiz.
Ama olacak olan Ziraat’te bu işlere imza atanlara olacak. Birileri, birileri için kendisini yakmış olacak.
Hatırlarsınız, Varlık Fonu da geçenlerde 1 milyar 670 milyon lira ödeyerek inşaatı tamamlanamayan batık durumdaki İstanbul Finans Merkezi’nin önemli bir kısmını devralmıştı.
Ağustos ayında Resmi Gazete’de yayımlanan ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’na yurt içinde ve yurtdışında şirketlere ortak olabilme olanağı veren Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ni de hatırlayalım.
Tipik bir Türkiye pratiği!
İşçiye, memura, köylüye gelince para olmaz, yandaş üç beş zengin söz konusu olduğunda milyarlar saçılabilir.
Ve herhâlde şunu da sormalıyız: Batık şirketlere bol keseden para dağıtabilen Türkiye Cumhuriyeti’nin, "Zarar ediyor, 50 milyon dolar da yatırım gerektiriyor", diyerekten Tank Palet Fabrikası’nın işletme hakkını devretmesi size de tuhaf gelmiyor mu?
(Hukuk Uyarısı: Bu yazı nedeniyle dava açmak isteyecek olan siyasi ve bürokratlar için Anayasa Mahkemesi’nin Kenan Kıran kararını hatırlatayım: Gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı külfet getirir ve böyle bir yükümlülük sanık veya davalı olarak yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir.)
* * *
Gazetelere dün yansıyan kulis haberlerine bakılırsa, AKP, yeni kurulan ve kurulacağı artık kesin olan partilere tabanını kaptırmamak için önce teşkilatlarına neşter vuracakmış.
Hatta bazı parti yetkilileri "1 yıl içinde bu değişim gerçekleşmezse toparlanmakta zorlanırız" diyorlarmış.
Maiyet yazarına bakılırsa, Numan Kurtulmuş da "Önemli olan bizim ne yapacağımız. Biz siyasi olarak alanı doldurursak, onlar başarılı olamazlar" diyormuş.
Maiyet yazarının açıklamasına göre AKP söylem ve eylem diye iki ayaklı bir çalışma yapacakmış.
Herhangi bir siyasi parti ya da siyasal amaçlı dernek, vakıf vs. ile her hangi bir bağlantısı olmayan, tarafsız bir siyasi gözlemci olarak söylemeliyim ki, AKP’nin ilk önce düzeltmesi gereken sorunu il ve ilçe teşkilatları değil.
Sorunun bir bölümünü yukarıdaki yazıda anlattım.
Türkiye’nin kıt kaynakları, ekonomik gelişmeye, yeni iş alanları yaratmaya harcanmıyor.
Onun yerine bir takım tipleri zenginleştirmeyi hedef alan bir yatırım ortamı var.
Mesela Kütahya’daki Zafer Havalimanı için yıllık 1 milyon 200 bin yolcu garantisi verilmiş.
Kütahya ve komşu iki kentte bu kadar insan zaten yaşamıyor. Bu kadar yolcuyu uçurabilmek için bütün koltukları satılmış 140 kişilik uçaklarla karşılıklı 12’şerden 24 sefer yapmak gerek.
Yani anlayacağınız, TC, bizlerin vergisiyle birilerinin cebine yıllar boyunca para koyacak.
Böyle yüzlerce "işbirliği" projesi var ve hazine, dibi delik bir küp gibi para kaçırıyor!
Bir yerlere neşter vuracaklarsa, buradan başlayarak vurmaya gayret etsinler.
Sonra özgürlükler meselesi var.
Valilikler idari kararlarıyla temel hak ve özgürlükleri kısıtlayabiliyor. Bir neşter de buna lazım. Reis, valilere "vatandaşı rahat bırakın da biraz nefes alsınlar" talimatı vermeli.
Başlangıçta geniş bir kadro hareketi gibi görünen bu parti, sonunda bir tek adam örgütüne dönüştü.
Herkes onun ağzına bakıyor, o ne derse o yapılıyor, bu da kaçınılmaz yanlışlara neden oluyor.
Bir neşter de buna vurmalısınız, teşkilatlara daha sonra bakabilirsiniz.