Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, faiz ile ilgili tartışmalara bir kez daha son noktayı koydu:
"Neymiş efendim? Faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak nasslar neyi gerektiriyorsa, onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu!"
Ben şahsen kendisini laik bir ülkenin Cumhurbaşkanı zannediyordum, belli ki ikimizden biri yanılıyor ama acaba hangimiz?
Anayasa'ya göre Türkiye Cumhuriyeti'nin "değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" niteliklerinden biri laiklik.
Zaten "demokratik Cumhuriyet" olmanın olmaz ise olmaz şartlarından biri de bu.
Eğer devlet, herhangi bir dini inancın kitabına göre yönetiliyorsa, zaten orada demokrasi de olmaz.
Cumhurbaşkanı, görevine başlarken bu Anayasa'ya ve "laik Cumhuriyet ilkelerine" bağlı kalacağına namusu ve şerefi üzerine yemin etti.
Tabii bunu gerekçe göstererek namus ve şeref meselesi üzerine çiğ bir tartışmaya girişmek niyetinde değilim.
Cumhurbaşkanı ve milletvekili yeminlerinin de (yemin edilerek üstlenilen bütün görevler de dahil olmak üzere) herkesin kendi inancına göre yapılmasından yana olduğumu daha önce yazmıştım.
Çünkü belli ki kimliğini Müslüman olarak tanımlayanlar, namus ve şeref üzerine edilen yemini kendi açılarından çok da bağlayıcı kabul etmiyorlar.
Amaç, görevin gereklerini Anayasa çerçevesinde yerine getirmeyi sağlamak ise herkesin inandığı şeyin üzerine yemin etmesinde yarar var ki böyle tuhaf durumlar yaşanmasın.
Şimdi ortaya çıkıyor ki Cumhurbaşkanı yemin ettiği Anayasa'ya göre değil, nasslara göre ülkeyi yönetmek istiyor.
Peki nasslar sadece faiz konusu ile mi ilgilidir?
İslam Ansiklopedisi'nden baktım, nass şöyle tanımlanmış:
"Nass kelimesi İslâm ilimlerinde yaygın olarak iki anlamda terimleşmiştir. Bunlardan ilk akla geleni genel kullanımıdır ki Allah'ın ve Hz. Peygamber'in sözünü ifade eder. İkincisi fıkıh usulünde açıklık bakımından yapılan lafız ayırımında kullanılan anlamıdır."
"Terimleşmek" fiilini kim icat etti bilmiyorum ama üzerinde durmayacağım.
Bu tanımdan anlıyoruz ki nass, sadece faizler ile ilgili olamaz.
Tanımı gereği giyim kuşamdan tutun da medeni hukuk alanına ve ceza hukukuna kadar birçok alan için geçerli olmak durumunda.
Mesela 9 yaşında da olsa "akıl baliğ olmuş" bir kız çocuğunun evlendirilebiliyor olması böyle bir nass.
Annenin çocuğunu iki tam yıl süresince emzirmesi zorunluluğu da nass.
Cevdet Paşa'ya göre "mevrid – i nasta ictihada mesağ yoktur"!
Yani bir konuda nass varsa, buna artık yorum filan yapılamaz.
Cumhurbaşkanı, ekonomiyi nassa göre yönetmek istiyor ve bunu "hüküm" olarak açıklayıp hukuken kesinleştiriyor.
Türkiye artık böyle mi yönetilecek?
Anayasa'yı ne yapacağız peki?
Türkiye, dini hükümlere göre yönetilecek ise Anayasa'ya ne gerek var?
Cumhurbaşkanı, son derece dünyevi bir konu olan ekonomi yönetimini, Allah ve Peygamber'in buyruklarına göre yürütecek ise nerede durabilir?
Sınırı nedir?
Böyle bir ülkede yaşam biçimlerimizin tehdit altında olduğunu düşünmemiz, demokratik haklarımızın nass ile sınırlandırılacağından endişe etmemiz yersiz midir?
Aydın'ın Didim ilçesinde polis tarafından alkol muayenesi için hastaneye getirilen bir kişi, kendisini muayene eden hekime kafa attı.
Ve böyle bütün olaylarda olduğu gibi bir süre sonra serbest bırakıldı.
Bu duruma Sağlık Bakanı tepki gösterdi. "Failin serbest bırakılması hepimizi yaraladı" dedi.
Bunun üzerine Savcılığa ani bir zihin açıklığı geldi ve saldırgan bir kez daha göz altına alındı.
Suç, sanığın tutuklu yargılanmasını gerektiriyor ise polisten adliyeye sevkinin ardından nasıl serbest bırakıldı?
Hayır, bu suç tutuklu yargılanmayı gerektirmeyen bir suç ise nasıl oldu da savcı bir kez daha gözaltı kararı alabildi?
Bunun nasıl bir hukuk olduğunu Adalet Bakanı çıkıp anlatsaydı da hepimiz öğrenseydik.
Karar gazetesinin Ankara Temsilcisi Yusuf Ziya Cömert, tanıdığı bir toptancı ile arasında geçen bir sohbetten söz eden bir yazı yazdı.
Söz konusu toptancı, bir yer satın almak için 1 milyon lira krediye ihtiyaç duymuş.
Dini bütün bir Müslüman olduğu için de önce bir "katılım bankasına" gitmiş.
1 milyon lira karşılığında 36 ay vade için 400 bin lira "kâr payı" istemişler.
Adamcağız oradan kalkıp bir özel bankaya gitmiş, onlar da aynı vade için 390 bin lira civarında bir "faiz" istemişler.
Ben de haliyle merak ettim.
Katılım bankacılığı, faizsiz bankacılık yapması için kurulmamış mıydı?
Faiz almak ya da faiz ödemek istemeyen, günahtan kendince kaçınmak isteyen vatandaşlar, birikimlerini buralarda değerlendiriyorlar ya da işlerini yaparken buraların kredilerinden yararlanıyorlar.
Ancak görülüyor ki istenen "kâr payı" ile "faiz" birbirine eşit.
Yoksa "kâr payı" görüntüsünün altında verilen şey aslında faiz mi?
Diyanet İşleri bu işlere ne der acaba?
Katılım bankaları nasıl bir sihir kullanıyorlar da ticari bankaların aldığı ya da verdiği faize denk "kâr payı" alıp, verebiliyorlar?
Nass bu konuda ne diyor?