Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat "post modern darbesinin" yıl dönümü nedeniyle bir video yayınladı. Orada diyor ki "hukuksuz şekilde hapse atıldım".
Hukuksuz denilemez tabii.
O günün hukuku "öyleydi", tıpkı bugünün hukukunun da "öyle" olması gibi!
Ve sorunumuzun temeli de zaten bu değişmeyen "hukuk" anlayışımız.
Kendimiz için geçerli olmasını istediğimiz hukukun, bizden farklı düşünenler için başka türlü işlemesini istiyor olmamız.
Erdoğan, 21 Nisan 1998 günü yapılan yargılamasında mahkûm edilince, 22 Nisan 1998 tarihinde Genel Yayın Yönetmeni olduğum Radikal'deki yazımın başlığı şöyleydi:
"Düşündüğünü ifade etmek herkesin hakkı."
O yazımın son bölümü şöyleydi:
"Türkiye'de yapılan temel yanlışlardan birisi de, ifade özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesinde o görüşün sahibinin kim olduğuna bakılmasıdır.
Bu yüzden herkes kendi canı yanınca sesini yükseltiyor, başkası aynı durumdan ceza aldığı zaman olayı görmezden gelmeyi tercih ediyor.
Recep Tayyip Erdoğan olayında da muhtemelen böyle olacak. Daha önce kendisi için düşünce özgürlüğünün kısıtlanmaması gerektiğini savunan bir kesim susarken, iktidardayken düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi için hiçbir çaba harcamayan, hatta statükonun korunması için direnen bir kesim ise feryat edecek.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün geliştirilmesi için ilk yapmamız gereken şey işte bu davranış biçimini terk etmektir.
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü herkes içindir. Bazı görüşleri beğenmesek ve toplumun geleceği için tehlike olarak görsek de bu durum değişmez."
Gördüğünüz gibi, Türkiye tipik bir Brezilya dizisine benziyor.
Aradan yüzlerce bölüm geçse de olaylar hep aynı, dekor değişmiyor, karakterler yaşlansa da aynı repliklerle konuşmaya devam ediyor.
Hukuksuz şekilde hapse atılmaktan yakınan kişinin tek yetkili Cumhurbaşkanı olduğu ülkede, hapishaneler hukuksuz şekilde hapse atılanlarla dolup taşıyor!
Şiir okuduğu için hapse atılan Erdoğan'ın yönettiği ülkede, Osman Kavala 1218 gündür uydurulmuş suçlarla hapiste mesela!
Gencecik üniversite öğrencilerinin, işlemedikleri bir suç için hapiste olmaları gibi!
İdarenin emriyle yazılmış iddianamelerle dokunulmazlıkları kaldırılıp, hapse atılmak istenen milletvekilleri gibi!
Dahası da var:
Erdoğan, "hukuksuz şekilde" mahkûm edilip, Belediye Başkanlığı görevini bırakmak zorunda kaldığında, yerine yeni Belediye Başkanı, Belediye Meclisi'nde serbestçe yapılan oylamayla, Belediye Meclisi üyeleri arasından seçildi. Kendisiyle aynı partiye mensuptu.
Erdoğan'ın yönettiği ülkede "hukuksuz şekilde" görevden alınan belediye başkanlarının yerine devlet memurları tayin ediliyor!
Erdoğan, hazır "hukuk" meselesini hatırlamışken, bu konuyu tekrar bir düşünse iyi olur.
Kendisi için hukuk arayanlar, başkalarının hukuk arayışlarına empatiyle yaklaşamıyorlarsa zaten boşuna hukuk reformu filan yapmaya da kalkışmasınlar. Beceremezler!
Erdoğan'ın "hukuksuz şekilde atıldığı" hapishane koşullarına ise hiç girmesem diyordum ama bir kez daha hatırlatmakta yarar var.
2016 yılının 4 Kasım günü HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte 9 HDP'li milletvekili tutuklanarak hapse atıldı.
Ertesi gün de sıra Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarındaydı. Genel Yayın Müdürü Murat Sabuncu ve gazeteciler Kadri Gürsel, Musa Kart, Güray Öz, Mustafa Kemal Güngör, Turhan Günay, Bülent Utku, Önder Çelik ve Hakan Kara tutuklandı.
Bu tutuklamalar ile ilgili olarak görüşü sorulan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Kasım 2016 günü şöyle konuştu:
"Hakkımdaki hapis kararı kesinleştiğinde kuzu kuzu Pınarhisar Cezaevi'ne gidip cezamızı çektik. Bağırıp çağırıp şov yapmadık."
Cumhurbaşkanı'nın hapiste nasıl "kuzu kuzu yattığını" biliyoruz.
Hüseyin Besli ve Ömer Özbay'ın yazdığı, "Recep Tayyip Erdoğan: Bir liderin doğuşu" isimli kitapta bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor. Oradan aktarıyorum.
Hasan Yeşildağ'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi kardeşi Zeki Yeşildağ, ağabeyinin "Erdoğan'a hapishanede suikast yapılacak" istihbaratı üzerine kararını veriyor: "Ağabey, sen de onunla beraber hapse gireceksin."
Bunun üzerine Hasan Yeşildağ, bir tanıdığına 370 bin liralık karşılıksız bir çek kesiyor ki yargılanıp hapse mahkûm edilsin.
Nitekim öyle de oluyor. Yeşildağ, kendisini yargılayan hâkime yalvarıyor ve 4 ay hapse mahkûm edilmeyi başarıyor.
Sonra da Erdoğan ile Yeşildağ, hapishaneler içinden hapishane seçiyorlar: Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi'ne karar veriyorlar.
Yeşildağ, önce cezaevini gezmeye gidiyor. Yapılacak işlerin listesini çıkarıyor, kendilerine "tahsis edilecek" koğuşu geziyor.
Koğuş temizletiliyor, duvarlarına kâğıt, zeminine halı kaplanıyor. Elektrik ve sıhhi tesisatı yenileniyor, sıcak su için şofben takılıyor.
Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırıyor.
Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştiriyor.
Sıra mobilya ve beyaz eşyaya geldiğinde keseye davranmak Erhan Şenol'a düşüyor.
Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürüyorlar.
Bu arada mahkûm ve gardiyanlar da unutulmuyor. Herkese pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınıyor.
Erdoğan, hapishaneye Ahmet Ergün ve Hayati Yazıcı ile geliyor. Hapishanenin güvenliğinden sorumlu yüzbaşı, üsteğmen, savcı kendisini karşılıyor.
Sonra koğuşa geçiliyor ve Erdoğan etrafa göz atıp "Güzel olmuş" diyor.
Hasan Yeşildağ anlatıyor:
"Reis'i beklerken, hapishanede bulunan mahkûm ve gardiyanlarla toplantı yapıp, herkesi sıkı sıkı uyarmıştım: Tayyip Bey'in yanında sigara içilmeyecek! Bacak bacak üstüne atılmayacak! Laubali hareketlerden kaçınılacak! Herkes saygılı olacak!"
Hapishanede yattığı sürece Erdoğan'ın televizyondaki Fenerbahçe maçlarını hiç kaçırmamış olması da bir başka ayrıntı.
Allah kimseyi hapishaneye düşürmesin ama "Erdoğan'ın şov yapmadan yattığı" hapishanenin koşulları böyle.
Sanırım şunu söyleyebilirim: 28 Şubat hapishanesi ile Erdoğan dönemi F Tiplerini birbiriyle kıyaslamak en azından ayıp kaçar!