Kimsenin umurunda değil gibi görünüyor ama bu ülkede sonuç itibariyle bir "Anayasa" var.
Adı üzerinde, her şeyin anası bu kanun.
Mesela Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisini iktisat teorisyeni zannederek başımıza getirdiği her şeyin meşru olmasının nedeni bu kanun.
Çünkü buna göre seçildi, kullanabileceği yetkiler bu kanunda tarif edildi.
Lafı uzatmak istemiyorum, Anayasa, bu memlekette yürütme, yargı ve yasama yetkilerini kullanan organların temel meşruiyet kaynağı.
O kanun yok ise bunların varlıkları meşru değil.
Ancak bu temel kanun, sadece başımıza getirdiklerimizin saçmalama haklarını meşru kılmıyor.
Biz vatandaşların da bazı meşru hakları var ve bunları kullanırken kimseye hesap vermemiz de gerekmiyor
Bu temel meşru haklardan biri siyasi partiler şeklinde örgütlenmek ise bir diğeri de siyaset yapmak için bize tanınan her türlü vasıtayı kullanmaktır.
Yayın yapmaktan tutun da gösteri yürüyüşü yapmaya kadar, bir dizi tartışılmaz, kullanılması idari kararlarla engellenemez haklar bunlar.
Kamuoyunda "Kobani Olayları" diye bilinen ve Selahattin Demirtaş'ın senelerdir hapiste tutulması için uydurulan gerekçelerden biri olarak da kullanılan meseleye bu açıdan bakmak gerekir.
Dün bu davanın 11. duruşması yapıldı.
Bir tür tiyatro aslında çünkü suçlananlar ile ilgili somut deliller nerede, suçlananlar bu delilleri nasıl çürütüyorlar filan gibi bir ceza yargılamasının temel çizgisi izlenmiyor.
Âdet yerini bulsun diye duruşmalar yapılıyor, seçime yakın karar da verecekler, daha önce vermeyeceklerine iddiaya girerim.
Bu olaylar 6 – 8 Ekim 2014 tarihinde yaşandı.
Olay tarihi 2014, davanın açılma tarihi 2021, geldik 2022'ye dava hâlâ devam ediyor.
Demek ki savcılık ve emniyet 7 yıl bu olay üzerine çalışmış. Kim bilir ne deliller buldular ki insanları hapiste tutabiliyorlar.
Belli ki muazzam somut deliller var, suçlular kıskıvrak!
Tabii Türkiye, bir film platosu değil.
Filmlerde savcı polisi sıkıştırır, "delil bulun" diye.
Bizde polis savcıyı sıkıştırmış, "dava aç" diye.
"Davayı açın, ille de HDP MYK'sını işe dahil edin" diyen polisten gelen imzasız bir belge.
Tipik bir durum bu: Polis, kendi sorumluluğunu başkasına yıkmak için savcıya akıl öğretiyor, savcı da Saray'ın gözüne girmek için bu talimata uyuyor ama hepsi birden tembel oldukları için bu belgeyi dosyada unutuyorlar!
Canım memleketimi gel de sevme!
Kobani davası, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri.
Bir diğer büyük adım da CHP'nin 18 yöneticisine karşı açılan, "21 Soruda FETÖ'nün Siyasi Ayağı" broşürü ile ilgili dava.
Bu davalar aslında birbirinin tamamlayıcısı.
Hedefi de Türkiye'de demokratik siyaseti yasaklamak, seçime mümkünse mıntıka temizliği yaparak girmek!
Bu dava, 6 Ekim 2014'te, Kobani'nin IŞİD tarafından ele geçirilmesine göz yumulduğu gerekçesiyle, HDP Merkez Yürütme Kurulu'nun vatandaşları protesto gösterilerine çağırmasından sonra çıkan olaylardan HDP yöneticilerini sorumlu tutuyor.
Yukarıda sözünü ettiğim Anayasa, TC vatandaşlarının protesto gösterisi yapma haklarını teminat altına alıyor.
Önceden izin almak gerekmeden bu hak kullanılabilir.
Bir siyasi partinin yandaşlarını protesto gösterisi için sokaklara davet etmesi de bu çerçevede bir suç değildir, demokratik bir hakkın kullanımı için yapılmış çağrıdır ve özü itibariyle siyasi bir faaliyettir. Partiler zaten bunun için var.
Siyasi Partiler Kanunu'na göre partiler "açık propaganda" haklarına sahiptir.
Böyle bir gösteride suç, gösteriye katılanların şiddete yönelmeleriyle başlar.
Gösteriye çağrı ile değil.
Ve suç kişiseldir, cezai sorumluluk, suçu işleyeni bağlar.
Suça azmettiren varsa o da elbette sorumludur.
Kobani iddianamesinin, onca laf kalabalığı arasında somut deliller ve tanıklıklar ile ortaya koyamadığı da budur: HDP Merkez Yürütme Kurulu, suçu bizzat teşvik etti mi?
Dosyada partinin aldığı bir karar var ve bu karar şiddete davet etmiyor, Anayasal hakkın kullanılmasına yönelik bir çağrı.
Üstelik parti, şiddetin başlamasıyla birlikte aksi yönde bir çağrı da yapmış.
Bu olaylar sırasında tutuklananların sayısı 300'den fazlaydı.
İşlenen suçlarla ilgili olarak davalar açıldı, yargılamalar yapıldı, cezalar verildi.
Soruşturulmayan konu ise şuydu: 46 kişi öldürülür, 682 kişi yaralanırken, devletin güvenlik güçleri ne yapıyordu?
Olayların büyümesine bilerek mi göz yumdular? Türk siyasi tarihini bilenler bundan kuşkulanırlar.
Sayıları, taktikleri, teçhizatları mı yetersizdi? Öyleyse HDP MYK'nın bunda sorumluluğu nedir?
Polis amirleri hatalı emirler mi verdiler ki olaylar kısa sürede bastırılamadı?
HDP dışındaki siyasi unsurlar, bu olaylarda nasıl rol aldılar?
Protesto gösterilerine katılanlar ile Hüda Par yandaşları arasındaki çatışmalarda kaç kişi öldü, kaç kişi hakkında dava açıldı?
Öldürülen TC vatandaşları arasında ayrımcılık yapıldığını, bazı katillerin kollandığını düşündüren uygulamalar da oldu.
Tabii bunlar ceza soruşturmasıyla ilgili olarak işin hukuki yönü.
Meselenin bu yönünü araştırmadan, Saray'dan gelen bir işaret ve polisten gelen emirlerle açılan bu dava ise siyasi!
Siyasi bir dava, çünkü iktidar koalisyonu, seçimlere kadar HDP'den ve onun temsil ettiği 6,5 milyon vatandaşın oyundan kurtulmak istiyor.
Yapılmak istenen bu: Muhalefetin siyaset yapmasını önlemek, cezalandırma tehdidi ile sindirmek!
Muhalefetin bütün unsurlarıyla bu siyasi davaların karşısına çıkması gerekir.
Bugün HDP'ye, yarın CHP'ye!
Bu iş böyle sürüp gider.
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, babası Necmettin Erbakan'ın yaşasaydı "6'lı muhalefet masasında" yer almayacağını söyledi.
"Erbakan Hoca asla 60 yıl sonra Türkiye'nin başına bir CHP'li getirme operasyonuna dâhil olmazdı, altılı masada asla yer almazdı" dedi.
Rahmetli Necmettin Erbakan ile tanıştığımda Fatih Bey henüz dünyaya gözlerini açmamıştı.
12 Eylül'den sonra, Hoca, Uzunada'daki zorunlu ikametinden döndükten sonra tesadüfen Bolu Dağı'ndaki Koru Motel'de bir öğlen yemeği molasında karşılaştığımızı, Hoca ile hâl hatır sorduğumuzu, bir kahve içimi sohbet ettiğimizi de hatırlamasına imkân yok.
12 Eylül'den önce Yankı Dergisi'nde çalışırken Avni Özgürel ile birlikte MSP'yi de takip ederdim, rahmetli Hoca ile gazeteci olarak çok konuştum.
Benim bildiğim Erbakan Hoca, pragmatik bir politikacıydı.
Bugün hayatta olsa CHP ile de ittifak kurabilirdi, MHP ile de. Hatta Erdoğan'a bile tahammül edebilirdi.
Fatih Erbakan, genç bir politikacı olarak elbette kendi yolunu çizecektir.
Ben, tanıdığım Erbakan Hoca'nın bu kadar "keskin" olmayacağını söyleyerek aradan çekileyim.
Bugün yazı uzadı, vaktinizi fazla almayacağım.
Aile Bakanlığı, 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için toplanan yardımların nasıl kullanıldığını bu hafta başında açıkladı.
Onun için artık o soruları sormayacağım.
Diğer sorular geçerliliğini koruyor, hâlâ yanıt bekliyorum.
Sorular hatırlamayan okuyucularım, 29. Zafer haftası sorularını bu linki tıklayarak okuyabilirler.