15 Temmuz 2016 günü Fethullahçıların darbe girişiminin neden önlenemediği ile ilgili spekülasyonlara da varan eleştirilerin nedeni, Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı'nın olayı aydınlatmaya yönelik sorulara ısrarla yanıt vermemiş olmalarıdır.
Darbe girişimini araştırmak üzere kurulan TBMM Komisyonu'na bile gidip ifade vermediler.
Söz konusu komisyonun raporu da zamanında yayımlanmadı ve ortadan yok oldu.
Darbe girişiminin bir "senaryo" olduğu iddialarına katılmadığımı peşinen söyleyeyim.
Fethullahçı çete, darbe yapmaya kalkıştı ancak fedakâr subay ve polislerin darbecilerle mücadele etmeleri, halkın canı pahasına darbecilerin karşısına dikilmesiyle başarısız oldu.
Benim bu konuyla ilgili olarak yanıt aradığım temel soru, bu darbe girişiminin, daha sokağa taşmadan, kışlalardayken önlenebilip, önlenemeyeceği sorusuydu.
Bununla ilgili çok yazı yazdım.
Bugün, darbe girişiminin yıl dönümünde bu soruyu tekrar sormak istiyorum.
Ana soruyu çözebilmek için, adım adım gidelim. Her soru, bir başka soruyu doğuruyor çünkü.
MİT'in, TBMM Araştırma Komisyonu'na gönderdiği raporda da O. K.'nın darbe ihbarında bulunmadığı, MİT Müsteşarı'na saldırı ihbarında bulunduğu belirtiliyor.
Şöyle bir bölüm de var bu raporda:
"MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY'nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte, TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığından, darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata daha önceden ulaşılamamıştır."
"TSK bünyesinde istihbarat toplanamaması" konusuna bir başka yazıda döneceğim.
Dikkatinizi çekmek istediğim konu, raporun da gösterdiği gibi MİT, Fethullahçıların bir darbeye kalkışabileceğini ihbar etmiş.
Bu istihbarata sahip kurumun başındaki kişinin bir grup asker tarafından kaçırılacağı ihbarının, bu yönde bir işaret olarak algılanmadığı meselesi önem kazanıyor.
Binbaşı O.K.'nın, MİT Müsteşarı'nı kaçırmaya ya da öldürmeye yönelik üç helikopterin katılacağı bir operasyon yapılacağı ihbarını alan Genelkurmay Başkanı, bunu ne zannetti?
Böyle bir ihbar, zaten bir darbe girişiminin ipucu sayılmamalı mıydı?
Normal olarak bir ülkenin askerleri, taarruz helikopterlerini de kullanarak ülkenin istihbarat başkanını kaçırmaya kalkışmazlar.
Bu bir anormalliğin olduğunun işareti değil midir?
Zamanın Genelkurmay Başkanı, bunu bir "fidye isteme" olayı olarak görmemiştir diye düşünüyorum.
Üstelik, Fethullahçıların bir darbe girişimi yapabilecekleri ile ilgili MİT'in bilgi notları da ellerindeyken!
Şu açık: Gelen istihbaratın değerlendirilmesinde önemli bir zaaf yaşanmış, istihbarat doğru değerlendirilmemiş.
O zaman geliyoruz diğer sorulara.
Ama önce, eski yazılarımda da sıkça kaynak gösterdiğim bir ifadenin tam halini size aktarayım ki soracağım sorunun bir anlamı olsun.
Orgeneral Ümit Dündar, bu ifadeyi verdiği sırada Genelkurmay'da İkinci Başkan olarak görev yapıyordu.
Orgeneral Ümit Dündar'ın, TBMM Komisyonu'nda, CHP'li İzmir Milletvekili Aytun Çıray'ın sorusuna verdiği yanıtı tutanaklardan aktarıyorum:
"AYTUN ÇIRAY (İzmir)– Benim sorum şu: Geçmişte devlet bürokrasisinde de bulunan birisi olarak güvendiğim çok önemli kaynaklardan MİT'ten gelen ilk istihbaratın darbe olacağı yönünde değil çünkü bugünkü konumumuz itibariyle bu soruyu soruyorum. Çünkü Genelkurmay İkinci Başkanı olarak muhtemelen bu göreve geldikten sonra bunları tartıştınız, bilgi alışverişi yaptınız, her şeyi gözden geçiriyorsunuz. İlk gelen istihbaratın bir darbe istihbaratı olmadığı, MİT Müsteşarının getirdiği istihbaratın, kendisine asker içinden yani Silahlı Kuvvetlere sızmış bir grup içinden suikast yapılacağına dair -helikopterlerle ve diğer araçlarla- bir istihbarat getirdiğini söylediler. Yani MİT Genelkurmay Başkanına bir darbe istihbaratı değil, kendisine yapılacak bir suikast istihbaratı getirmiş, adlığım bilgi bu. Bu konuda ne diyorsunuz?
GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANI ORGENERAL ÜMİT DÜNDAR- Şimdi, iki kişi arasında geçen konuyu tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak, belki şöyle bir yorum yapabilirim: Eğer gelen bilgi -gelen bilginin ne olduğunu bilmiyorum, samimi olarak ifade ediyorum- bilgi herhangi bir darbeye yönelik olmuş olsaydı Genelkurmay Başkanımız tarafından daha farklı emirlerle de bunun destekleneceğini değerlendiriyorum."
Doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, "verdiği emirleri farklı emirlerle destekler", askerin kışladan çıkmasının önüne geçebilirdi.
"Belki de geçemezdi" diye düşünmek de mümkün tabii.
Çünkü karşımızda, zamane haşhaşileri gibi adeta büyülenmiş, mankurtlardan oluşan bir grup var.
Ancak bir soru daha sormalıyım.
Astsubay Ömer Halisdemir'in şehit edilmesiyle ilgili davada tanık olarak dinlenen zamanın Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı şöyle bir ifade verdi:
"Silahlı Kuvvetler'de kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak 'Personel kışlayı terk etmesin' emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz'da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı."
Ankara'daki Güvercinlik üssünde darbe günü yaşananlar, bu tezi güçlendirici mahiyette.
Bu "yaşananları", savcılık iddianamesinden öğrendik.
Bu önemli detay, darbecilerin nöbet çizelgelerini önceden değiştirerek, o gün mesai saatinden sonra üste sadece Fethullahçı subay ve astsubayların kalmasını sağladıkları ile ilgili.
O gün devlete ve kanunlara bağlı subaylar kışladan uzakta tutulmuş ki darbe girişimini engellemeye kalkışmasınlar.
Peki zamanın Genelkurmay Başkanı, gelen ihbarı bir darbeye kalkışılacağı yönünde değerlendirip "Kışlalar terk edilmeyecek" emrini vermiş olsaydı, Fethullahçıların bu planı bozulmuş olmayacak mıydı?
Nitekim, Malatya'da, darbecilerin verdiği emri dinlemeyen Albay Hakan Keleş, helikopterlerin başına birer asker dikerek oradaki girişimi engellemişti. Kanunlara bağlı, emir-komuta zincirine sadık başka subaylar da başka kışlalardaki hareketleri önleyebilirler miydi?
Örnekler, önleyebileceklerini gösteriyor. Belki kışlalarda daha çok kan dökülebilirdi ancak darbe girişiminin kışlaların içinde bastırılması olanağı doğabilirdi.
Etkin bir soruşturma yürütülmeden bu sorunun yanıtlanması aslında mümkün değil.
Ancak bu etkin soruşturma bizzat hükümet tarafından engellenmiş durumda.
Zamanın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanı Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı'na "Gidip ifadenizi verin" deselerdi, anlardık ki onlar da bu konu aydınlansın istiyorlar. Ama böyle bir talimat verilmedi.
TBMM Komisyonu'nun AKP'li üyeleri de herkesi dinlediler ama bu iki kamu görevlisini dinlemek konusunda ısrarcı olmadılar.
Onun için hep bu soruyu soracağız: Bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi? 15 Temmuz'da hayatlarını kaybedenler, bugün aramızda olabilirler miydi?
Kuşkusuz ki günün birinde iktidar demokratik yollardan el değiştirdiğinde, bugün üstü örtülü kalmış bazı bilgilere de ulaşacağız.
Yazı çok uzadığı için zamanın Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı'nın nasıl olup da bir "darbe" değerlendirmesi yapamadıkları konusuna bir başka yazıda döneceğim.
Darbe girişiminden sonra 15 Temmuz günü, 29 Ekim 2016 tarihli bir kanunla "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" ilan edildi.
Aradan geçen dört senenin ardından "Türkiye'de olmayan iki şeyi" kutluyoruz.
Demokrasi hâlâ ulaşılması uzak bir hedef gibi duruyor. Gazeteciler, fikir insanları, insan hakkı savunucuları hapiste. Ağzını açanın kapısına polis dayanıyor.
Milli Birlik desen, ülkenin başındaki kişinin eliyle tam ortadan ikiye bölünmüş durumdayız.
Bir yarımız "yerli ve milli", diğer yarımız "ihanet içinde, hain"!
Fethullahçı çetenin darbe girişimini önlerken şehit olan asker, polis ve sivil vatandaşlarımıza rahmet diliyorum.
O gece canlarını hiçe sayarak, darbecilerin karşısına dikilen gazilerimize şahsi şükranlarımı sunarım.
Onlar o gece "bana ne" demiş olsalardı, bu satırların yazarı olarak ben de bugün muhtemelen ya hapiste ya mezarda olacaktım.
Türkiye, sonu dinci bir faşizme ulaşacak bir sürece girecekti.
Bunu unutmayalım!