AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin toplantısında konuştu ve şunu söyledi:
"Türkiye'nin Suriye'de yürüttüğü mücadelenin vatan topraklarımızı ve özgürlüğümüzü koruma, bayrağımızı ve ezanımızı yaşatma, geleceğimize sahip çıkma mücadelesi olduğunu bir kez daha teyit etmiş bulunuyoruz."
Gördüğünüz gibi, Suriye devletinin toprağı olan İdlib vilayetinde, cihatçı teröristlerin barınmaya devam etmesi ile ülkemizin bekası arasında yakın bir ilişki kuruyor.
Yani bir bölümü Suriyeli bile olmayan, kendilerince bir din savaşı yürütmekte olan teröristleri korumayı başaramaz isek ne ezan kalacak, ne bayrağımız, ne de vatan topraklarındaki özgürlüğümüz!
Oysa bu işler başladığında tamamen farklı bir şeyler söylüyordu:
İdlib'de, cihatçı teröristler ile Esad rejiminin ordusu arasında kalan sivilleri korumak, bu bölgede sivilleri de hedef alan sıcak çatışma nedeniyle başlayacak bir göç dalgasına karşı tedbir almak!
Yola Suriyeli garibanları korumak için çıktık ama bir de baktık ki ezan da tehlikede, bayrak da, vatan toprakları da!
Yani Suriye ordusunu orada her ne pahasına olursa olsun yenmez isek belki de mülteci olarak bizler kendimizi Ege sularına vuracağız.
Gözü Recep Tayyip Erdoğan aşkı ile kör olanlardan başka buna inanan kaç kişi çıkar, gerçekten merak ediyorum.
Erdoğan, hatalı bir karar verdi ve şehit haberleri geldiğinde önce olayı küçültmeye çalıştı.
Şehitlerden "tane" diye söz ettiği konuşmaları hatırlayın.
Geçtiğimiz haftayı bunu tartışarak bitiriyorduk ki Suriye'den bu sefer "tane hesabına" sığmayan şehit haberleri geldi.
Bu askerlerin orada genç yaşta ölmelerinin tek nedeni, hava kuvvetleri tarafından korunmayan birlikleri, savaş alanına sürmekti.
Ciddi bir askeri hata yapıldı. Bu hatalı emri kim verdi biliyoruz: Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan.
Emrindeki yüksek rütbeli subaylardan "hayır komutanım, bu çok yanlış bir karar olur, askerlerimizi kaybederiz" diye itiraz eden oldu mu, bilmiyoruz.
Bu ana kadar istifa dahil bir ses çıkmadığına göre, komuta kademesi de bu sorumluluğu paylaşıyor demektir.
Erdoğan'ın "Suriyeli sivilleri korumaktan" bir günde "bayrak, ezan, vatan tehlikede" noktasına savrulmasının nedeni, şehitlerin sorumluluğunu üstünden atma çabasıdır.
Eğer bizleri vatanın, bayrağın ve ezanın tehlikede olduğuna inandırabilirse, şehitler konusunda susup oturacağımızı da düşünüyor olmalı.
Kusura bakmasın ama bu tavrıyla hem kendi seçmenini hem de genel olarak hepimizi "göbeğini kaşıyan bidon kafalı adam" yerine koyuyor!
Recep Tayyip Erdoğan, 2015 yılının 18 Şubat günü şöyle konuşuyordu:
"Biz ensar bilincine sahip bir milletiz. Ülkemize gelen her kardeşimizi muhacir olarak görür, muhabbetle karşılarız. Onlara evimizi açar, ekmeğimizi bölüşürüz. Zaten size (genel olarak batı ülkelerini kast ediyor) güvenerek bu adımları da atmadık. Biz öyle bir medeniyetin varisleriyiz ki bizim medeniyetimizde bu var."
Dün de şunu söyledi:
"Aylar önce hatırlayın ben bir açıklama yaptım. 'Eğer Batı bir yük paylaşımına girmezse kapıları açarız' dedim. Ama bunlar bu işi hafife aldılar. Herhalde 'Blöf yapıyor' dediler. Kapıları açınca kapatmamız için telefon telefon üstüne gelmeye başladı. Bitti o iş. Artık kapılar açılmıştır, sizler bu yükten nasibinizi alacaksınız."
Bu iki konuşma da aynı kişiye ait.
Bir gün öyle söylüyor, ardından bir de bakmışsın tamamen tersini anlatıyor.
Yarın da bugün söylediklerinin tam tersini rahatça söyleyebilecek bir kapasiteye sahip!
Ve Türkiye, söylediğini esen rüzgara göre böyle kolayca değiştirebilen bir tek adam yönetiminde, çocuklarını "şehitler tepesini doldurmaya" gönderiyor!
Yarın bir gün bu çocukların şehitliği nedeniyle Bay Kemal dahil başkalarını sorumlu tutarsa hiç şaşırmayın derim.
Suriye konusunda, Erdoğan rejiminin durumunu hep aynı halk deyişiyle açıklıyorum. Daha önce de yazmıştım, bir kez daha tekrarlamak şart oldu:
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklersen, ondan sonraki düğmelerin hepsi yanlış iliklenir!
Gömleğin ilk düğmesi, Suriye diktatörüne karşı başlayan ayaklanmaya mezhepçi bakış ve Obama'nın gazına gelerek yanlış iliklendi.
Bir yandan o günlerde aramız bal kaymak olan Suudi Arabistan ve Katar ile el ele vererek ateşe benzin döktük, diğer yandan ABD'nin "insani kaygılarla" müdahale etmesiyle Suriye diktatörünün devrilip gideceğini hesapladık.
Bu hesaplar MİT'in sahadan gelen bilgilerine mi dayanıyordu, yoksa ABD, Türkiye'yi bu işe bulaştırmak için CIA üzerinden MİT'e tuzak mı kurmuştu, ben bilemem.
Ama o günlerde Türkiye'nin bu işe balıklama atlamış olmasının Obama yönetiminden gelen ısrarlardan ve "yol vermelerden" kaynaklandığını birçok gazeteci gibi ben de biliyorum.
O günlerde kritik noktalarda görev yapanların çoğu halen aktif olarak siyasette ve bürokrasideler. Yarın bir gün emekli olup, anılarını yazdıklarında bunu daha net görebileceğiz.
O gün yapılan hata, sınır komşunuzda bir iç savaş çıktığında bunun sizi nasıl etkileyebileceğini hesaplayamamış olmaktır.
İç savaşı kim kazanırsa kazansın, insanların birbirine karşı özellikle mezhep ve din farklılıkları nedeniyle son derece acımasız davranabildikleri bir bölgede kaçınılmaz sonuç sığınmacılardır.
Suriye'den kaçmak zorunda kalacak siviller nereye gidebilirdi?
En yakın komşuya tabii: Ürdün'e, Irak'a, Lübnan'a ve Türkiye'ye.
Irak o günlerde de zaten kendi vatandaşları için de yaşanabilir bir ülke olmaktan çıkmıştı.
Ve nitekim sivil göçünün bütün yükü Lübnan (bu ülkede yaşayan dört kişiden biri Suriyeli sığınmacı), Ürdün ve Türkiye'nin üzerine bindi.
2019 Kasım ayı itibariyle Türkiye'ye 3 milyon 750 bin, Lübnan'a 1 milyon, Ürdün'e 680 bin, Irak'a 250 bin sığınmacı geldi.
Bu öngörülemeyecek bir durum değildi.
Erdoğan rejimi, mezhepçi ideolojik körlüğü nedeniyle bunu öngöremedi.
Bunun nasıl kitlesel bir boyut kazanabileceğini öngöremediği gibi, göçü teşvik edici tutum da takındı. Zannetti ki Suriye'den göç başlarsa, Esad rejiminin tükenişi hızlanır!
O günlerdeki "ensar – muhacir" muhabbeti hala kulaklarımızda.
Suriyeli gücünün böyle kitlesel bir hale gelmesinin tehlikelerine ve yaratabileceği sorunlara dikkat çekenlere, kimlerin "ırkçı" diye saldırdığını da hâlâ hatırlıyoruz.
Ve şimdi aradan geçen bunca yıldan ve ülkemize gelen 3 milyon 750 bin sığınmacıdan sonra Recep Tayyip Erdoğan, dün şöyle konuştu:
"Ülkemizi terör örgütleriyle kuşatma, şehirlerimize gözünü diken rejimlerle tehdit etme, ekonomik tuzaklarla tökezletme peşinde olanlara inşallah aradıkları fırsatı vermeyeceğiz. Şunu bir defa unutmayalım; şubat ayının başlarında bir süreç başladı. 4 milyona yakın mülteci 9 yıldır bizim ülkemizde, şimdi de 1,5 milyon mülteciyi sınırlarımıza sürmek suretiyle bize bir yük daha getirmek istediler."
Gördüğünüz gibi Suriyeli sığınmacılar sorununda kendisinin hiç payı yokmuş gibi konuşuyor.
Söylediklerine bakılırsa bu Suriyeli sığınmacılar, Türkiye'yi tökezletmek peşinde koşanların marifeti olarak ülkemize geldiler!
Hadi canım sen de!