İdlib’de 5’i asker, 3’ü sivil olmak üzere 8 TC vatandaşı, Suriye rejim ordusunun açtığı ateş sonucunda hayatını kaybetti. Şehit yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da "30 – 35 civarında rejim unsurunun etkisiz hale getirildiğini" açıkladı.
"Türkiye daha önceki saldırılar gibi bu saldırının da cevabını misliyle şu anda vermiş durumda" dedi.
Bu bir maç değil.
"Bu kadar askerimiz şehit oldu, biz de karşı tarafın şu kadar askerini öldürdük" gibisinden bir skor hesabı yapabilecek bir durumda değiliz.
Karşı taraftan 30 – 35 değil 350 "unsuru etkisiz hale getirsek" de durum değişmiyor: 5‘i asker, 3’ü sivil memur 8 vatandaşımız hayatlarını kaybettiler!
Karşı taraftakiler de zaten "unsur" değil, insan!
Niye? Ne uğruna?
Nedeni çok açık: Suriye’de iç savaşın kışkırtıldığı ilk günlerde yapılan hatadan geri dönüş bir türlü mümkün olamadığı için!
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi, diğer düğmelerin doğru iliğe girebilmesi artık mümkün değil de ondan!
"Savunmak için askerlerimizi yolladığımız İdlib", eli silahlı cihatçı teröristlerin son sığındığı bölge.
Bu kadar silahlı adamın, rejimin katliamlarından kaçan sivillerin sıkışıp kaldığı bir bölgeyi üs tutmasına göz yummak zaten hataydı.
Şimdi bunları korumak için askerlerimizi ateş hattına sürmek hatadan daha da fazlası!
Türkiye’nin resmi politikası, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması.
Bu nasıl olacak?
Esad rejimi, şu anda İdlib ve Türkiye sınırı dışındaki bölgelere hakim olmuş durumda.
Ve öyle görünüyor ki Rusya, bir yandan ABD ile açık bir çatışmayı göze almak istemeyeceği için, diğer yandan Kürtleri de ABD’ye tamamen kaptırmamak için Rojova’nın geleceği barış masasında belli olacak.
Erdoğan’ın Suriye’yi bir cehenneme dönüştüren figürlerden birisi olmasının nedeni, iç karışıklıkların ilk günlerinde Esad rejiminin kısa sürede devrilip gideceği hesabıydı.
Bu hesap tutmadı.
Şimdi de zannediyor ki İdlib’deki gruplar, orada tutunmayı başarırlarsa, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilirler.
Savaşın başındaki uyarılarımızı dinlememişlerdi. Bir de sonunda uyarayım: Esad rejimi ile uzlaşmanın yolunu arayıp, bulun ki İdlib’de can korkusuyla bekleşen sivillerin hayatlarını kurtarmak için bir şansınız olsun.
Suriye’de savaşın bitmesini sağlayın ki ülkemize sığınan 4 milyon insanın hiç olmazsa bir bölümü kendi ülkelerine geri dönebilsin.
Geçtiğimiz hafta bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile, İzmir’in Çeşme ve Urla ilçelerinde bulunan 511 parça arazinin turizm yatırımlarına tahsisi amacıyla, "acele kamulaştırılmasının" yolu açıldı.
Sonradan da öğrendik ki acele kamulaştırma kararı alınan arazilerde, kamu – özel sektör işbirliğiyle turizm yatırımları yapılacakmış!
"Yeni Çeşme" adı verilen projede bir havalimanı, 800 yatlık 3 marina, yazlık evler, 50’den fazla otel, golf sahaları filan olacak.
İlk bakışta şahane gibi görünüyor, büyük yatırım olacak, insanlara iş sağlanacak, turizm gelirimiz artacak vs.
Tabii içinde kaçınılmaz olarak Zihni Sinir Proceleri de var: Denizde 4 adet dolgu ada oluşturulacak, Aalaçatı’dan, Mersin Körfezi’ne (İçel’deki Mersin değil tabii, İzmir Mersin) kanal açılacak.
Projenin talibi de şimdiden belli: Suudi Arabistan merkezli SND ve Al Bassam Grup!
Bizim memlekette yaşayan, nefes alıp, su içen herkes bilir ki böyle büyük çaplı bir proje durduk yerde, bir günde ortaya çıkmaz.
Denemesi bedava: Gözünüze bir kamu arazisi kestirin ve gidip Ankara’dan "buraya bir otel yapacağım, bana izin verin, 50 yıl işleteyim sonra sizin olsun" diye izin isteyin. Bakalım bütün bu izinler torunlarınıza yetişir mi?
Böyle bir ülkede 4 milyon metrekareye yayılmış 511 parça arazi, bir defada hem de "acele" kamulaştırılıyor ve hemen ardından da ortaya böyle bir proje çıkıyorsa, "kamuoyunun bu işten kıl kapması için" her şey gerçekleşmiş demektir!
Bir de ortada Suudi şirket varsa, kuşkular iyice artar.
O Suudi Arabistan ki Katar krizinden ve Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra, Türk dizilerinin televizyonlarda gösterilmesini bile yasakladı!
Türkiye’den bisküvi almayı bile kestiler, selam zaten vermiyorlar.
Ve dünyanın gözü önünde Suudilere verip veriştirirken, bir gecede Suudi şirketlere trilyonluk kazanç kapısını açıveriyoruz!
Kimsenin günahını almak istemem ama belli ki Ankara’da bazı çarklara iyi yağ dökülmüş, tıkır tıkır işlemesi sağlanmış, kimsenin gözü "gazeteci katili Suudi" filan görmüyor.
Bugün yarın kokusu ortaya çıkar, hepimiz öğreniriz bu iş kimin başının altından çıkmış!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "deprem vergileri" tartışmasına kendince ilginç bir nokta koydu:
"O sordukları deprem vergileri 2003 – 2019 toplamı cari fiyatlarla 66 Milyar Lira, 2019 fiyatlarıyla 147 milyar liradır. Bugüne kadar depremlerle ilgili çalışmalarda harcanan kaynak ise bu rakamların beş katıdır. Biz Van depreminde eski parayla 20 katrilyon lira harcadık."
Gördüğünüz gibi toplanan vergi yeni parayla, harcanan rakam ise eski parayla ifade edilmiş.
"Eski parayla 20 katrilyon lira" dediği para, bugünkü parayla 20 milyar lira eder.
Belli ki Cumhurbaşkanı, rakam kalabalığına getirip, milletin kafasını karıştırmak istiyor.
Böyle yapınca da "beş katını harcadık" iddiası inandırıcılık açısından zayıflıyor.
Cumhurbaşkanı bir talimat verse ve deprem için özel olarak yapılan harcamalar kalem kalem açıklanıp, altına da toplamını yazsalar, böyle rakam oyunlarına hiç girmeseler ve tartışmayı bitirseler daha iyi olacak.