Babaları siyasette yükselince, zekaları quantum sıçraması yaparak “para içinde yüzen iş adamlarına dönüşen çocuklar” meselesi, bu iktidar döneminin unutulmaz başarı hikâyeleri arasında uzun yıllar anlatılacak.
Zweig hayatta olsaydı “Yıldızın Parladığı Anlar” kitabının ikinci cildini sadece Türkiye’ye ayırabilirdi.
Hatta bundan bir televizyon dizisi bile çekilebilir, kitap okumayı sevmeyenlerin de bu müthiş başarı öykülerini öğrenmeleri sağlanabilirdi.
Bilmiyorum babalarının hayır dualarının Allah katında kabul görmesinden midir, yoksa annelerinin tutumlu ev hanımı olmalarından mı kaynaklanıyor ama bu çocuklar, genç yaşta mali mucizelere imza atabiliyorlar.
Hatta benden duymuş olmayın, size gizli bir bilgi de vereyim: Bütün dünyanın “para sihirbazı” diye tanıdığı, bildiği Mark Mobius’un dazlak kafasının nedeni de bu başarıları aklının almamasıymış. O kadar kıskanmış ki bütün saçları bir gecede dökülmüş. Tıpkı saçları kederden bir gecede beyazlaşan film kahramanları gibi!
Müslüman olmadığı için üç harflilerin bu işteki rolünü bilmiyor tabii.
Şimdi bir de itirafta bulunayım, bu başarının sadece bakan – başbakan çocuklarına özgü olduğunu zannediyordum, öyle değilmiş.
Bu, oğlanların yakınında dolaşanlara bile bulaşan bir başarı.
Mesela Haydarpaşa ve Sirkeci Garı ihalelerini kazanan Hüseyin Avni Önder yakın zamana kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 3 bin lira maaşa talim ediyormuş.
Hüseyin Avni Bey kardeşimizin, Hezarfen Danışmanlık diye 10 bin lira sermayeli bir şirket kurduğunu Çiğdem Toker’in köşesinden öğrendim.
Akıllı olduğu buradan belli, daha kurarken şirketinin uçup gideceğini biliyormuş, adını Hezarfen koymuş.
Bu arkadaşımız, Bilal Bey kardeşimizin, okçuluk vakfında da yönetici olmuş.
Sonra da bir günde sermayesini 1 milyon liraya yükselttiği şirketiyle Haydarpaşa ve Sirkeci Garı ihalelerini kazandı.
Dedim ya bu oğlanların yakınından geçen ihya oluyor belli ki.
Daha da ilginci bu iktidarın gözünün hiçbir şekilde doymuyor olması.
Nerede bir ihale var orada bitiveriyorlar!
Bu tablo, aslına bakarsanız bu iktidar döneminde, değişik kamu kurumlarında hep tekrarlanan bir şey.
Kamu ihaleleri hep belli bir çevre içinde kalıyor. Karınları doysa gözleri doymuyor, dışarıya zırnık koklatmıyorlar.
Ve eğer İstanbul’da belediye el değiştirmemiş olsaydı bu ihale de yapılıp, bitecekti.
Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hukuk yoluyla bu işin üzerine gidiyor.
Bu kuşun etini yiyemeyeceklerini göstermek artık İstanbul halkının elinde.
***
Bu fıkrayı Süleyman Demirel’den dinlemiştim:
Paşanın biri günün birinde sakallarını kesmiş. “Hayırdır paşam, niye kestin sakallarını” diye sormuşlar.
“Üzerinden bit geçti” diye yanıtlamış.
“Aman paşam” demişler, “ne olacak ki bir bit geçtiyse. Bir bit için sakal kesilir mi?”
“Yol olur” diye yanıtlamış paşa.
Kuzey Suriye’de PKK / PYD’ye karşı askeri operasyon ABD’nin “yaptırım” tehdidi ile 5 günlüğüne durduruldu.
Beş gün bugün gece dolacak. PKK / PYD’nin bu mutabakata uyacağını ve geri çekileceğini söyleyebilirim. Onları orada tutan güç, şimdi öyle istiyor çünkü.
Operasyon başlarken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Sonuna kadar gitmekten” söz ediyordu.
ABD Başkan Yardımcısı’nın Ankara’ya gelmesinden bir gün önce de “Ben Trump ile konuşurum, herkes kendi dengiyle görüşür” diye hava atmıştı.
Bu fikrinden cayması 1 saat sürdü.
Başkan Yardımcısı ile masada yan yana oturup, “denkliğini kabul etmesi” de bir gün aldı.
Çünkü ABD, yeni yaptırım tehdidi ile karşısına çıkmıştı.
Bütün dünyadaki mal varlığı araştırılacak, Halk Bank’a İran ambargosunu delmesi nedeniyle ceza verilmesi söz konusu olacaktı.
İşin gerçeği bu ki Erdoğan bunları göze alamadı. Damadı ile birlikte oturduğu masada, “zafer mutabakatını” kabul etti.
Artık ABD, Erdoğan ile ilgili olarak nasıl hareket etmesi gerektiğini biliyor.
Bu tehditler, bundan sonra ne zaman gerekirse o zaman ABD bunları öne sürecek, göreceğiz.
Ve bunu Putin de artık biliyor.
Bit, sakalın üzerinden bir kere geçmeye görsün.
Bir tane, iki tane, üç tane derken bir de bakmışsın bitler sakalının üzerine otoban yapmış!
***
Türkiye’nin Erdoğan rejimi altında nereye doğru gitmekte olduğu ile ilgili ilginç bir örneği, geçenlerde bir hukuki sorun nedeniyle bir kez daha yaşadık.
“Zorunlu arabuluculuk” sisteminden gelen bir dosya nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın dünürüne dava dosyası kapsamında davet mektubu gönderen avukatın başına gelmeyen kalmadı.
Haberin detaylarını buradan okuyabilirsiniz.
Avukat hakkında Adalet Bakanlığı idari soruşturma başlattı.
Arabuluculuk Daire Başkanı, dünür beyi bir daha aramaması için avukatı uyardı.
Savcılık, avukatı ifade vermeye çağırdı. Ceza davası söz konusu.
Bakırköy Emniyet Müdürü, avukatı arayıp “açıklama” istedi.
Böyle şeyler, normal demokrasilerde, hukuk devletlerinde söz konusu bile olamaz.
Kimse bunu aklından geçiremez.
Orta Asya ve Afrika diktatörlüklerinde ise olabilir, kimse de yadırgamaz.
Türkiye’deki rejim için elbette “diktatörlük” diyemeyiz. Oraya varmamıza daha bir hayli yol var çünkü.
Ama bu tablo, tipik bir otoriter tek adam yönetimini işaret ediyor.
Diyeceksiniz ki “bunu görmek için böyle bir örneğe gerek yoktu, zaten biliyoruz.”
Evet, haklısınız, zaten biliyoruz.
Ama bu gidişin varabileceği yer için herkesi uyarmak da bizim işimiz.