AKP Genel Başkanı’na göre Fethullahçıların siyasi ayağını aramamız gereken yer CHP, HDP, İyi Parti.
Erdoğan’ın "hınk deyicisi" Devlet Bahçeli de o kanaatte görünüyor.
Yaptığı çıkışın ucunun AKP’ye dokunacağını düşünmüş olsaydı, bu siyasi ayak meselelerini hiç kurcalamazdı, iddiaya girerim.
Erdoğan şuna inanmamızı istiyor: Devletin her kademesinde örgütlenmek için her türlü yasa dışı işi, iktidar gözetiminde ve onayıyla yapabilen Fethullahçılar, iktidar partisini es geçmişler ve o yıllarda iktidara gelme olasılığı hiç görülmeyen küçük muhalefet partilerinde örgütlenmeye hız vermişler!
Olabilir mi?
Gizli örgüt kurmuşum ve devleti ele geçirip, "menzili maksuda" varmak istiyorum ama iktidar partisini boş vermiş, küçük partilerle uğraşıyorum!
AKP Genel Başkanı kusura bakmasın ama buna çocuklar bile inanmaz!
Böyle amaçları olan bir gizli örgüt, her siyasi partiden önce, iktidar partisine yanaşmak ister.
Bu gizli örgüt, iktidar partisini içeriden kontrol edebiliyor olmalıdır ki istediği tayinleri yaptırabilsin.
Önemli makamlara getirilmesini sağladığı elemanlarını koruyabilsin. Emekli olanların yerlerine yenilerini tayin ettirebilsin.
Elbette böyle bir gizli örgüt muhalefet partilerini de tamamen es geçmez.
Ama kabul edelim ki bu, muhalefeti kontrol etmek amacıyla olur. "Bir gün iktidara gelirlerse işe yarar" diye değil.
AKP Genel Başkanı, kendisi söyledi ki aynı menzili maksuda gidiyorlar diye bu örgüte ne istediyse verdi.
Onlar da muhalefeti tasfiye etmek işinde kendisine yardımcı oldu.
Türkiye’de servetin el değiştirmesi süreci, bu ikilinin ortak çabasıyla gerçekleşti.
Aynı dönem Türkiye’nin uluslararası yolsuzluk endekslerinde tepe aşağı yuvarlanmaya başlamasına da tekabül ediyor.
Kendi deyimiyle söyleyeyim, "hepiniz oradaydınız"!
Kim o örgütün üyesiydi, kim gönüllü olarak yardım etti, bunu ben bilemem.
Zaten söylediğimiz de budur: Bu ortaya çıksın!
"17 - 25 Aralık miladı" hukuken zaten geçersiz bir milattır.
Meclis’e ait bir af yetkisini, idare ya da yargı kullanamaz.
Hem ne biliyorsunuz, 17 - 25 Aralık’tan sonra "ben cemaatten ayrıldım" diyenlerin, kripto olmadıklarını?
Örgüt ne olur, ne olmaz diye içindeki önemli kişilerden bir bölümünü bu taktikle uykuya yatırmış olamaz mı?
Sabıkalarına bakarsak, pekala böyle yapmış da olabilirler.
Emin Çölaşan ve Necati Doğru’nun, Fethullahçılara yardım ettiğine inanıyorsunuz da, bazı Fethullahçıların "tövbekar" numarası yapmış olabileceklerine neden inanmıyorsunuz?
Öğrencilerin Türkçe bilgi ve becerilerini ölçmek amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 ilde 7. sınıf öğrencisi 1850 çocuk ile yaptığı ölçümün sonuçları açıklandı.
Mustafa Mert Bildirici’nin BirGün’de yayımlanan haberinin başlığı şöyleydi: Öğrencilerin acı tablosu: Çok laf, az bilgi.
T24 editörlerinin bu haber için seçtiği başlık da şöyleydi: Öğrenciler, Türkçe okuma ve yazmada sınıfta kaldı!
Okuma testinde "tam başarı" gösteren öğrencilerin oranı binde 5! Öğrencilerin ortalama başarısı soruların yarısını yanıtlayabilmek oldu.
Dinlediğini anlama konusundaki testin sonuçları da aşağı yukarı böyle.
Türkçe yazma becerisinde ise tam not alan çıkmadı. Başarı oranı da diğer testlerin altında kaldı.
Konuşma testi ise biraz daha başarılıydı.
Bu sonuçlara bakan meslektaşlarım, çocukları suçluyorlar ama aslına bakarsanız sınıfta kalan Türkiye’nin Milli Eğitim Bakanlığı.
PISA testinden de biliyoruz ki çocuklara matematik öğretemiyorlar. Fizik, kimya, biyolojiyi hiç sormayın. Yabancı dil hak getire!
Ana dillerini bile öğretemeyen bir eğitim sistemi var elimizde.
Dünya lideri tarafından yönetilirken şaha kalkmış ve Almanları kıskançlıktan çatlatan bir ülkenin çocuklarının durumu bu: Kendi dillerini bile öğrenemiyorlar.
Buradaki tek sevindirici sonuç, çocukların dinleme becerilerinin de çok yüksek olmaması.
Hiç olmazsa haber kanallarındaki abuk sabuk tartışmaları dinleyip, kafaları iyice karışmıyor diye teselli bulabiliriz.
Tek derdi imam hatip okullarının sayısını arttırmak olan bir iktidarın elinde, Türkiye gerçek bir beka sorunu yaşıyor.
Bu tabloda yapılacak bir tek şey var aslında: Milli Eğitim Bakanlığı’nı kapatıp, çocukları da kendi hallerinde bırakmak!
Nasıl olsa bir şey öğrenemiyorlar, bırakın çocukluklarının tadını çıkarsınlar, gezip - oynayıp eğlensinler!
Böylece eğitimli bir kuşak yetiştiremesek bile hiç olmazsa mutlu bir nesil yetiştirmiş oluruz!
* * *
Yıllar önce Moskova’dayken, aşağıda okuyacağınız yazıyı yazmıştım. Test sonuçlarını görünce onu hatırladım. Bizim için hâlâ güncel.
Bu aynı zamanda "neden Türkler, Ruslardan füze sistemi alıyorlar da, Ruslara sadece domates satabiliyorlar" sorusunun yanıtını da veriyor.
Yazı şöyleydi:
"Moskova Belediyesi Eğitim Dairesi Başkanı, en iyi okulların müdürlerini, bazı yükseköğretim kurumu yöneticilerini ve velileri bir araya getirdi ve okulları denetledi. Denetleme sonucunda bir okulun tamamen kapatılmasına karar verildi. 874 numaralı ortaokulun kapatılmasının ve öğretmenlerinin işten çıkarılmasının nedeni öğrencilerinin yarısından fazlasının matematikten "zayıf" almış olmasıydı.
Öğrencilerin yüzde 62’si Rusçadan sınıf geçebilecek not alamamıştı. Kimya dersinde bu oran yüzde 68, İngilizcede yüzde 70. Bunun sonucunda incelemeler diğer okullara da yaygınlaştırıldı ve kötü durumdaki okulların müdürleri ile öğretmenleri görevden alındı. "Çok kötü" durumda olanlar ise tamamen kapatıldı. Öte yandan şuna da dikkatinizi çekerim: Otoriter bir yönetim altında olan Rusya’da, okullar ile ilgili karar verilirken öğrenci velileri de karar sürecinde yer almışlar.
Liseye gönderdikleri çocuklarının bir gecede imam hatipli olduğunu öğrenen Türk velilerin durumundan ne kadar farklı, değil mi? Peki bir de soru: Böyle bir uygulama bizde olsa, kaç okulumuz açık kalabilir dersiniz?"