Kendi almaları gereken kararın sorumluluğunu vatandaşa yüklemek isteyen yetkililer kervanına son atlayan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu.
Soylu, şöyle konuştu:
"Vatandaş kendi olağanüstü halini ilan ederse daha üst bir tedbir almaya şimdilik gerek olmayabilir. Ama süreç hızlı yayılışı farklı bir noktaya giderse farklı tedbirler alınması gerekebilir."
Bu sözleri, günümüz Türkçesine şöyle çeviriyorum:
"Virüs salgınından korunmak için evde kalacaksanız, bunun maliyetini siz üstleneceksiniz; işinizden atılabilirsiniz, ücretiniz kesilebilir, bu hükümeti ilgilendirmez! Salgın hızlanırsa, o vakit duruma bakarız, kim bilir belki de hızlanmaz!"
Bu salgın ortaya çıktığından beri artık sağır sultanın bile duyup, öğrendiği gerçek şu: Çok sayıda test yapılarak virüs bulaşmış insanlar tespit edilip, karantinaya alınacak. Bu arada salgının hızla büyüyüp, sağlık sistemini çökertmemesi amacıyla virüsün yayılmasını yavaşlatmak üzere sokağa çıkma yasakları uygulanacak!
Ama gördüğünüz gibi bizim yetkililer bunu görmüyor.
Daha doğrusu aslında görüyorlar ama belli ki Erdoğan’ı ikna edemiyorlar.
Beni dinlemez ama dinlemesini öneririm, çünkü çevresindekiler "salla başı, al maaşı" tiplere dönüştüler, gerçeği Erdoğan’a söylemeye korkuyorlar!
Eğer korkularınıza esir olup bugün bu kararları almazsanız, Türkiye bugünkü İtalya’yı, İspanya’yı bile geride bırakacak bir felaket ile karşılaşabilir!
Erdoğan’ın bu kararı almak için neden tereddüt ettiğini bilmiyorum, bir sürü söylenti var.
Ama şunu biliyorum ki en büyük korkusu günün birinde iktidardan gitmek!
Lafı uzatmadan söyleyeyim: Bu işi zamanında kontrol altına alamaz da büyük bir felakete dönüşmesine yol açarsanız, Saray’dan taşınma vaktinin geldiğini de göreceksiniz.
Halkının kırılmasına göz göre göre engel olamayanları iktidarda tutabilecek bir seçim sistemi daha icat edilmedi, ben söylemiş olayım!
Damat Bakan, "ekonomiye kalkan" paketini genişletti. Buna göre 16 farklı sektörde gelir vergisi erteleniyor. Tebliğle belirlenen sektörlerde de nisan, mayıs, haziran muhtasar ve KDV beyannamelerine ilişkin ödemeler de 6’şar ay ötelenecek.
Ticari – zirai kazanç sahipleriyle, serbest meslek sahibi gelir vergisi mükellefi 1 milyon 900 bin vatandaş da bu olanaktan yararlanabilecek.
Buna kim itiraz edebilir?
Birçok sektör durma noktasına geldi ve üç – dört ay içinde salgından kaynaklanan bu kriz bittiğinde, işletmeler ayakta kalabilmiş olmalı ki hayatımızın normale dönmesi daha da yavaş olmasın.
Ama şunu unutmayalım: Vergileri ötelemek, bu işletmelerin ayakta kalabileceğinin garantisi değildir.
Ciddi bir destek paketi daha gerekir ki iş yapılmadan geçecek bu süre içinde oluşabilecek zararı telafi edebilmek mümkün olsun!
Öte yandan bir sorum var: Bu kriz bütün ekonomiyi etkilerken, devletin korumasına, desteğine ihtiyaç duyanlar sadece işletme sahipleri ve gelir vergisi mükellefleri midir?
Bu desteklerden yararlanmak niye "işçisini ücretsiz izne çıkarmamış olmak ya da işten atmamış olmak" koşuluna bağlanmadı?
İşini kaybedenler ne yapacak?
Günlük gelir elde edenlerin ve bunu artık kaybedenlerin hali ne olacak?
Bu insanların, hiç olmazsa gıda ihtiyaçlarının karşılanmasını da devlet üstlenmek zorunda.
Ancak görüyoruz ki bu konuda en küçük bir çaba yok.
Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye, zaten kıt olan kaynaklarını, üç beş müteahhidi zengin etmek ve komisyonu cebe atmak hesaplarıyla çok gereksiz yerlere harcadı, harcamaya devam ediyor.
Ekonomiyi ayakta tutabilmek için hükümet eski ezberlerini unutmak zorunda.
Nembro, Kuzey İtalya’da küçük bir şehir. İleride tarih kitaplarında bu kentten söz edileceği de neredeyse kesin sayılır. Çünkü Nembro, nüfusuna oranla en çok insanın Covid-19 nedeniyle öldüğü kent.
Nembro’da cenaze için son kilise çanı 7 Mart’ta çalındı. Artık çalmıyorlar.
Kentteki beş kiliseden sadece birinin papazı görevini sürdürebiliyor.
Ayakta kalan son papaz Don Matteo bunun sebebini şöyle açıklıyor:
"Çanları çalsaydık bütün gün bu sesle geçecekti. Bu, bütün şehir için tarifi mümkün olmayan bir ıstırap. En sonunda oluruna bırakmanın en iyisi olduğuna karar verdik."
Bir neslin yarısı hayatını kaybetti.
Anneanneler, babaanneler, dedeler, briç kulübünün üyeleri, savaş zamanında faşistlere direnen partizan birliklerinin başkanları artık yok.
Ölüler, geleneklere uygun olarak giydirilemeden, plastik torbalar içinde, tahta tabutlar ile gömülüyor.
Artık kentteki mezarlıklarda yer kalmadığı için askeri birlikler cenazeleri başka kentlere götürüp toprağa veriyor.
Bir gece vakti, yarı aydınlatılmış boş caddelerden geçip giden uzun konvoylardaki tabutlar!
11 bin 500 nüfuslu bu kentte geçtiğimiz yıl 120 kişi değişik nedenlerle hayatını kaybetmiş. Ayda ortalama 10 cenaze kaldırılmış yani.
Şimdi iki haftada ölenlerin sayısı 100’ü geçmiş bulunuyor. Daha kaç kişiyi kaybedeceklerini bilmeden, evlerinde bekleşiyorlar.
Tarih kendini tekrar ediyor: 1630 yılında veba, Nembro’nun o zamanki 2.700 sakininin neredeyse dörtte üçünü öldürmüş. Sadece 744 kişi hayatta kalmış.
Hükümet yasaklamadan önce yapılan son cenaze töreni, 52 yaşındaki grafiker Massimo içindi.
Massimo tıpkı 12, 15 ve 25 yaşlarındaki kızları gibi voleybol oynamayı seviyordu. Genç rahip Don Matteo, cenazede kalan son yağı kullandı; törende sadece Massimo’nun karısı ve kızları vardı. Massimo’ya hiç test yapılmamıştı, paniğin ve acil durumun zirvesine ulaştığı günlerde evinde öldü.
Massimo’nun aile hekimi de ilk hastalanan ve karantinaya alınanlardan biriydi.
7 Mart günü beldede 761 enfeksiyon vakası görülmüştü. Beş gün sonra sayı 2.136’ya yükselmişti, beş gün sonra da 3.993, ondan da beş gün sonra 5000’i geçmişti. Lombardiya’daki en yüksek rakamdı bunlar.
Mario Calabresi ve Oliver Meiler’in, Nembro’da yaşananlar ile ilgili bu haberi, Sueddeutsche Zeitung gazetesinde yayımlandı. Buraya kısa bir bölümünü aktardım.
Yöneticileri, ilk belirtiler ortaya çıktığında Çin’deki, Güney Kore’deki deneyimlerden ders almış olsalardı, küçük bir kentte bir neslin yarısı kaybedilmemiş olabilirdi.
Ama ölümler başladığında bile Bergamo bölgesinde üretimin devam ettiğini yurtdışındaki müşterilerine duyuran videolar çekmekle meşguldüler.
Vatandaşlarının hayatlarından önce bölgenin ekonomisinin çökmesinden korktular, sonuç bu: Ortada ekonomi filan kalmadı, bir neslin yarısı yok oldu.
Okurken, gözünüzün önüne Anadolu’nun her hangi bir küçük kentini getirebilirsiniz. Önlemlerdeki gecikme nedeniyle farklı bir tablo olmayacak gibi görünüyor çünkü.