AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin geçen haftaki grup toplantısında "hamdolsun çalışmak isteyen herkesin iş bulabildiği bir ülkede yaşıyoruz" dedi.
Bunu çalışma çağındaki nüfusunun yarısı işsiz olan bir ülkede söyledi.
Bu durumda iki olasılık var: Ya Erdoğan'a memleket gerçekleri ile ilgili hiçbir şey söylenmiyor, ondan gizleniyor.
Ya da Erdoğan, gerçek olmayan şeyleri gözümüzün içine baka baka söyleyebiliyor ve bunu siyaset yapmak zannediyor.
TÜİK'in iş gücü istatistiklerinde yaptığı onca hokkabazlığa rağmen örtülemeyecek, saklanamayacak gerçek, çalışma çağındaki nüfusumuzun yarısının işsiz olduğu gerçeği.
Bunların önemli bir bölümünü artık iş aramaktan tamamen ümidini kesmiş insanlar oluşturuyor.
Büyük ölçüde sosyal yardımlar ile yaşamlarını sürdürmeye çalışan, kıt kanaat yaşayan insanlar bunlar.
Geçtiğimiz yıl 6 milyon hane sosyal yardımlardan yararlandı.
TÜİK'e göre ortalama hane nüfusu 3,4 kişi.
Bu, yaklaşık 20 milyon kişinin sosyal yardımlara muhtaç hale geldiğini gösteriyor.
Oysa, 8 yıl önce, 2014 yılında, devletten sosyal yardım adı altında "sadaka" alan hane sayısı bunun tam yarısıydı: 3 milyon hane!
Türkiye Erdoğan yönetiminde öyle bir uçuşa geçmiş ki devletten yardım alarak yaşamak zorunda kalanların sayısı 8 yılda ikiye katlanmış.
İşsizliği azaltmaya yönelik hiçbir ciddi önlem alınmadığı için yardım alan ailelerin sayısı her yıl biraz daha artıyor.
Gelecek yıl 6 milyon haneyi de geride bırakacağız demek bu."Sosyal devlet" görüntüsü altında "sadakaya bağımlı" dev bir kitle var.
Ve Erdoğan, devletin yardımına muhtaç bu insanlara "şükür" tavsiye ediyor:
"Yaşadığımız sıkıntılar şükürsüzlüğe, manevi isyana sürüklerse asıl felaketimiz işte o zaman başlar."
Dinin ezilen kitlelerin itirazlarını bastırmak ve yoksulluğu "normalleştirmek" için nasıl kullanıldığının tipik bir örneğini sergilemek de Erdoğan'a nasip oldu.
Altı muhalefet partisi liderlerinin toplantısının ardından yayımlanan bildiride "Cumhurbaşkanı adayının taşıması gereken nitelikler" de açıklandı.
Muhalefetin, "MHP ve BBP'nin adayı" Recep Tayyip Erdoğan'a karşı çıkaracağı aday şu nitelikleri haiz olacakmış:
"Uzlaşmacı, özgürlükçü, demokratik değerleri içselleştirmiş, milletimizin tamamını kucaklayan, siyasi ahlak ilkelerini benimseyen, liyakat sahibi."
Muhalefet liderleri, bu kriterleri belirlerken bir aday ismi üzerinde de durmamışlar.
Önemli olan, bu kriterlere uygun bir aday bulabilmekmiş.
Bildiride yer alan bu kısacık cümle, Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 yıllık iktidar sergüzeştinin Türkiye'yi getirdiği yeri gayet iyi tanımlıyor.
Öyle bir dönemden geçtik ki Cumhurbaşkanı adayında aramamız gereken asgari kriterler, "temel" kriterler haline gelmiş.
"Uzlaşmacı, özgürlükçü, kucaklayıcı, demokrat, siyasi ahlak ve liyakat sahibi" olmaya kadar indirgenmiş!
Belli ki önümüzdeki örnek Erdoğan olunca, sadece bu özellikler bile "hayali cihan değer" özellikler haline gelebiliyor.
Kriterler böyle olunca altı muhalefet liderinin bir ortak aday bulmaları hem çok kolay hem çok zor.
Çok kolay, çünkü bunlar zaten normal bir demokraside böyle bir göreve talip olan kişilerin sahip olması gereken asgari özellikler.
Çok zor, çünkü günümüz Türkiye'sinde bu koşulları yerine getirebilecek o kadar çok sayıda aday çıkabilir ki bunların sayısını bire indirebilmek liderlerin aylarını alabilir.
Cumhuriyetin 100. Yılında geldiğimiz yer de burası olacakmış demek ki!
Maliye Bakanı Nurettin Nebati, enflasyonun yıl sonunda düşeceğini açıklamıştı ama asıl müjdeyi AKP sözcüsü Ömer Çelik verdi:
"Bayramdan sonra yavaş yavaş düzelme başlayacak. Ondan sonra da bunu kademe kademe hep beraber göreceğiz."
Çelik'e göre pahalılığın nedeni "şu anda bir türbülansın içinden geçmemiz"!
"Ukrayna Savaşı ile birlikte tedarik zincirinde ortaya çıkan problemler, dünyada pek çok ülkede on yıllardır görülmemiş enflasyon rakamları görünüyor. Yaşananlar tabii bizi de etkiliyor" diye anlatıyor.
En çok merak ettiğim şey, bu söylediklerine gerçekten inanıp, inanmadıkları.
Samimi bir yanıt alamayacağımı biliyorum elbette ama sormadan da duramıyorum: Bu söylediklerinize gerçekten inanıyor musunuz?
İnanmadan söylüyorlarsa en azından benim için bir sakıncası yok.
İktidar politikacılarının millete ümit vermek için bazı gerçekleri çarpıtmaları, demokrasilerde sıkça rastlanan bir şey.
Demokrasi olmayan rejimlerde ise doğrunun konuşulması zaten mümkün değil.
Ama en vahimi bu söylediklerine gerçekten inanıyor olmaları sanırım.
Bu gerçeklikle bağlarının tamamen koptuğunu, içinde yaşadığımız ortamın farkında bile olmadıklarını gösteriyor.
Bu gelecek için daha da karamsar olmamız gerektiğini gösteriyor.