Memleketimizin Siyasal İslamcılarının şu andaki en büyük sorunu, uluslararası bir sözleşme.
Adı İstanbul'da imzaya açıldığı için kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak biliniyor. Gerçek adı şöyle:
"Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi."
Türkiye, bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülke, çünkü ev sahibi. 11 Mayıs 2011'de imzaladık.
14 Mart 2012 tarihinde de TBMM tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi.
Siyasal İslamcılar, bundan niye hoşlanmıyorlar, sözleşmeyi okuyunca insan kolayca tahmin edebiliyor.
Bu sözleşme, eşlerini serbestçe dövmelerinin önünde bir engel çünkü.
Bu uluslararası sözleşme, kanunlarımızın da üstünde yer alıyor, biliyorsunuz.
Sözleşmeden rahatsız olmalarının bir başka sebebi de şu:
"Her türlü cinsel yönelim sahibi bireyin şiddete ve ayrımcılığa karşı devlet güvencesinde olması!"
Kafanız IŞİD'ciler gibi çalışmıyorsa, bundan niye rahatsız olasınız?
Onlar eşcinselleri damlardan aşağıya atıp öldürüyorlardı, bunlar rahatça dövmek, sokağa çıkamaz hale getirmek istiyorlar!
Hep merak etmişimdir zaten, ortamını bulsalar, bizim Siyasal İslamcıları, IŞİD'cilerden ayırt edebilir miyiz diye.
Tabii aralarında nüans olacaktır ama benzer bir kafa ve uygulamayla karşılaşırız gibi geliyor bana.
İşin ilginci AKP Genel Başkanı'nın da bu taleplere karşı dik duramıyor olması.
Bir kere bu bir uluslararası sözleşme. Bir günde yazılıp, imzalanamaz.
Bunun hazırlığı iki yıl sürdü, o yıllarda AKP iktidardaydı, sözleşmenin hazırlık ekibine Türkiye adına katılan Prof. Dr. Feride Acar'ı AKP'li Dışişleri Bakanı önerdi.
Sözleşmenin imzalanmasından sonra TBMM'de kabulü gerekiyordu, çoğunluğu AKP'li olan TBMM'de sadece bir çekimser oyla kabul edildi. Aleyhte oy kullanan olmadı.
AKP Genel Başkanı o tarihte "imza attırdığı" sözleşmeyi okumamış mıydı? Yoksa yine mi "kandırılmıştı"?
Burası hâlâ bir muamma, anlatsa da öğrensek keşke.
Ancak dikkatimi çeken şu: AKP Genel Başkanı, neredeyse bir yılı aşkın bir süredir sözleşme ile ilgili mırın kırın ediyor.
Geçtiğimiz yılın haziran ayında "bu sözleşmeyle ilgili rahatsızlıkları anladığını" söylemişti mesela.
AKP milletvekilleriyle geçtiğimiz şubat ayında yaptığı sohbette "sözleşmeyi gözden geçirmemiz gerek, çalışma yaptırıyoruz" demişti.
Geçen gün de "çalışıp gözden geçirin, halk istiyorsa kaldırın, halkın talebi kaldırılması yönündeyse buna göre karar verilsin" dedi.
Halkın talebinin ne olduğunu nasıl anlayacaklar, onu bilmiyoruz tabii. Referandum yaparlar mı dersiniz?
Gördüğünüz gibi AKP Genel Başkanı, bir yılı aşkın süredir hep aynı noktada: Çalışıyoruz, çalışın, halkın fikri ne, rahatsızlıkları anlıyorum filan falan...
Sizce Recep Tayyip Erdoğan'a uyuyor mu bu tutum?
Her konudaki fikrini açıkça söyleyip, anında yaptıran Erdoğan, neden bu konuyu lastik gibi uzattıkça uzatıyor?
Niye kestirip atamıyor?
Neden imza attığı, "sessiz devrim" diye reklamını yaptığı sözleşmeyi savunamıyor?
Savunmak istemiyorsa, sözleşmeden hemen çekilme emrini neden veremiyor?
Galiba yanıtı biliyorum:
Seçimler yaklaşırken bu konuyu yeni bir toplumsal çatışma vesilesi haline getirmek amacıyla elinin altında hazır tutmak istiyor gibi geliyor bana.
Şunu gerçekten merak ediyorum: AKP'nin "kendi doğal seçmeni" diye düşündüğü insanlar, bu kadar saf olabilirler mi?
İşsiz bir genç, "sana iş bulamadık ama istersen karını da, eşcinselleri de rahatça dövebilirsin" denilince fikrini değiştirip, yine AKP'ye oy verir diye mi düşünüyorlar?
ÖSYM Başkanı, YKS'de Mabel Matiz'in bir şarkısı ile ilgili soru sorulması üzerine soruşturma başlatmış.
"Soruşturma başlatmak" son yıllarda Türkiye'nin en yerli ve milli davranış kalıplarından biri oldu.
Bir istatistik bulamadım ama sadece gazete haberlerine bakarak bile bir yılda bu türden on binlerce soruşturma başlatılıyor, orası kesin.
Bu kez sorun Mabel Matiz'in bir şarkı sözünün Türkçe sınavında sorulmuş olması.
Bu tür sorular, cevaplayanların Türkçe okuma ve anlama yetisini ölçüyor.
Dolayısıyla sorunun kiminle ilgili olduğundan çok, doğru formüle edilip edilmediği ve doğru yanıtın seçenekler arasında olup olmadığı önemli olmalı.
Ama bizde Siyasal İslamcı gelenek, mazrufla değil, zarfla ilgili.
Nitekim onların baskısı, ÖSYM'nin soruşturma açmasıyla sonuçlandı.
ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Halis Aygün şöyle konuşuyor:
"Kurumumuz yönetiminin milli, manevi değerlerimiz ve toplumsal değer yargılarımız konusundaki hassasiyeti açıktır. 2020 YKS'nin TYT oturumunda yer alan Türkçe alanındaki ilgili sorunun içeriği hakkında inceleme başlatılmıştır. Sorumlu kişiler soru hazırlama süreçlerinden çıkartılacaktır."
Adının önünde "profesör" yazan adama göre bir şarkı sözü ve ondan çıkarılan iki soru, milli, manevi değerlerimizi ve toplumsal değer yargılarımızı alt üst edebiliyor!
Böyle bir şey mümkün olabilir mi?
Bir sınav sorusuyla bile bu değerleri alt üst edebilmek mümkünse, tutarlı ve derli toplu bir değerler bütününden söz edebilir miyiz?
"Milli ve manevi değerlerimiz" dedikleri şey her ne ise, demek ki bu kadar zayıf bünyeli!