Seçimden iki gün sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları’nın CHP’li olmasını hazmedemeyeceğini ve yeni başkanları “rahat bırakmayacağını” yazmıştım.
Nitekim uzun süre sessizliğini muhafaza ettikten sonra, cuma namazı çıkışı konuştu.
Önce teşekkürlerimi ileteyim: Kısa bir süre de olsa konuşmalarına ara vermesinden mutluluk duydum, huzur insana iyi geliyor. Bunu bir tür “detoks” gibi düşünüp, ayda hiç olmazsa iki – üç günlüğüne yapsa ne kadar iyi olur.
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından anlıyoruz ki İstanbul ve Ankara’daki belediye başkanlarını, belediye meclislerindeki AKP – MHP koalisyon çoğunluğu ile mücadele bekliyor.
Tabii valilerin ayrıca yapacakları engellemeleri de hesaba katmak lazım.
İzmir’in eski başkanı Aziz Kocaoğlu’nun yüzden fazla projesinin İzmir valileri tarafından engellendiğini unutmadım. Aynı dertleri zamanında Yılmaz Büyükerşen de yaşamıştı.
Ama bütün bunların hizmet yapmaya engel teşkil etmediğini de yine Aziz Kocaoğlu deneyiminden biliyoruz. Yeni başkanlar kendilerine onu örnek alsınlar, hatta bir yolunu bulup “başdanışman” olarak yararlansınlar derim.
İstanbul ve Ankara’nın el değiştirmesinin iktidarda bu kadar derin bir sancı yaratmasının nedeni öncelikle siyasi tabii.
Ama ikinci bir neden var ki o da en azından siyaset kadar önemli: Buralardan çöplenen AKP’lilerin sayıca fazla olması!
Bir yandan belediye şirketleri, diğer yandan belediye ihaleleri ile hatırı sayılır bir zengin zümre yaratıldı.
Bizde siyasetin yarattığı zenginler, hiçbir zaman kalıcı olmadı. İktidar değişince paranın da çok geçmeden el değiştirdiğine çok tanık olduk.
Şimdi bunu AKP’li “belediye zenginleri” de yaşayacaklar. Bir tane istinat duvarı inşa etmeden metro ihalesi filan alabilen şirketlerdi bunlar.
Ankara ve İstanbul’un el değiştirmesi, bürokrasi için de alarm zillerinin çalması demek.
“Hiç bitmeyeceğini zannettikleri” şeyin, bir seçimle bitebileceğini şimdi merkezi bürokrasideki bürokratlar da gördüler.
Bundan sonra kopyalanıp, “ileride lazım olur, kendimi garantiye alayım” diye bir kenara saklanacak belgelerin sayısının artacağını, bunun bazı çıkar ilişkilerini sarsacağını da söyleyebiliriz.
Erdoğan, tek adam olma hırsına yenilip, Devlet Bahçeli’nin tuzağına öyle bir düştü ki bundan sonra kurdukları düzenin sürdürülebilmesi her seçimde yüzde 50,001 oy almaları gerek.
Bu da artık ilanihaye MHP’ye mahkûmiyet anlamına geliyor ki siyaset üretme ve günün gereklerine göre ittifaklar kurma konusunda çaresiz kalmak demek.
Oysa parlamenter sistemde kalınsaydı, AKP üç dört seçimi daha güle oynaya kazanabilir, tek başına iktidarda kalabilirdi.
Bu bitmek bilmeyen itirazların ve mümkün olabilirse seçimleri iptal ettirip yeniden yapma hayali kurmanın nedeni bu.
İktidar sarsıldı, belediyeler eliyle yaratılan zenginlerin dünyasında alarm zilleri çalıyor.
Onun için Cumhurbaşkanı, cuma namazından çıkarken bu çevreleri yatıştırmaya çalışıyor. “Merak etmeyin, bizden izinsiz adım atamayacaklar” demek istiyor.
Ama kendisi de biliyor ki İstanbul ve Ankara’da çorabın bir ucundan sökülmesi çok yakında başlayacak.
***
Seçim sonuçlarının AKP yönetiminde yarattığı şoku, kullanmak isteyenler var.
Üç yıl öncesine kadar Fethullahçı gizli örgütün gazetesinde yöneticilik yapan biri, şimdi bir köşe sahibi olduğu Pelikancı havuz gazetesinde şöyle yazıyor:
“Unutmayalım ki savaşlar artık bir ülkenin sabah uyandığında başka bir ülkenin tanklarını çayırında görmesiyle başlamıyor. O devirler mazi oldu. Yeni savaş biçimi artık milli iradenin kaleleri sayılan sandıkların zapt edilmesine dayanıyor. Ne yazık ki bardağın taşma noktasını simgeleyen bu küresel realiteyi ancak 1 Nisan sabahı görebildik.”
Demek ki neymiş?
Artık bir ülkeyi savaşla ele geçirmek için tank – top gerekmiyor, gidip seçimleri kazanmanız yetiyor.
Türkiye’de demokrasinin sorunlu olduğu tartışılmaz bir gerçek.
Ama içinde yaşadığımız rejimi, bir tür demokrasi gibi algılamamızı sağlayan şey de serbest seçimlerdi.
Şimdi ondan da ümidi kesmemiz gerekiyor, çünkü seçim sandıklarından çıkan sonuç bunların hoşuna gitmeyince, bu “dış güçlerin sandıkta çevirdiği bir savaş manevrası” oluyor!
Peki daha düne kadar Fethullahçı olanların, şimdi bu işin üzerine böyle gitmelerini nasıl yorumlamalıyız?
Darbe yapmaya kalkıştılar, halk geçit vermedi. Şimdi darbeyle yapamadıklarını Türkiye’deki seçimler üzerinde böyle bir sis bulutu yaratarak mı elde etmek istiyorlar?
Recep Tayyip Erdoğan’ı gaza getirip, seçim sonuçlarını tanımamaya yöneltmelerinin amacı ne olabilir?
Erdoğan’ın saflığından bir kez daha mı yararlanmak istiyorlar? Çünkü daha önce bunu yapmışlar, başarılı olmuşlar, ne istedilerse almışlardı.
Şimdi de Erdoğan’ın dizginlenemez hırsını kaşıyorlar.
Daha önceki yanıltılmalarında Recep Tayyip Erdoğan’ı çok uyarmıştım, beni dinlemedi.
Bu yüzden başına gelmedik kalmadı.
Bugün bir kez daha uyarmak istiyorum: Aç gözünü, bunların niyeti kötü!
***
İstanbul Hava Limanı’nda plastik tabakla hizmet veren ancak Michelin yıldızlı lokanta fiyatı tahsil eden işletmenin ortakları, Bilal Bey ve Sümeyye Hanım ile ortak dönercilik yapıyormuş.
“Gülhane Döner” diye bilinen markanın sahibi Doruk Izgara Limited Şirketi’nin büyük ortakları Cumhurbaşkanı’nın iki çocuğu.
1 milyon 500 bin lira sermayesi olan şirkette iki kardeşin toplam 993 bin 500 lira hissesi var. Bilal Bey 543 bin 500 lira sermaye koymuş, Sümeyye Hanım ise 450 bin lira.
Büyük kardeş de amcasıyla filan ortağı olduğu şirketteki hissesini yabancılara 3 milyon 750 bin dolara satmayı başarmıştı.
Gerçi söz konusu şirketin hangi sektörde faaliyet gösterdiği ile bir bilgi hala edinemedik ama şu sınırlı bilgilerimizle bile hemen anlayabiliyoruz ki kardeşlerin ticari zekaları muazzam.
Nereye yatırım yapmaları gerektiğini gayet iyi biliyorlar, memleket ekonomisine girişimci olarak hizmet ediyorlar.
Ne diyelim, Allah nazardan saklasın.
Keşke bu sermayeyi nasıl biriktirdiler, ızgara işine girmeye nasıl karar verdiler gibi, gençlere ilham verecek ve rol modeli oluşturacak bilgileri de paylaşsalar.