Sedat Peker videolarının zamanı gelince Recep Tayyip Erdoğan'a yönelmesi beklenmeliydi ve nitekim de öyle oldu.
Bu ülkede çok uzun süredir Recep Tayyip Erdoğan'ın bilgisi olmadan "kupon arsa" bile satılamıyor, bunu hepimiz biliyoruz.
Kim hangi ihaleyi alacak, kim kiminle ortaklık kuracak; her şeye o karar veriyor.
Başkanlık sistemine geçilmeden önce de böyleydi, başkanlık sistemine geçildikten sonra bu daha da katı bir uygulamaya dönüştü.
Onun için sonucu itibariyle her zaman ekonomik olan bu ilişkiler ağının bir ucunun günün birinde en tepelere de dokunması beklenmeliydi.
Bizim gibi ülkelerde her iktidar kendi zenginlerini yaratır. Ancak bu iktidar döneminde bugüne kadar tanık olduklarımızın çok daha ötesinin yapılabileceğini gördük.
AKP iktidarı döneminde Türkiye'de kamu ihalelerini alan beş şirket, dünyada kamudan en çok ihale alan ilk on şirket içine girdiyse, nedeni budur.
Dünya Bankası'nın raporuna göre Limak, dünyada en çok altyapı yatırımı ihalesi alan 2. şirket olurken, Cengiz 4., Kolin 5., Kalyon 6. ve MNG 7. oldu.
Bu 5 şirket AKP iktidarında en çok vergi borcu silinen şirket unvanlarına da sahip.
Kendi bakanlığına mal sattığı için görevden alınan Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır'ın soru önergesine verdiği yanıtta son 10 yılda Cengiz İnşaat için 30, Kolin İnşaat için 36, Kalyon İnşaat için 19 ve Limak İnşaat için de 19 kez vergi, resim ve harç istisna belgesi tanzim edildiğini açıklamıştı.
Ballı ihalelerin üzerine bir de kaymak eklemek için olsa gerek!
Sedat Peker videosunda, Tayyip abisine selam yollarken soruyor:
"Niye 5-10 aile alıyor bu ülkedeki tüm parayı, niye halk fakir? Bu sorunun bir cevabı olması gerekmiyor mu?"
Evet olması gerekiyor elbette ama yanıt da zaten sorunun içinde.
Halkın geri kalanının fakir kalmasının nedeni de esasen bütün ihalelerin bu beş şirket arasında dağıtılıyor olmasıdır.
Ülkenin kıt kaynaklarının, kimler tarafından bölüşüleceğine yönelik siyasi kararlardır.
Onun için pandemide geçilmeyen köprülerin, kullanılmayan yolların parasını tıkır tıkır ödemeye devam ettiler, esnafa "bin liralık öpücük ve yüzde 17 faizli kredi" düştü.
Peker, herkesin bildiğini tekrarlıyor:
Böyle bir ülkede, yolsuzlukların ayyuka çıkması, politikacıların mafya ile al takke ver külah ilişki içinde olmaları, mafyatik faaliyetlerin "vatanın, devletin bekası" kılığına sokularak halkın gözünden kaçırılmasında yadırgayacağımız bir şey yok.
Şurası açık: Yolsuzlukların çürüttüğü devlet yapılarının olduğu her yerde mafya da olur, mafya ile iç içe girip iş yapan da!
Bu düzeni korumak için besledikleri politikacılar da bunun ayrılmaz parçasıdır.
Eski bir Roma atasözündeki gibi: Güneşin altında yeni bir şey yok!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "inşallah Haziran ayının sonunda filan" Kanal İstanbul için temel atacağını söyledi.
Bugün "Haziran ayının başı filan" değil, bildiğiniz Haziran ayının başı.
Yapılmış bir ihale yok. Ortada ihale dosyası yok. Ama bir ay içinde ihale yapılıp, temel atılacakmış.
Bu da gösteriyor ki Erdoğan, çoktan işi kime ihale edeceğinin kararını da vermiş.
Konuşmasından anlıyoruz ki aslında İstanbul için bir kanal yapılmayacak.
Tam tersine "iki yeni şehir kurmak için" bir kanal yapılacak.
Yani aslında Kanal İstanbul işi, İstanbul Boğazı'ndan daha çok, ciddi bir rant meselesi!
Onun için bir teklifim var:
Erdoğan, adamlarına bu işten kimin kaç para kazanabileceğini hesaplattırsın.
Yani kanalı yapan ne kazanacak, kentleri kuran ne kazanacak, köprüleri, yolları ve limanları yapanlara ne düşecek, iyice hesaplatsın. Bal tutacak parmakların payını da unutmasın.
Sonra bir kanun çıkaralım ve bu paraları Hazine'den alıp, bu şirketlerin hesaplarına aktaralım.
Tabii peşin olmasın, taksit yaparlar millete diye ümit ediyorum.
Emin olun Türkiye'ye maliyeti çok daha az olacaktır; bir de kanal yapılsın, köprü dikilsin, şehirler kurulsun diye para harcamamıza gerek kalmasın.
Hem siyasetçisinden, bürokratına, iş adamına, mafyasına kadar herkes payını alır, hem de cebimizden daha az para çıkar!
İstanbul'un, Marmara ve Karadeniz'in, Trakya ovalarının bir çevre felaketinden kurtulmaları da cabası!
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, TBMM'de çocuk evliliklerini savundu.
15 yaşındaki çocukların evlendirilemiyor olmasının insan hakkı ihlali olduğunu söyledi.
AKP Milletvekili Abdullah Güler de "erken yaşta evliliğe af" ilan edilmesini istedi.
"Erken yaşta evlilik" dedikleri şey aslına bakarsanız "çocuk evliliği" diye bildiğimiz şeydir.
Ve ezici çoğunluğuyla da kız çocukları ile ilgilidir, erkek çocukları ile değil.
Bir tür çocuk istismarını savunuyorlar.
Onlara göre regl olmuş her kız çocuğu evlenebilecek yaşa gelmiş oluyor.
Bir yandan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlarda cezaların arttırılmasını ister gibi görünüyorlar, diğer yandan çocuğa tecavüzü "nikah şartıyla" meşrulaştırma peşindeler.
14 Ekim 1985 günü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'nin (CEDAW) 16.2 maddesini hatırlatayım:
"Çocuğun erken yaşta nişanlanması veya evlenmesi hiçbir şekilde yasal sayılmayacak ve evlenme asgari yaşının belirlenmesi ve evlenmelerin resmi sicile kaydının mecburi olması için, yasama dahil gerekli tüm önlemler alınacaktır."
Yakında İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmelerine neden olan gerekçelerle CEDAW'dan da çekilirlerse hiç şaşırmayın derim!