CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Sözcü'de Ruhat Mengi'nin sorularını yanıtlarken "bizdeki seçmen bilgisi YSK'nin elinde yok, her seçmeni biliyoruz" demişti.
CHP Genel Başkanı, "Doğum yerlerine de bakıyoruz. Kimlere vatandaşlık verildiğini oradan çıkarabiliyoruz. Kaç yabancının oy kullanacağını biliyoruz, 400-500 bin kişi gibi yüksek bir rakam yok" diyerek, "vatandaşlık verilen yabancılarla seçim sonucunun ayarlanacağı" ile ilgili komplo teorisini de çürütmüştü.
Kılıçdaroğlu'nun, "her seçmeni biliyoruz" sözleri AKP yönetim toplantısında tartışılmış.
Ebru Karatosun'un Hürriyet'teki haberine göre AKP Genel Başkanı bunun üzerine bir talimat vermiş: "Bu iddiaları araştırın. YSK da bunu araştırmalı!"
Niye sadece "araştırın" demiş de her zaman yaptığı gibi "bu sözlerin bedelini ödesin" diye haykırmamış, bilmiyorum.
Kim bilir, belki de yorgunluk alametidir bu durum.
Bu emir üzerine harekete geçen "AKP kurmayları" Kılıçdaroğlu'nun sözlerinin hukuki boyutunu araştırıp, Erdoğan'a da bir rapor sunacaklarmış.
Niye bu kadar zahmete giriyorlar, anlayamadım.
Seçmen Kütükleri "devlet sırrı" değildir, seçime katılma yeterliliğine sahip olan siyasi partiler bu kütüklere sahip olabilirler.
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunu'nun 47. Maddesi, "maliyeti ödenmek kaydıyla", seçime katılma yeterliliği olan siyasi partilere bu kütüklerin bir seçim döneminde 2 kere verilebileceğini söylüyor.
Elinde böyle bir kütük olan ve örgütü iyi çalışan bir siyasi partinin de kütüğü kendince güncelleyebilmesi, kimlerin yeni vatandaş olduğunu bulabilmesi bir bilgisayar işlemine bakar.
Belli ki AKP yönetimine hâkim olan politik paranoya, öküzlerin altında buzağı aramayı da geçmiş, muhalefet liderinin seçmene güven vermek için söylediği bir cümlede bile "komplo arar" ruh durumuna doğru evrim de geçirmiş.
Oysa o toplantıdaki hukukçu politikacılardan biri buna gerek olmadığını açıklayabilirdi ama sıkıysa otoriter lidere bunun normal olduğunu açıklasın bakalım.
O hapşırsa, yönetim ekibi zatürre geçiriyor çünkü.
Otoriter liderlerin böyle davranışlar sergiliyor olması yabancısı olduğumuz bir şey değil.
Tarihte de çok örneği var, isimleri lazım değil şimdi.
Otoriter liderin her şeye kâdir olduğu imajını yaratabilmesi için kendi çevresine de böyle bir korku yayabilmesi gerekiyor zaten.
Bu nedenle, koca koca adamlar, suratlarındaki tüylerin neresini uzatıp, neresini tıraş edeceklerine bile onun talimatıyla karar veriyorlar.
Baksanıza "okumuş yazmış adam" zannettiğimiz İbrahim Kalın bile, hastane yangınının "Cumhurbaşkanı'nın talimatlarıyla" söndürüldüğünü söyleyebiliyor.
Her bakanın, her yetkilinin ağzını ilk açtığında "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla / emriyle / bilgisi dahilinde" gibi cümleler kurmalarının nedeni de aynı şey:
Otoriter liderin kadiri mutlak görüntüsüne halel gelmemesi!
Erdoğan'ın partisindeki toplantılarda sık sık örgütüne "daha çok çalışın" talimatı verdiği ile ilgili haberler okuyoruz.
Belli ki Erdoğan da bizler gibi AKP'nin eski hareket yeteneğini kaybettiğini görüyor, bunun farkında.
Farkında olmadığı tek şey, bunun tek sorumlusunun kendisi olduğu.
Artık onun talimatı olmadan hiçbir şey yapılamıyor, kimse inisiyatif kullanamıyor.
Aynı durum devlet bürokrasisi için de geçerli.
Devletin bazı konularda adeta felç geçirmiş gibi görünmesinin bir nedeni liyakatsiz atamalarsa diğer nedeni her şeyin kararının liderden beklenmesi.
Buna hepsi o kadar alışmış ki talimat vermemiş de olsa kendilerini garantiye almak için "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla masamı toplayıp, öğlen yemeğine çıkıyorum" diyorlar.
Neredeyse, tuvalete bile o talimatla gidecekler diyeceğim ama koca koca adamlara ayıp olacak diye söylemiyorum.
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM), Ali İsmail Korkmaz davası ile ilgili olarak verdiği "hak ihlali" kararındaki bir ayrıntı, gelecekte neler yaşayabileceğimizin ipuçlarını veriyor.
AYM, daha önceki kararlarında Gezi protestolarını "gösteri yürüyüşü" olarak tanımlıyordu.
Ali İsmail Korkmaz kararında ise Gezi protestoları "hükümete karşı bir kalkışma" olarak tanımlandı.
Bu kararda, sadece 20 günlük Yargıtay üyeliği sonunda, AYM'ye seçilen, Erdoğan'ın açtırdığı siyasi davaların eski savcı İrfan Fidan'ın rolü olduğuna ilişkin haberler de okudum. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama ateş olmayan yerden dumanın çıkmayacağını biliyorum.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa, TC vatandaşlarının protesto toplantısı, gösteri yürüyüşü yapmalarını teminat altına alıyor.
Gezi protestoları da AYM'nin bu son kararına kadar bu çerçeve içinde değerlendirilmişti.
Kaldı ki bu protestoların, hükümete karşı bir kalkışma olduğuna gösterir "hayatın akışına uygun" en küçük bir kanıt bile bugüne kadar gösterilebilmiş değil.
Osman Kavala ve arkadaşlarının bu gerekçe gösterilerek mahkûmiyetleriyle sonuçlanan davanın, bir hukuki yargılama değil, politik tiyatro olduğunu da gözlerimizle gördük.
Ellerinde çakı bile olmayan insanlar, ordusu, polisi olan bir hükümeti nasıl devireceklermiş, birisi bize bunu anlatsa da öğrensek.
Demokratik protesto gösterilerinin hükümetlerin ya da bakanların istifasıyla sonuçlanması, bizim gibi yarı demokrasilerde hiç rastlanan bir durum değil.
AYM'nin bu kararıyla, temel insan hakları arasında sayılan bir hakkın kullanımı ağır cezalık bir suç haline getirilmiş bulunuyor ki buna da sadece faşist, totaliter rejimlerde rastlanabiliyor.
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler, İrfan Fidan'ın AYM üyeliğine seçilmesini değerlendirdiği makalesinin başlığını "Elveda Anayasa Mahkemesi – İrfan Fidan Olayı" koymuştu.
Tam metnine bu bağlantıdan ulaşabileceğiniz makaleden bir alıntı ile bu yazıyı bitireyim:
"Artık Anayasa Mahkemesinin kendisinden beklenen fonksiyonu ifa edemeyeceği tahmin edilebilir. Siyasî iktidarı sınırlandıramayan ve vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini koruyamayan bir Anayasa Mahkemesinin ülkemize sağlayacağı bir yarar yoktur.
Böyle bir durumda Anayasa Mahkemesinin fiilen bittiği söylenebilir. Şüphesiz, fiilen biten Anayasa Mahkemesi resmen kapatılmayacak; görünüşte de olsa Anayasa Mahkemesi yaşamaya devam edecektir. Yani Anayasa Mahkemesi bir "façade anayasa mahkemesi" olarak varlığını sürdürecektir; aynen Anayasamızın da bir "façade anayasa" olarak varlığını sürdürdüğü gibi."
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. “Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |