AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak kamuoyuna doğrudan bir açıklama hiç yapmadı.
İnternette bir arama yaparsanız karşınıza çıkan haberler, basına kapalı toplantılardan aktarılan kulis haberlerinden ibaret.
"Kulis haberi" diye tanımladığımız haberler, doğrudan içeriden alınmış olsa da dolaylı bilgilerdir.
Basına kapalı toplantıya katılanlardan biri ya da birkaçı, tanıdığı bir gazeteciye "içerideki" havayı anlatır. Kimin ne söylediğini aklında tuttuğu kadarıyla ya da aldığı notlardan aktarır.
Onun için bu haberler genellikle "ileri sürüldü, öğrenildi" gibi kelimelerle biter.
Bu tür haberler, elbette aktaranın kendi görüşünü de içerir. Haber kaynağı kötü niyetli olmasa bile algıda seçicilik nedeniyle hafızasında kendi görüşüne, tutumuna yakın olan konuşmaları, tavırları hatırlar ve onu aktarır. Bazen de kamuoyunu kendi görüşü doğrultusunda şekillendirmek amacıyla kasten yanlış bilgi verebilir.
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak AKP'den ya da hükümetten aktarılan kulis haberlerinde de Erdoğan'ın net bir tavır almadığını okuyorsunuz.
"Halk istiyorsa kaldırın, değiştirilmesi gereken bir husus varsa değiştirelim, MYK haftaya toplandığında bu meseleyi daha fazla uzatmayalım, tek taraflı fesih ya da çekince konulmasının sonuçları üzerine çalışalım" gibisinden dolaylı açıklamalar.
Hiçbir kulis haberinde "Erdoğan, sözleşmeden çekilme talimatı verdi, falanca maddeye çekince konmasını istedi" gibi açık bir tutum aldığına ilişkin bilgi de yok.
Bu da normal çünkü hepimiz biliyoruz ki Erdoğan, en dar kapsamlı bir parti toplantısında bile bu konuda açık ve net bir tavır almış olsaydı, o tavır bugün partinin görüşü olarak manşetleri süslüyor, bir ağızdan yazan köşe yazarları tarafından köpürtülüyordu.
TBMM'ye çoktan bununla ilgili bir önerge de sunulmuş en azından komisyon görüşmeleri başlamış olurdu.
Erdoğan, her konuda kesin ve net fikre sahip.
Bakmayın etrafında ve bin odalı sarayında danışman sürüsü besliyor olmasına.
Danışmanların işi, en iyi ihtimalle Erdoğan'ın görüşlerinin etrafını doldurmak.
Eğer, İstanbul Sözleşmesi'ne karşı kesin bir tutumu olsaydı, kendini tutamaz, meydanlarda da bunu açıkça anlatıyor olurdu.
Yabancı devlet başkanlarıyla protokol gereği düzenlediği ortak basın toplantılarında bile ülkenin en hassas iç meselelerine girmekten kaçınmadığını hatırlayalım.
Bu sessizlik bana çok ilginç geliyor.
Konunun sadece parti içinde tartışılmadığını düşünmemiz için de çok neden var.
Kızları ve küçük oğlu da, içinde bulundukları kurumlar aracılığıyla kamuoyunda bu tartışmanın içinde görülüyorlar.
Bunun en azından bir yemek sırasında ya da yatsıdan önce çay içerken evde konuşulmamış olması bu nedenle düşünülemez.
Ama Erdoğan öyle görünüyor ki bu konuda hâlâ kararsız.
Bir yandan parti içinde sesleri daha çok çıkmaya başlayan "koyu yeşilleri" ürkütmek istemiyor, diğer yandan "sessiz devrim" diye lanse ettiği sözleşmeden çekilerek, kadınları kızdırmak da istemiyor.
AKP'nin, kadınlardan en çok oyu alan parti olduğunu biliyoruz.
Gezici Araştırma'nın Temmuz ayı başında açıklanan araştırmasına göre 18 yıldır AKP'ye oy veren kadınlar, tutum değiştiriyor.
AKP'nin yüzde 53'lerde olan "50-64 yaş arası kadın seçmen desteği" yüzde 45,5'e gerilemiş görünüyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde 18-75 arasındaki ev kadınlarının yüzde 58'i Erdoğan'a oy vermişti. Araştırmaya göre bu grubun destek oranı yüzde 48'e düştü.
Düşüş kadınlar arasında genel bir eğilim gibi görünüyor: Araştırma sonuçlarına göre genel olarak her yaş grubundan yüzde 10 – 15 civarında kopuş var.
Hep söylerim, ortada seçim yokken "bugün seçim olsa" araştırmalarının sonuçları yanıltıcı olabilir. Ancak bir genel eğilimi gösterdiği de açık.
Erdoğan'ın bu kadar mütereddit olma nedeni, bu gerçeği kendisinin de hissediyor ya da biliyor olması.
Kadınları kaybetmekten korkmuyor olsa, çoktan partisindeki "erkekçi koyu yeşillerin" yanında yer alırdı.
Yeniden seçilmek için 1 oyun bile önemli olduğunu biliyor.
Dün, İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanmasının ardından 2011 yılında Erdoğan'ın sosyal medya hesabından atılan mesajda şunun yazıldığı ortaya çıktı:
"Kadına Şiddet Artık 'İnsan Hakkı İhlali'. Sözleşme, Türkiye'nin öncülüğünde hazırlandı."
Bakalım kim ağır basacak: Kulis haberlerine bakılırsa AKP'nin "erkekçi" çoğunluğu bir parmak öndeymiş!
Türk ekonomisi, Damat Bakan'ın deyişiyle pandemiyi fırsata çevirip, en hızlı büyüyen ekonomi olma yolunda olanca hızıyla ilerlerken ABD Doları da 7,20 lirayı geçti. Bu yazıyı yazdığım saatte baktım, 7,22 olmuştu.
2018 yılının bugünlerinde de 7,26 olmuştu.
Yani besleme basının yarınki manşetleri aslında hazır: Dolar 4 kuruş geriledi!
Damat Bakan söylemeden ben söyleyeyim: Bu Türkiye'ye yapılmış bir operasyon değilse ben de bir şey bilmiyorum.
Dolar bütün dünyada gerilerken, niye Türkiye'de artıyor sanıyorsunuz.
Türkiye'nin gücünü test ediyorlar ama gördüğünüz gibi dolar 4 kuruş düşmüş durumda.
Sosyal bilimlerde "laboratuvar ortamında testler yapılamadığından" söz edilir.
Oysa bir tam da böyle bir deneyin ortasındayız.
Çünkü Recep Tayyip Erdoğan'ın iktisat bilimine yaptığı son katkı olan "faiz sebep, enflasyon sonuçtur" teorisini canlı bir deney olarak yaşıyoruz, yaşayacağız.
Eski Merkez Bankası Başkanları, tutucu oldukları için bu teorinin ne kadar güçlü olduğunu fark edememişlerdi. Şimdiki o nedenle iyi gidiyor diye düşünüyorum.
Dün baktım, "faiz lobisi" harekete geçmiş.
Kamu bankaları konut kredisi faizlerini biraz yükseltmişler.
Doların ateşini düşürmek için faiz artırımı önerenlerden de geçilmiyor.
Sakın ha!
Bırakın, sonuna kadar gidelim ve Erdoğan'ın tezinin doğru mu, yanlış mı olduğunu yaşayarak görelim.
Böylece binlerce tartışma konumuzdan birini rafa kaldırmış oluruz.
Erdoğan uyarmadan ben uyarayım: Kimse Türkiye'nin gücünü test etmeyi denemesin!
Damat Bakan için kötü haberler, doların zıplaması ile sınırlı değil.
Bir işgüzar araştırma yapmış: Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra AKP'nin başında kimi görmek istersiniz?
Recep Tayyip Erdoğan'ın siyaset yapmadığı bir Türkiye!
Tatlı bir rüya gibi görünüyor aslında ama gelenin, gideni aratma ihtimali de hayli yüksek, onu da söylemiş olayım.
Bu araştırmada Süleyman Soylu birinci çıkmış! Ve hanedan açısından daha da acıtıcı olan şey, Damat Bakan'a sekiz misli de fark atmış olması.
Damat Bey, ikinci sırada bile değil, orayı da Sağlık Bakanı kapmış görünüyor.
Fark o kadar büyük ki Allah göstermesin böyle bir durumda Damat Bakan'ın aday olması bile söz konusu değil.
Bu tür araştırmalara bakıp, "AKP'ye fitne sokmak istiyorlar" diye düşünebilirsiniz tabii.
Fitne sokmak isteyenler bile olsa halkın ekonominin gidişatından hiç memnun olmadığını gösteren bir araştırma bu.
Seçime doğru Berat Bey'i bakanlık koltuğundan ederlerse de hiç şaşırmayın derim.