İdam konusunu ne zaman açacak diye bekliyordum, Emine Bulut cinayetini vesile etti ve yine aynı sözleri söyledi:
“Benim partimdekiler de dahil burada benim gönlüm açık ve net söylüyorum idamdan yanadır.”
Ezberi bununla sınırlı değil tabii. Bu sözleri söyleyince arkasından hep şu cümle geliyor, bu sefer de öyle oldu:
“Ben parlamento bu işi müzakere eder, tartışır, kararını verirse kesinlikle onaylarım. Vicdanım sesine de bu noktada inanıyorum.”
Karşısına besleme basını almış, esip savuruyor ama aslında yapacağı iş çok basit!
AKP Genel Başkanı olarak partisinin milletvekillerine bir Anayasa değişikliği teklifi verdirecek. Yancısı zaten elinde iple dolaşıyor!
Kemal Kılıçdaroğlu’nu da dokunulmazlıkların kaldırılmasında olduğu gibi dolduruşa getirirlerse değişiklik en azından referanduma gider.
Millet de zaten darağacı özlemiyle yanıp tutuşuyor, işi bitirirler. Ama yapmıyorlar.
Çünkü deyim yerindeyse bunu konuşmak, yapmaktan daha çok hoşuna gidiyor.
Avrupa Konseyi’nden atılmanın ne anlama geleceğini iyi biliyor çünkü.
Değişik bir zihni yapısı da var.
İdam konusundan şuraya sıçrayıvermiş:
“Can bu kadar basit mi? ‘Efendim işte insan hakları bilmem nesi bunu kabullenmez’ diyorlar. Kabullenmeyebilir. Biz burada bir defa insana değer nasıl verilir bunu ortaya koymamız lazım. O zaman bütün bu insan hakları savunucularına sormak lazım; hadi gidin şu savaşları durdurun bakalım durdurabiliyor musunuz? Buralarda bunca insanlar öldürülüyor durdurabiliyor musunuz? Şimdi Suriye'de sadece son günlerde 500 sivil öldürüldü. Haydi gidin durdurun. Varil bombaları atılıyor. Arakan'da ne yaptınız? Hiç...”
İnsan hakları savunuculuğuyla, dünyadaki savaşları durdurma gücüne sahip olmanın ne alakası var? Hiç!
Ama böyle bir ilişki kuruyor çünkü Cumhurbaşkanı’nın asıl sorunu “insan hakları” kavramıyla.
Onun için bütün demagoglar gibi sanal bir gerçeklik yaratıyor: Sanki insan hakları savunucuları Arakan’da, Suriye’de olup bitenlere gözlerini yumuyor, başlarını çevirip görmezden geliyormuş gibi!
Erdoğan Bey, siz Esad’ın sarayında ailecek ağırlanırken, iki adım ötenizde Suriyeli insan hakları savunucuları, Muhaberat zindanlarında kızartma oluyordu. Aklınıza geldi mi hiç? Sordunuz mu Esad’a? “Yapma” dediniz mi?
“Siviller öldürülüyor” diye yakınıyorsunuz ama sizden Yemen’de öldürülen sivillerle ilgili bir şey duymadık?
Onları da Allah yaratmadı mı? Onları da bu nedenle sevmek zorunda değil misiniz?
Ya El Beşir’in Sudan’da katlettiği 200 bin sivil?
El Beşir’in dünyadaki tek dostu kimdi? Akşam yemeği için sofraya oturduğunuzda, El Beşir, marifetlerini de anlatıyor muydu?
İnsan hakları savunucuları ile farkınız işte bu Sayın Erdoğan.
İnsan Hakları savunucuları, dünyanın dört bir yanında çoğu kez kendi hayatlarını, özgürlüklerini de ortaya koyarak, kurbanlar arasında ayrım yapmadan mücadele ediyorlar.
“İnsanları, insan oldukları için” seviyorlar!
Danışmanlarınıza talimat verin, internetten baksınlar, size de anlatsınlar.
İnsan hakları savunucusu kurumlar hangi bölgelerde, kimlerin hakları için kendilerini paralıyorlar.
Mesela sizin hiç sevmediğiniz Uluslararası Af Örgütü, Arakan’da “insanlığa karşı savaş suçları” ile ilgili son raporunu 21 Ağustos 2019’da yayınlamış, dokuz gün önce!
O raporu okudunuz mu? Size özetlediler mi?
Karşınıza besleme basını alıp, mangalda kül bırakmamak kolay tabii. Nasıl olsa, “o iş öyle değil” diyecek halleri yok!
Bir ülkenin başındaki kişinin yanlış bilgiler aktararak başka bir gerçeklik yaratmaya çalışması, yandaşlarınızı bilmiyorum ama bir vatandaş olarak beni utandırıyor.
Bunu kendinize dert etmeyeceğinizi biliyorum ama yine de haberiniz olsun istedim.
***
Bilmiyorum size de geldi mi? Bir kaç gündür WhatsApp gruplarında Yassıada’da çekilmiş bir video dolaşıyor.
Biliyorsunuz, Yassıada’yı bir “turizm ve kongre merkezine” dönüştürüyorlar.
Böylece siyasi tarihimizin karanlık sayfalarından birine tanıklık etmiş olan ada, kendi deyişleriyle “demokrasi ve özgürlük adasına” dönüşecek.
Niye adayı, o kara günlerdeki haliyle bırakıp, bir müzeye dönüştürmediler diye sormak gereksiz tabii. Çünkü o zaman bu kadar inşaat işi çıkmayacaktı.
Rıhtım dışındaki binalar tamamlanmış gibi.
Ortaya çıkan şeyi en iyi tanımlayacak kelime sanırım “kitsch” (“kiç” diye okunuyor) olmalı.
Bu kelime ilk kez 1800’lerin ikinci yarısında Münih sanat çevrelerinde kullanılmış.
“Ucuz, basit, adi” sanat eserlerini tanımlamak amacıyla!
Şöyle bir söz de var: “Kitsch’i tanımlamak kolay değildir ama onu görür görmez tanırsınız.”
En tepede tek minareli bir cami var. Nasıl olduysa bu kez abartmamışlar. Denizden bakınca caminin sadece kubbesi ve minaresi görünüyor. Belli ki binaları adanın üzerine yerleştiren her kimse, adanın profili gibi sorunları hiç dert etmemiş.
Denizden bakınca gördüğünüz dev bir otel. “Selçuklu” tarzı!
Anadolu’nun birçok yöresinde örneklerini görebileceğiniz gerçek Selçuklu eserleriyle ilgisi olmayan, melez bir tarz bu.
Hadi diyelim ki biz melez bulsak da arkadaşlar beğeniyor. Peki o zaman o uzay gemisine benzeyen şey, bu binanın yanı başında ne arıyor? Sanırım konferans salonu.
Ve bir de bilmecesi var: 600 kişilik konferans salonu olan adaya 1200 kişilik cami!
“AKP mimarisi” diyebiliriz bu üsluba.
Mimari ile siyasi iktidar / güç arasında bir ilişki olduğu bilinen bir gerçek.
İktidarlar, kendi güç ideolojilerini topluma dayatırken, mimariden de yararlanırlar. Taa eski Yunan’dan, Roma’dan beri bilinen bir durum bu. Zamanla, o mekânların içinde ve çevresinde yaşandıkça, mimari insanları da o ideoloji doğrultusunda dönüştürüyor, gücü, tartışılmaz hale getiriyor.
Mesela Moskova’ya gidin, hangi binanın Stalin zamanında yapıldığını şıp diye anlarsınız.
Türkiye’de de böyle: AKP döneminin kamusal mimari örneklerine bakın, göreceğiniz şey “pro Arap – sünni Baas – oy icabı milliyetçilik” karma ideolojisinin bir yansımasından başka bir şey değildir.
Onun için de ortaya çıkan şey “kitsch” oluyor kaçınılmaz olarak.
Londra’daki Tasarım Müzesi’nin müdürü Deyan Sudjic, “The Edifice Complex: The Architecture of Power” (Büyük Bina Kompleksi: Gücün Mimarisi) isimli kitabında şöyle yazıyor:
“Neden devlet başkanları, başbakanlar, büyük işadamları, zorbalar, büyük tasarımları hayranlıkla paylaşırlar? Bu, ellerindeki gücü etkilemek veya korkutmak için kullanmak ya da ölümsüzlük arayışı ve egolarını tatmin etme ihtiyacı mıdır?”
AKP döneminin kamusal mimari örneklerine bakınca Sudjic’in sorusuna şu yanıtı verebiliyorum: e) Hepsi!