Meclis’i birbirine katan ve sonunda bir milletvekiline, TBMM’de söylediği sözler için Cumhuriyet Başsavcısı’nın resen başlattığı soruşturma ile ilgili haberleri bir cümle ile özetle derseniz, şunu söylerim:
Recep Tayyip Erdoğan’ın aklına estiği zaman herkese serbestçe söylediği sözleri, kendisine söyleyemezsiniz!
Adalet sistemimizin bu konudaki tutumu, "ete gelince mırmır, ota gelince havhav" şeklindeki emsalsiz halk deyişimizin kulaklarımızda bir kez daha çınlamasına neden oluyor.
Aslına bakarsanız biz TC vatandaşlarının, Cumhurbaşkanı’na hakaret diye bir meselesi eskiden yoktu.
Fakat Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinden beri böyle bir mesele var.
7’şer yıl görev yapan cumhurbaşkanlarından Kenan Evren’e hakaret ettiği için yargılananların sayısı 340. Turgut Özal döneminde bu sayı 207, Süleyman Demirel döneminde 158 oldu. Ahmet Necdet Sezer’e 11 kişi hakaret ettiği için yargılandı. 840 kişi de Abdullah Gül’e hakaret ettiği iddiasıyla hakim karşısındaydı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk 4 yılında sanık sayısı 17 bin 406’ya çıktı.
Ne oldu da böyle oldu? Türkler astro – kozmik birtakım olayların etkisi altında kalıp, delirdiler ve durduk yerde Cumhurbaşkanı’na hakaret etme isteklerini dizginleyemez hale mi geldiler?
Yoksa, Erdoğan’ın "menzil-i maksut" dediği benim kısaca "rejim değişikliği" diye tanımladığım yolda, atılması gereken adımlardan biri de Erdoğan’ı eleştirmeye niyetlenenleri pişman etmek mi?
Buyurun, birlikte düşünelim.
Bizde 1961 yılına kadar böyle bir suç tanımlanmamıştı. Ondan önce genel olarak devlet kurumlarına hakaret suçu içinde değerlendiriliyordu. 1961 Anayasası ile birlikte hayatımıza girdi.
O vakit kanun koyucu şöyle düşünmüştü: Cumhurbaşkanı, 1961 Anayasa’sına göre artık tarafsız ve bağımsız. Eylem ve işlemlerinden sorumlu tutulamaz, vatana ihanet dışında yargılanamaz. Ve bu makam devletin ve milletin birliğini temsil eden bir makamdır. O halde bu makam herhangi bir siyasi makam değildir. Onun için yasayla da korunması gerekir ki Cumhurbaşkanı üzerinden kimse devletin ve milletin birliğine dil uzatamasın!
Recep Tayyip Erdoğan’ın "partili Cumhurbaşkanı" olmasına izin veren Anayasa değişikliğinden sonra da ilgili kanun değişmediği için Cumhurbaşkanına hakaret suçu yerinde duruyor.
Oysa Erdoğan Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyor olmakla birlikte artık yürütmenin de başı.
Referandum ile kabul ettiğimiz Anayasa değişikliklerine göre, eylem ve işlemlerinden sorumlu tutulabilir. İdari kararları mahkemeye götürülebilir. Yasalara göre suç oluşturan eylemleri, TBMM tarafından, Yüce Divan yargılamasına götürülebilir hatta bu nedenle hapse bile girebilir.
Öte yandan aynı zamanda partisini de temsil eden bir politikacı.
Bu durumdaki bir kişinin, her türlü eleştiriye açık olması, demokratik toplum olmanın bir gereğidir. Ki bu eleştiri, bazen sert, şoke edici ve rahatsız edici bile olabilir hatta aile terbiyeniz elveriyorsa daha ileri de gidebilirsiniz.
Mesele parlamenter sistemlerdeki Cumhurbaşkanı’nın konumu ile başkanlık sistemlerindeki konumunun farklılığı meselesidir.
Parlamenter sistemlerde, başbakanlar, cumhurbaşkanlarına göre daha serbestçe eleştirilebilirler.
Çünkü Başbakanlar, eylem ve işlemlerinden sorumludurlar ve yürütmenin başı olarak eleştiriye açık olmaları gerektiği düşünülür.
Demokrasilerde, eleştiri ve hatta sert eleştiri ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Nitekim, AKP Genel Başkanı, Afrin operasyonuna karşı çıkan bir bildiri imzalayan aydınlar hakkında "vicdansız, hain, ahlaksız, adi, terör yardakçısı" gibi sözler söylemişti. Bugün dokunulmazlığı kaldırılıp, hapse atılmak istenen Engin Özkoç’un söylediği sözler gibi yani!
Aydınlar da 1 liralık, sembolik bir dava açmıştı.
Erdoğan’ın, beraat etmesiyle sonuçlanan davada avukatları şöyle savunma yapmıştı:
"Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz."
Meşhur "karakolda doğru söyler mahkemede şaşar" deyişinin tersi yani. Dışarda şaşıyorlar, mahkemede doğru söylüyorlar.
Avukatların "mahkemede doğru söyledikleri" tek örnek bu değil.
Mesela Erdoğan, Selahattin Demirtaş’a "terörist" deyince, Demirtaş dava açmıştı.
Erdoğan’ın avukatlarının bu davayla ilgili mahkemeye verdikleri savunma şöyleydi:
"Nitekim ifade özgürlüğünün sınırları AİHM ve AYM tarafından özellikle siyaset adamları açısından daha da geniş anlamda değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda da siyaset adamlarına yönelen eleştiride kullanılan ifadelerin ağır, şok edici, rahatsız edici olabileceği AYM bireysel başvuru kararları ve AİHM’nin ilke kararları ile sabittir."
Erdoğan bu savunmasıyla beraat etmişti.
Peki Engin Özkoç ile Recep Tayyip Erdoğan arasında ne fark var?
İkisi de politikacı. İkisi de rahatsız edici, şoke edici sözler duymaya açık olmalı.
Ama birisi söylerse, savcılık, milletvekili dokunulmazlığını, Anayasa’yı hiçe sayıp soruşturma açabiliyor. Diğeri söylerse "memlekette demokrasi var, istediğini söyler."
Kusura bakmayın ama bu tutum en başta sözünü ettiğim "ete gelince mırmır, ota gelince havhav" sözünü çağrıştırıyor bana.
Şimdi Erdoğan ve AKP yargısı, "bunu niye yapıyor" sorusuna geçebiliriz.
Böyle yapıyorlar çünkü Erdoğan’ı dokunulmaz ve ulaşılmaz bir makama yerleştirmek peşindeler.
Çünkü ulaşmak istedikleri menzil-i maksut, demokrasi değil. Tek adam yönetiminde, dini – otoriter bir devlet hayalleri var.
Onun için Anayasa değişmesine rağmen, ilgili kanunu muhafaza ettiler ki muhalefeti sindirebilsinler, susturabilsinler, kimse Erdoğan’a yan gözle bakmaya cesaret edemesin.
Ama olmuyor tabii.
Demokrasi mücadelesi de böyle bir şey. Bazen hapse girmeyi ve oradan bir daha hiç çıkamamayı da göze almak gerekiyor.
Bireylerin hayatı açısından "değer mi" diye düşünebilirsiniz tabii. Ama toplumlar, kendisinden daha çok içinde yaşadığı toplumu düşünen bireylerin sayısı ne kadar çok ise o kadar gelişebilirler.
"Bir hakaret davasından yola çıktın, amma da abarttın" diyebilirsiniz.
Fransa’da da, bizdeki gibi Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu var. De Gauelle döneminde bu suçtan mahkûm olan Fransızlar vardı.
Bu suç, Fransız kanunlarından hâlâ çıkarılmış değil. Buna karşın 1974 yılından bu yana yargılanıp, mahkûm olan da yok.
Hayır, Fransızlar, Türklere göre daha iyi aile terbiyesi aldıkları için değil!
Valery Giscard d’Estaing, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra savcılıklara bu iddiayla dava açılmaması talimatını vermişti.
Ardından gelen Cumhurbaşkanlarının tümü (Mitterand, Chirac, Sarkozy, Hollande, Macron), d’Estaing’in bu kararına saygı gösterdiler ve onlar da bu korumadan yararlanmadılar.
Fransa’da Cumhurbaşkanlarını istediğiniz gibi eleştirebilirsiniz, başınıza bir iş gelmez.
Politikacılar, sıradan insanlara göre eleştiriye daha açık ve daha hoşgörülü olmalılar.
Engin Özkoç’un AKP kamuoyunda "infial" yaratan sözlerinin aynısını sabah seansında bizzat Erdoğan, Kılıçdaroğlu için söylemişti.
Ve Erdoğan’a özel olarak iletmek isterim ki, kendine söylenmesini istemediğin sözleri, başkalarına söyleme!