Mevlid – i Nebi Haftası için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırlattığı filmleri izlediniz mi bilmiyorum.
Bu kısa filmlerin amacı, Peygamber’in doğum yıl dönümü nedeniyle İslam’da aile hayatının önemine işaret etmek.
Bu filmler ile ilgili bir çözümlemeyi Tayfun Atay dün T24’te yazdı, okumuşsunuzdur.
Kısaca söyleyecek olursam Diyanet İşleri’nin tipik işlerinden biri daha!
Kadını, evinin içine hapseden, görevini “ev kadınlığı, annelik” olarak tanımlayan, çağdaş gelişmelerin önüne üç beş çapsız tavsiye ile geçebileceğini zanneden bir zihniyetten ne beklenebilirse, o yapılmış.
İşin doğru olan tek yönü, artık Peygamber’in doğumunu kutlamayı, TBMM’nin açılış haftasına sabitlemekten vazgeçmiş olmaları.
Hatırlarsınız, Fethullahçılar ile aynı tencereye kaşık salladıkları günlerde, Kutlu Doğum Haftası’nı, 23 Nisan haftasına sabitlemişlerdi.
Diyanetçiler de, Fetullahçılar da Atatürk’ten ve Osmanlı’nın bitişini ilan eden her şeyden nefret ediyorlar çünkü.
Ne de olsa hepsi milli mücadeleciler için ölüm fetvası veren Dürrizade’nin cüppesinden çıkmışlar!
Ancak artık Peygamber’in Hicri takvimdeki doğum günü, Miladi hangi güne denk geliyorsa, bu hafta o zaman kutlanacak.
Bu yıl kutlama haftasının konusu “aile” olarak seçilmiş.
Benim de bazı önerilerim var, günün birinde yeniden bu “aile kavramının önemini” vurgulamak isterlerse bu tür videolar çeksinler, günümüz için daha anlamlı olur.
Mesela videolardan biri, üst düzey kamu görevlilerinin, rüşvet yerken ve ihalelerden komisyon alırken, işin içine hiç olmazsa çocuklarını karıştırmamaları gerektiği konusuna ayrılabilir.
Bu tür işler, çocukların babaya saygısını azaltacağı gibi çocukları kötü yola iterek, babaların da esas görevlerini yapmamalarına yol açıyor.
Bir diğer videonun konusu, aile hayatında kadının önemine ayrılabilir.
Mesela diyelim ki üç gün öncesine kadar çulsuz bir kamu görevlisi günün birinde evine yepyeni bir otomobille geliyorsa eşinin ona şöyle söylemesini öneren bir video: “Bey, hayırdır, bu da nereden çıktı? Bu helal parayla alınmış olamaz. Ben buna Vallahi de binmem, Billahi de binmem, çocuklarımı da bindirmem!”
Böylece, evde oturup kocalarına kek pişiren kadınların da toplumdaki çürümeye karşı yapabilecekleri görevlerinin olduğunun altı çizilmiş olur.
Çünkü kocalarının ne haltlar karıştırdığını en iyi bilebilecek durumda olanlar o adamların eşleri olan kadınlardır.
O kadınlar rüşvet ile kazanılan geliri, kaynağını sorgulamadan zevkle harcamaya yönelmeyip, tam tersine bu geliri sorgulamaya başladığı vakit, yolsuzlukları önlemek konusunda bin tane kanundan daha önemli bir adım atılmış olur.
Benden bugünlük bu kadar, Diyanet İşleri bunları bir yaptırsın, gerisine de yardım edeceğim, söz veriyorum.
***
Bülent Arınç, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) mağdurları ile ilgili olarak “faciadır” deyince, AKP’de kıyamet koptu.
Arınç’ın istifa etmesini isteyen de var, “bu iş Cumhurbaşkanı’nın bizzat uygulamasıdır, nasıl karşı çıkarsın” diyen de.
Bülent Arınç da bildiğimiz gibi! Bu sert tepki karşısında hemen geriledi, lafı gevelemeye başladı.
Bunca yaşa gelmişsin, hukukçusun, artık siyasi bir beklentin de kalmamış, Cumhurbaşkanlığı YİK üyesi olmuşsun, damadın da beraat etmiş, kimden, niye çekiniyorsun?
Ben açıkça buradan yazayım: KHK’lar ile insanların özlük haklarını yok etmek facianın da ötesinde, hukuk tanımayan faşist bir uygulamadır.
KHK’lar, 15 Temmuz darbe girişiminin ertesinde ilan edilen Olağanüstü Hal döneminin ürünleri.
O günün şartları altında olağanüstü hal ilan edilmesi gerekliydi.
Bir darbe teşebbüsü olmuş, devletin en küçük hücrelerine kadar yayılmış, habis bir örgüt söz konusuydu ve yeniden baş göstermemesi için tedbirlerin, olağanüstü şartların gerektirdiği bir zeminde alınmasında bir tuhaflık yoktu.
Ne zamana kadar?
Öncelikle KHK’lar, Anayasa’ya göre olağanüstü hal uygulamasının ilanına gerekçe olan nedenler ile sınırlı olmalıydı.
Böyle olmadı, sadece Fethullahçı darbecileri değil, AKP’li olmayan, muhalif görüşlere sahip üniversite hocalarını bile buna dayanarak üniversiteden attılar.
Anayasa açıkça çiğnendi, muktedirin bir işaretiyle AYM de buna göz yumdu.
İkinci olarak, Anayasa’ya göre KHK’ların sonuçlarının, olağanüstü hal durumunun TBMM tarafından sonlandırılmasıyla birlikte ortadan kalkıyor olması gerekirdi.
Böyle de olmadı.
Olağanüstü hal bitti, KHK’ların sonuçları ortada duruyor! Anayasa bir kez daha ihlal edildi.
OHAL döneminde, bazı kişilerin FETÖ ilişkilerinden “şüphe” nedeniyle görevlerinden uzaklaştırılmaları Anayasa’ya da, yasalara da uygundu.
Ama o vakit bu şüphenin, hukuki bir sonuca ulaşması için gereken de yapılmalıydı: Yargılama, mahkumiyet ya da beraat!
Aleyhlerinde her hangi bir mahkeme kararı olmayan insanlar, hala OHAL şartlarının sonuçlarını yaşıyorlar.
Bunun gerekçesi “FETÖ ile mücadeleyi zayıflatmamak” olamaz.
Fethullahçıların, masum ile suçlunun birbirine karıştırılmasından en çok yararlanacak olan çete olduğu gerçeğini unutmamak gerek.
Evet, Bülent Arınç, durmuş saat gibi de olsa bu kere doğruyu gösterdi ama kendi sözünün bile arkasında duramadı.
***
Türkiye İmam Hatipliler Vakfı diye bir kuruluş var.
Bu kuruluş adı üzerinde İmam Hatip mezunlarının hayır – hasenat işleri için kurdukları bir vakıf.
Vakıf, bir malın ya da gelir getirici bir işin, sahibi tarafından hayır yapmak amacıyla sonsuza kadar tahsis edilmesi anlamına geliyor.
İslam medeniyetinde özel bir yeri ve önemi var.
İslam Ansiklopedisi’nin yazdığına göre Ebû Hanîfe, mülkün, vakfedenin elinde kalmasını ancak gelirinin hayır işlerine harcanmasını öneriyor.
İmâmeyn’e göre ise gelir getirici mülk, vakfedenin değil, kamunun (Allah’ın) mülkü haline geliyor. Hanefi doktrini bunu benimsiyor.
Şâfiî ve Hanbelî düşüncesi de buna yakın.
Maliki fıkıhçılar ise Ebu Hanife gibi düşünüyorlar.
Kısacası, İslam dininde vakıf dediğimiz kurum, vakfedilenin gelirinin, hayır işlerine harcanması işi.
Bunu imam hatiplerde senelerce dirsek çürütmüş olanlar bilmiyor olamaz, ben bile biliyorum:
Başkasının parasıyla vakıf kurulmaz ve hayır yapılmaz.
Ancak Belediye seçimlerinden sonra gördük ki İslamcıların kurduğu vakıfların elleri, milletin cebinden çıkmıyor.
Mesela İmam Hatipliler Vakfı, düzenlediği bir yarışmayı Konya Selçuklu Belediyesi’ne finanse ettirmiş. Toplam 1 milyon 100 bin lira almış.
Oysa imam hatip mezunları kendi aralarında toplanıp vakıf kuracaklarsa, mülkü ya da gelir getirici işleri kendileri bağışlamalıydı.
Hem vakıf kurup “hayır yapıyorum” diye caka sat, hem de cebinden beş kuruş çıkmasın, milletin parası harcansın.
Bundan sevap filan çıkmaz aziz imam hatipli kardeşlerim, öbür dünyadaki saadetiniz için hayır yapmak üzere bu işe kalkıştıysanız, buna sakın güvenmeyin derim!
“Yok bizim amacımız aslında siyaset, vakıf bahane” diyorsanız da sorgu gününe sıkı hazırlanın, bir kaç soru da bu bahisten çıkacak, uyarı tebliğimi yapmış olayım!