Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hatırlatmasa unutmuş olacaktık. Dün Eskişehir’de Kemal Kılıçdaroğlu’na “hitap ederken” söyledi de vaktiyle sorduğum ama yanıt alamadığım bir soruyu yeniden hatırlatayım dedim. Cumhurbaşkanı şöyle konuştu:
“Bak bir sıçrarsın, iki sıçrarsın. Aynen Man Adaları'nda da olduğu gibi orada da yargıya düşersin.”
Evet, Kemal Kılıçdaroğlu, bir hata yaptı ve işin aslını faslını tam öğrenmeden konuşarak, Erdoğan’ın eline büyük bir koz verdi ve bu nedenle tazminata da mahkum oldu.
Ancak bu konuda kamuoyunu tatmin edecek esaslı bir açıklama da hâlâ alabilmiş değiliz.
Ve bu açıklama yapılmadığı sürece de mahkemeler Kemal Kılıçdaroğlu’na ne ceza keserlerse kessinler, soru işaretleri varlığını koruyacak.
Olayı hatırlayalım, çünkü üzerinden hayli zaman geçti:
Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan ailesi fertlerinin Man Adası’nda kurulu Bellway şirketine para gönderdiklerini iddia etmişti.
Erdoğan bunun üzerine mahkemeye başvurdu ve para trafiğinin yönünün ters olduğunu söyledi.
15 milyon dolar, Man Adası’ndaki Bellway şirketinden, Erdoğan ailesinin fertlerine gönderilmişti ve bunun nedeni de ailenin kurmuş olduğu bir şirketi yurt dışında satmış olmasıydı.
Kılıçdaroğlu’nun iddiaları ile ilgili olarak Erdoğan ailesinin fertleri hakkında takipsizlik kararı verilirken bu para trafiği de açıklandı. Savcılık da bunun kara para olmadığı kanaatindeydi.
Man Adası’ndan Türkiye’ye 15 Aralık 2011 tarihi ile 4 Ocak 2012 tarihleri arasında gönderilen paranın dökümü şöyle:
Mahkemelerce de onaylandığı gibi bu paralar, yurt dışında satılan bir şirketin karşılığında bu şahıslara gönderilmiş bulunuyor. Banka kayıtları da ilgili savcılığın takipsizlik kararında yer alıyor.
Benim merak ettiğim ama nedense CHP liderinin merak etmediği, Erdoğan’ın ise hiç değinmediği husus şu:
Hangi şirket satıldı? Bu şirketin faaliyet alanı neydi? Bu şirket hangi tarihte kuruldu? Kurulduğundan satılana kadar ne kadar kâr etmiş, ne kadar vergi ödemişti?
Şeffaf ve dürüst yönetim anlayışına sahip isek biz seçmenlerin bu soruların yanıtını bilmeleri de gerekmiyor mu?
Ortada büyük bir başarı var gibi görünüyor:
Bu şirketi nasıl kurdular, nasıl büyütüp yabancı bir şirkete nasıl satabildiler?
Bunlar değersiz bilgiler değil. Bu başarıyı yaratanların deneyimlerinden, genç girişimciler de faydalansa, daha iyi olmaz mı?
Cumhurbaşkanı Eskişehir’de hatırlatınca bir daha sorayım dedim.
Kim bilir belki de bu seçim heyecanı içinde “yanıtsız soru kalmasın” derler ve biz de bu büyük ekonomik başarının nedenlerini öğreniriz.
***
AKP Adayı Mehmet Özhaseki’nin, Ertuğrul Özkök’ün sorularını yanıtlarken söylediklerinden anlıyoruz ki, Ankara, “üstü tülle örtülmüş gibi” bir kent.
“Ankara, başkentler arasındaki rekabette geri kalmış bir şehir.”
“Ankara’ya gelen sabah geliyor, akşam dönüyor. Vakit geçirecek bir şey yok.”
“Hepsi hepsi üç yer söylüyorlar. Bir şehir, bundan ibaret midir?”
“Eğer bir şehirde, kültür, sanat, spor, meşru eğlence, müzik olmazsa o şehir koskocaman bir huzurevi haline geliyor.”
“Ankara’da 300 tane koro var, konser verecek yerleri yok.”
Özhaseki’nin, Özkök’e Ankara ile ilgili olarak anlattıkları böylece uzayıp gidiyor.
Ben söylediklerinden bir de şunun altını çizdim:
“Belediyeler ayırım yapmazsa, herkese eşit hizmet verirse emin olun en büyük kötülüklerin kapısını başta o kapatır.”
Sizler de hatırlarsınız elbette ama benim işim hatırlatmak: Ankara’yı 1994 yılından beri Melih Gökçek isimli şahıs yönetti. Kendisi biliyorsunuz, Özhaseki ile aynı partiden.
Kendisine oy vermeyen ilçelerde yaşayanları nasıl cezalandırdığı da bir sır değil.
AKP’nin, 24 yılda Ankara’yı getirdiği yer böyle bir yer işte: Başkentler arasında geri kalmış bir şehir!
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın işi de yapılır iş değil.
Her şeyi o düşünüyor, her şeyi o yapıyor. Etrafından danışmanlar ordusu ve onlara ek yağcılar sürüsü de var ama hiç biri bir işe yaramıyor.
En son öğrendik ki bütün işlerine ilaveten bir de televizyonların genel yayın müdürlüğünü üstlenmiş.
Hepsine talimat vermiş, Hatay’daki barajları çekip, haberlere koyacaklar ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun gözüne sokacaklarmış.
Kendi kendilerine akıl edemiyorlar tabii.
Bir de “buna tek adam yönetimi denir” dediğimizde sinirleniyorlar.
Televizyonda neyin yayınlanıp neyin yayınlanmayacağına bile o karar veriyorsa, bu rejime ne ad vermemiz lazım?