Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bir kez daha kendisini başka bir evrende yaşıyormuş gibi hissetti.
“Cuma günü nerelerdelerse çocuklarımızı ve gençlerimizi camiye götürmeliyiz; o saatte okuldalarsa bu doğru değil” dedi.
Erbaş’ın kendi konumuyla ilgili ciddi bir çelişkisi var, normal bir karakter olsa bu görevinden istifa etmiş olması gerekirdi.
Görevi laik bir Anayasa’dan kaynaklanan meşruiyet taşıyor ama o kendisini dini kurallara göre yönetilen bir ülkenin baş imamı zannediyor.
Bir tür kişilik bölünmesi sayılabilir mi bilmiyorum ama bu ikisi bir arada olabilecek bir durum sayılmaz.
Çocukların yeri okuldur.
Camiye isterlerse elbette giderler ama kimse onları kollarından tutup zorla götüremez, gitmek isteyenleri de dayak atarak evlerine yollayamaz.
Bu ülkede vatandaşlar, inançlarını istedikleri gibi yaşayabilirler.
Dini inancı gereği badelenenler bile var, yanmaz kefen satın alıp ahiret gününü huzur içinde bekleyebileceğini düşünenler de.
Kimse bunlara karışmıyor.
Bunu sağlayan şey, cumhuriyetin demokratik ve laik karakteri.
Zorunlu eğitim yaşının dışına çıkan çocukların istedikleri gibi yaşayabilmeleri de mümkün elbette.
Ama zorunlu eğitim çağındaki çocuklar, okullarına düzgün olarak gitmeli ve eğitim almalı ki bu ülke yeniden 1920’lerin başına dönmesin.
Çünkü o bunalımdan bir kez daha çıkabilmenin mümkün olamayabileceğini biliyoruz.
Öte yandan şunu da merak ediyorum:
Niye çocukları zorla camiye götürmek istiyorsunuz?
Bu çocuklar büyür ve akılları başlarına gelirse bir daha sizlerin din diye satmaya çalıştığınız şeylere inanmazlar diye mi?
Eğer böyle düşünüyorsanız haklı olabilirsiniz, aklı başında olan kimse sizlerin din diye sattığı Arap hurafelerine inanmaz.
Ve endişe etmeyin, Allah’ın mesajı, insanlara her yaşta ulaşabilir.
Yoksa siz tersine mi inanıyorsunuz?
* * *
Geçtiğimiz hafta İçişleri Bakanlığı bütçesi TBMM’de görüşülürken Bakan Süleyman Soylu ile milletvekilleri arasında yüz kızartıcı tartışmalar oldu.
“Bütçe hakkı” denilen bir kavram var.
İngiltere Kralı John, ülkesinde her ne isim altında olursa olsun vergi konulmasını halkın rızası şartına bağladığında 1215 yılıydı. “Bütün Anayasaların atası”, Magna Carta ilan edilmişti.
O günden beri de vergi koymak, kaldırmak, vergi ile toplanan paranın nereye, nasıl harcanacağına karar vermek halkın temsilcilerine, parlamentolara verilen bir yetkidir.
Meclisler, bütçeyi belirlerler, vergi koyarlar, toplanan vergilerin nasıl ve nereye harcandığını denetlerler.
Bizde de TBMM’nin halkı temsil ettiğine hâlâ inanan benim gibi bir avuç saf, bu hakkın titizlikle korunmasını ister.
Kâğıt üzerinde Türk milleti adına yasama yetkisini kullanan organ Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, bu hakkı elinde tutar. Bütçe kanununu çıkarır, yürütme organını gelirleri toplamak ve harcamaları yapmak için yetkilendirir. Böyle bir yetki olmadan bunların hiçbiri yapılamaz. Yapılıyorsa orada temsili demokrasiden söz edilemez. Yasama, bütçe yapma yetkisini elinde tutarak yürütmeyi dengeler, denetler. Eğer Türkiye bir demokrasi değil de bir orta çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı.
O günleri geride bıraktığımız bir yanılsamaymış sanırım, İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde bunu düşündüm.
Bakan Soylu, tayin ile göreve getirilmiş bir kamu yetkilisi.
TBMM’ye gelip, bakanlığının bütçesi ile ilgili görüşmelerde bütçesini nasıl harcayacağının hesabını vermek ve halkın temsilcilerinden bunun için onay istemek zorunda.
Ama gördük ki Meclis’e gelmiş, tayin edilmiş bir bürokrat olarak halkın temsilcilerine hesap vermek yerine onları aşağılamaya çalışıyor, hakaret ediyor.
Nobran bir tavrı var. Bu tavrıyla Türkçe atasözleri sözlüğüne örnek olay olarak konulabilecek durumda: Hem kel hem fodul hem de şişman herkesten!
Bu atasözünün kafanın üzerindeki saç miktarıyla ve göbek çevresine biriken yağlarla ilgisi olmadığını açıklamama gerek yok sanırım.
“Fodul” kelimesini açıklamak için de Süleyman Soylu mükemmel bir örnek!
Ve Meclis’in manevi kişiliğini temsil ile görevli olan oturum başkanı Soylu’yu sadece seyrediyor.
TBMM’nin manevi kişiliği, bir atanmış tarafından halkın temsilcilerinin bir Meclis oturumunda alenen aşağılanmasından zarar görmüyorsa, neyden zarar görebilir acaba?
Bir kez daha ortaya çıkıyor ki memleketin siyasal İslamcılarının bize satmaya çalıştıkları “milli irade” kavramı bir palavradan ibaret.
Çünkü böyle bir şeye asla inanmıyorlar.
İnansalar, Soylu şu anda çoktan bakanlık görevinden alınmış olurdu.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |