Sosyal medyada yaşanan küçük bir fırtına, BlueTV'nin Çıplak isimli diziyi yayından kaldırmasıyla sonuçlandı.
İlk bakışta şu genel çerçeveye oturuyor ve bu yönüyle de bizim memleketimiz için sıradan bir olay gibi görünüyor:
Şu ya da bu nedenle sosyal medyada bir itişme – tartışma başlıyor ve bu tartışma bireysel haklarımızın kafasında patlıyor.
BlueTV, Netflix ya da Amazone Prime gibi bir "video streaming" kanalı.
Abonelik için tespit edilmiş fiyatı ödüyor, aylık, yıllık abone oluyorsunuz.
Parayı öderken, neyi satın aldığınızı biliyorsunuz: Diziler, belgeseller, eski – yeni filmler, kanalın sadece aboneleri için özel olarak ürettiği yapımlar.
Size sunulan içerikten memnun değilseniz, ertesi ay aboneliğinizi iptal de edebiliyorsunuz.
Kimse bu platformdaki içerikleri izlemeniz için kafanıza silah dayamıyor.
Ve kimse "ben vazgeçtim, seyretmeyeceğim, abonelikten çıkacağım" dediğiniz zaman, çocuklarınızı rehin alıp, "çıktığına pişman ederim seni" de demiyor.
Bu tür ürünleri "kişiye özel" hale getirip, kullanmak da sizin elinizde.
Bazı içeriklerin çocuklarınız için uygun olmadığını düşünüyorsanız, şifresini onlardan saklarsınız, dizinizi izleyip, yatmaya karar verdiğinizde de uygulamayı tamamen kapatabilirsiniz.
Yani bu tür platformları bir televizyon kanalı gibi düşünürseniz, yayın akışına, içeriklerine karar veren genel müdürü de siz olursunuz.
BlueTV, Çıplak dizisiyle ilgili sosyal medyada başlayan tartışmalar üzerine içeriği "uygulamaya çocuk kilidi eklenene kadar" kaldırmaya karar verdi.
Bunu duyunca önce "saçma" dedim, yetişkinlerin para ödeyip abone olduğu bir video platformu bu tür içeriği niye kaldırmak zorunda olsun?
Sonra gözümün önüne "rejimin bekçileri" geldi.
RTÜK, Fahrettin Bey, Pelikancılar, Valiler, Emniyet Müdürleri, Kaymakamlar...
BlueTV'ye hak vermemek elde mi?
Kapatabilirler, ödenemeyecek bir ceza kesebilirler, bir savcı marifetiyle olmadık suç yaratabilirler. Bir girişimci böyle bir şeyi niye göze alsın?
Bunun sonucu "otosansür" oluyor haliyle.
Yayıncının, kendi kendisini gönüllü olarak sansürlemesi gibi görünüyor böyle söyleyince.
Ancak değil. Bu, gönüllülükten değil rejimin yarattığı ortamdan kaynaklanıyor.
Rejim, "tek tip birey" yaratma peşinde koşarken, "beğenmediği öteki tip bireye" de tahammülsüzlüğünü her fırsatta gösteriyor.
Stratejik hedefine ulaşabilmek için davalar açmak, muhalif kanallara ve gazetelere kesilen, bitmek bilmez para cezaları, sosyal medya trollerinin linçine tabi tutulmak gibi bir dizi taktiği de var.
Ve biz sıradan bireyler, zaman içinde, aslında bizlere ait kişisel alanlara yapılan bu müdahalelerle mücadele etmekten de vazgeçip / yılıp, kabul etmeye, içimize sindirmeye başlıyoruz.
Bu kendisini tekrarlayarak daralan bir zincir aslında.
Rejimin gizli – açık sansürü ve ceza tehdidi, otosansürü kışkırtıyor. Otosansürün kendini korumak için tek önlem haline gelmesi, rejimin bizlere tanıdığı alanı biraz daha daraltmasıyla sonuçlanıyor.
"Rejim çıplak" diye sokaklarda bağırmak gerekmiyor; kendi uygulamalarıyla ve sistematik sansürüyle niteliğini ortaya koyuyor.
Bu ne kadar sürer?
Tarihte, vatandaşlarının neyi okuyabileceğine, neyi izleyebileceğine, nasıl eğleneceğine kendisi karar vermek isteyen rejimlerden hiçbiri ayakta kalmadı. O rejimlerin sahipleri arasında hayırla yad edilen de hiç yok.
Bu rejimin ömrü de bilemedin 2023 Haziran ayına kadar!
Bir süredir unutulmuş gibi görünüyordu, yeniden hortladı.
Hortlayan şey Fethiye'de, Karagözler Mahallesi olarak bilinen yere bir marina yapılması işi.
Tam olarak yerini şöyle tarif edebilirim: Letonya Tatil Köyü'nün hemen yanı!
Çam ormanının, deniz ile adeta öpüştüğü bir noktaya yapılacak olan iş şu: 328 yat kapasiteli liman, 75 yataklı otel, 5 lokanta, bir alış veriş merkezi ve marina ile ilgili işlerin yürütüleceği ofislerin bulunacağı idari binalar.
Bu cennette yapılacak marinanın adını tahmin edemezsiniz, ben söyleyeyim: Akmarin Yat Limanı!
Adındaki "ak"tan yola çıkarak tahminlerde bulunmak mümkün tabii ama ben bilmediğim konuda spekülasyon yapmam.
Bildiğim şey şudur ki bu büyüklükte bir marina ve alış veriş merkezi, Fethiye Körfezi'nin en gözde noktalarından birini yok eder.
Bağlı tekne sayısının böylesine artmasının, Körfez'de yaratacağı kirliliği ve denizdeki doğal yaşam alanlarına vereceği zararı da buna ekleyin.
Ve şimdi, bu marina için ÇED raporu hazırlanıyor. Bunun için halkın bilgilendirilmesi ve itirazlarının dinlenmesi ile ilgili bir toplantı yapılması da zorunlu.
Muğla Valiliği, bu toplantıyı 25 Aralık günü, Fethiye'de bir okulun konferans salonunda düzenliyor ve bütün Fethiyeliler de toplantıya davetli.
Peki, Muğla Valiliği'nin bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı genelgesi ne diyor?
1 Mart 2021 tarihine kadar sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, sendikalar, birlikler ve kooperatiflerde genel kurul dahil bütün etkinlikler ertelenecek.
Şartlandırılmış havalandırma sistemi olmayan oteller dahi kapalı kalacak.
Marina inşaatı beklemesin diye ÇED toplantısını 25 Aralık'ta bir okulun, havalandırmasız konferans salonuna koyan Valilik, bu tür genelgeleri okuyor mu acaba?
Yoksa, emir en tepeden geldi de İçişleri Bakanı'nın verdiğini sallamıyorlar mı?
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Koronavirüs aşısıyla ilgili 50 milyon dozluk anlaşma imzaladıklarını belirterek, "Her şey normal seyrederse aşıya 11 Aralık'ta, sağlık çalışanlarına yaparak başlamak istiyoruz" dediğinde günlerden 2 Aralık Çarşamba idi.
Dün bu yazıyı yazarken de günlerden 16 Aralık Çarşamba'ydı!
Bakanın verdiği tarihin üzerinden 2 hafta geçti, tık yok!
Şu andaki durumumuza göre, yaygın bir bağışıklık sağlayıp, salgın nedeniyle duran hayatı canlandırmak için aşılamamız gereken kişi sayısı minimum 50 milyon olmalı.
Bağlantısı yapılmış ancak henüz aşıyı sipariş eden hiçbir ülkede onaylanmamış aşı siparişimiz 25 milyon kişiyi aşılayabilir.
Bakan, yerli aşının da Nisan ayında hazır olacağını söylüyor.
Bu biraz zor görünüyor çünkü birinci faz yeni sonuçlandı.
Her şey yolunda giderse minimum 6 ay saymak gerekir ki Haziran başını buluruz.
Erdoğan yönetiminin beceriksizliği ve öngörüsüzlüğü nedeniyle aşının gecikmesi, bu yılki turizm sezonunu da kaçırmamız sonucunu doğurabilir.
Yönetim, inşallahı maşallahı bırakıp, bu sorunu çözmek için ne gibi somut adımlar atıyor, bir an önce açıklamalıdır.