Cumhurbaşkanı’nın başlattığı kampanyada, önceki günkü sayı 552 milyon liraya ulaşmış.
Bunun önemlice bir bölümü kamu kuruluşlarının bağışlarından oluşuyor (En büyük bağışçı 62 milyon lirayla Ziraat Bankası) ama artık bir önemi yok. Belli ki ciddi bir sayıya ulaşılacak, hayırlı olsun ve yeter ki amacına ulaşıp, gerçek mağdurlara bir yardımı dokunsun.
O vakit gözlerimiz bu işin üzerinde olmalı ki bu parayı da 15 Temmuz ya da Beşiktaş Şehit ve Gazileri için toplanan yardımlara çevirmesinler. O yardım paraları iki yıldır sahiplerine ulaştırılmış değil!
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’ndan bir açıklama bekliyorum. Bunu kamuoyuna açık bir dilekçe kabul etsin lütfen.
1 – Kampanyada son gün belirlendi mi? O son güne kadar toplanan paralar, nerede değerlendirilecek? İlk gün toplandığı açıklanan 550 milyon liranın bir haftalık banka faizi bile 1 milyon liradan fazla tutar, bilmiyorum farkında mısınız?
2 – Bu toplanan yardımdan kimler yararlanacak?
3 – Toplanan para nasıl kullanılacak? İhtiyaç sahiplerine nakit olarak mı, yoksa aynî gıda – temizlik malzemesi vs. yardımı olarak mı?
4 – Yardım nakit olarak dağıtılacak ise bundan yararlanmak isteyenler hangi kuruma, ne zamana kadar, hangi belgelerle baş vuracak?
5 – Nakit yardıma hak kazananlara, hak ettikleri tutar kaç gün içinde, hangi yolla ödenecek?
6 – Aynî gıda – temizlik malzemesi vs. şeklinde bir yardım yapılacak ise bu ürünlerin mubayaasını hangi kurum yapacak?
7 – Aynî yardım malzemeleri kaç gün içinde hak sahiplerine ulaştırılacak?
Başka sorularım da var ama onca işinizin arasında sizi daha fazla detaya boğmak istemem. Şu an için tabii!
Bu genel bilgileri kamuoyuyla paylaşırsanız, Cumhurbaşkanlığı makamının şeffaf ve dürüst bir kampanya düzenlediğine olan inancımız artar.
İşleri "eski Türkiye’deki gibi ya da AKP usulü" kapalı kapılar ardında yürütürseniz bilin ki kapıları kapatmak mümkün olabilir ama ağızları büzüp, kapatmak mümkün olmaz.
Covid-19 salgınının yayılmaya başladığı günlerde, bu virüsün "zengin – fakir gözetmediği" ile ilgili çok yorum, haber vs. okudum. Eminim sizler de görmüşsünüzdür.
Hatta bazı futuristik yorumlarda "hastalığın bu eşitlikçi tabiatının", geleceğin dünyasının şekillenmesinde oynayacağı rol bile tartışıldı.
Tekil örneklere baktığımız zaman da bize söyledikleri bu genelleme doğru gibi görünüyordu.
Düşünün, Kraliçe’nin oğlu bile bu yüzden yataklara düştü vs!
Gazete ve televizyon haberleri doğal olarak herkesin tanıdığı, bildiği isimleri öne çıkarıyor.
Filanca fabrikanın ustabaşı İsmail Usta hastalanınca bu "tanımı gereği" haber değil, ama falanca şirketin sahibi İsmail Beyefendi hastalanınca bu yine "tanımı gereği" haber oluyor.
Tabii "köpeğin insanı ısırması değil, insanın köpeği ısırması haberdir" bakışıyla!
Sağlık Bakanı, önceki gün ilk kez hastalığın illere göre dağılımını açıkladı.
Sıralamayı tekrar hatırlayalım:
İstanbul (8 bin 852) İzmir (853), Ankara (712), Konya (584), Kocaeli (410), Isparta (268), Sakarya (207), Adana (197) Bursa (135).
Isparta’daki bu yüksek istatistikte umrecilerin etkisi olduğunu, Isparta’nın AKP milletvekili açıkladı ama sonra nedense korkup, attığı mesajı sildi. Rize’deki nüfusa oranla yüksek çıkan hasta sayısı da sanırım aynı nedenden kaynaklanıyor.
Hastalığın çok yüksek çıktığı bu kentler, fabrikaların ve iş yerlerinin kapanmadığı, çalışmanın Cumhurbaşkanı’nın istediği gibi sürdürülmekte olduğu büyük şehirler.
Ancak daha net bir genelleme yapabilmek için semtlere göre dağılımı da bilmek gerekir ki bu bilgiye şimdilik sahip değiliz. Günün birinde şeffaf bir devlet yönetimimiz olursa, öğreneceğiz elbette.
Ama şuna dikkatinizi çekmek isterim: İstanbul’un nüfusu, İzmir’in nüfusunun 10 katı değil ama hasta sayısı 10 katı!
Kocaeli nüfusu bakımından ilk on il içinde değil ama hastalıkta 5. sırada. Konya nüfusu 7. sırada ancak hastalıkta 4. sırada. Buna karşılık turizme yönelik işyerlerinin neredeyse tümünün kapalı olduğu Antalya 5. büyük kent ancak hastalıkta ilk 10 içinde değil.
New York Times’ın dün yayınladığı bir haber, hastanelerin acil servislerine yapılan müracaatları, semtlerin posta koduna göre sınıflamış.
Göçmenlerin ve dar gelirli işçi ailelerinin yaşadıkları semtlerde hastalık belirtisi ile hastaneye gidenlerin sayısı, "zengin semtlerine" göre astronomik ölçüde farklı görünüyor.
Sürpriz olmamalı çünkü sosyal mesafenin kontrol edilemediği küçücük evlerde yaşamak durumundalar. Her gün karınlarını doyurabilmek için ucuz "junk food" yiyorlar, paraları ona yetiyor. "Evde kalamıyorlar", yaşamak için çalışmak zorundalar. İyi beslenemedikleri için bağışıklık sistemleri zayıf.
Yani öyle iddia edildiği gibi "hastalık sosyal sınıf gözetmiyor" değil.
Öyle bir gözetiyor ki!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İtalya ve İspanya’ya gönderilen yardım malzemeleri ile birlikte bu ülkelerin başbakanlarına da birer mektup yazdı.
Erdoğan, İspanya Başbakanı’na yazdığı mektupta şöyle diyor:
"Türkçemizde 'Dost kara günde belli olur' diye bir atasözümüz vardır."
Salgın nedeniyle işini kaybedenler, iş yerini kapatmak zorunda kalanlar, geçimlerini gündelik işlerle sağlarken şimdi ortada kalanlar, bu sözü iyi not edin ve seçim gününe kadar hep aklınızda tutun: Dost, kara günde belli olur!