İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, hayatında bu kadar şaibeli bir seçim daha görmediğini söylüyor.
Süleyman Bey, sakin ol, iktidarınız sürdükçe hep birlikte daha neler neler göreceğiz kim bilir?
Baksanıza aynı zarftan çıkan dört oydan birinde hile yapılmış, üçü tertemiz!
Bunun sebebi nano-teknoloji mi, yoksa İsmet İnönü zihniyeti şimdi de cinleri mi kullanmaya başladı?
Seçimden önce sandıkları bir okutup – üfletseniz nasıl olur acaba, üç harfliler işin içine yine girmesin!
CHP de üç harfli, acaba bu bir işaret mi Devlet Bey? 3 ile 7’yi çarpınca 21 çıkıyor, topla ikisini yine üç!
Neyse, Süleyman Soylu enteresan bir kişilik, bu kesin.
Seçim gecesi her türlü numarayı yaptılar ama millet sandıklara sahip çıkınca yüz geri oldular.
Sonra da bir şaibedir tutturdular.
Binlerce sandık başkanının kamu görevlisi olmadığı iddiaları yalan çıktı mesela. Bu sayı meğerse 253 imiş.
Peki o isimleri İlçe Seçim Kurulu’na kim gönderdi dersiniz? Süleyman Bey’in adamları tabii, kim olacak?
On binlerce sahte seçmen var dediler, o da yalan çıktı. Süleyman Bey’in polisleri Büyükçekmece’de kapı kapı dolaşıp sahte seçmen aradı, bir kişiyi bile bulamadı.
Zaten seçmen listelerine esas olan ana listeyi hazırlayanlar kimin adamıydı? Süleyman Bey’in adamları tabii!
Ve AKP Genel Başkanı’nın YSK’daki emir erleri parmak kaldırdı, seçimi iptal etti, ama bu beylerin gazete manşetlerinde günlerdir attıkları palavralardan satır söz etmeden!
Sanıyorum ben Süleyman Bey’den büyüğüm, çok seçim gördüm, ama bu kadar şaibeli bir seçimi ben gerçekten görmedim.
Seçimden birinci çıkanların yerine ikinci gelenlere mazbatanın verildiğini daha önce hiç görmemiştik mesela.
Aynı zarftan çıkan dört oydan üçünün temiz, birinin hileli olduğunu da!
Listeleri hazırlayanların, “listeler hatalı” diye başkalarını suçladığını da!
Acaba oruç Süleyman Soylu’nun başına mı vurmuştu?
Bilinç altı şaibeli olduğu için “hayatımda böyle şöbiyet görmedim” demek isterken mi “hayatımda böyle şaibe görmedim” dedi?
***
YSK’nın son derece şaibeli seçim iptal kararının ardından Ekrem İmamoğlu’na desteklerini ifade eden sanatçı ve iş insanları, AKP yöneticilerinin canını fena halde sıkmış görünüyor.
Süleyman Soylu, Recep Özel gibi AKP’liler onlara laf yetiştirmeye çalışıyorlar.
Bu mesajları yayınlayanlar adam değilmiş de filanmış da falanmış!
Beklemedikleri bir durum ortaya çıktı çünkü, onun için biraz şaşkınlar.
Otomobil farına yakalanıp, paralize olmuş tavşan gibiler.
Artık kimseyi korkutamıyorlar. Kimse onlardan korkmuyor.
Baskı altında sürekli azarlanmaya, dışlanmaya, ötekileştirilmeye karşı insanların verdiği doğal bir tepki bu.
Onun için benden tavsiye, buna alışın.
Korkmayanların sayısının giderek arttığını göreceksiniz.
Bütün otoriter rejimlerin yöneticilerinin başına gelen sizin de başınıza gelecek, korkutamadıkça siz korkmaya başlayacaksınız.
***
Baskıcı ve otoriter rejimlerin temel özelliklerinden birisi de halkın haber alma hakkını engellemektir. Bunun da türlü çeşitli yolu var tabii.
Gazetecileri hapse tıkarsınız, bu sert ama pratik bir yoldur, dışarıda kalanların seslerini çıkarmalarını önlersiniz.
Yayın kuruluşlarının sahiplik yapılarını değiştirebilirsiniz ki ülkemizde bu da oldu. Gazetesini satmayan, iktidar amaçlarına uygun olarak kullandırmayanlara da sopa iyi gelir: Sözcü’nün ve eski Cumhuriyetçilerin başına gelen budur.
Olur da duyulmasını istemediğiniz haberler oradan buradan sızarsa AKP iktidarı onun da yolunu “hukuk çerçevesi içinde” buldu: Erişim yasağı!
Seçimlerden önce AKP Genel Başkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan ile AKP’den Beyoğlu Belediye Başkanı seçilen Haydar Ali Yıldız‘ın başrolünde oldukları bir video kaydı çok konuşulmuştu.
Okçular Vakfı için etkinlik düzenlemişler, bu ikisi de yan yana oturmuş, Belediye Başkanı olan diğerine “kentsel dönüşümden bir iki yer, bina olarak aldık mı yeter” diyor.
Bildiğin suçüstü durumu! Kamu kaynaklarının allem kallem edilip, bir vakfa aktarılması çabası.
Tabii olayın kahramanları açısından tatsız bir durum. İnkar edilebilir gibi de değil, görüntülü ses kaydı var!
Ama bağımsız Türk yargısı var: Mahkemeye gidiyorlar, hop habere erişim yasağını alıveriyorlar.
Bakan olamayan Damat Paşa da aynı yolu izledi.
O da bir vakıf kurmuş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden yardımı kapmış ama duyulmasın istiyor.
Niye? Çünkü vakıf dediğin şey, şahsi varlığınla yapılır, milletin malıyla vakıf kurmak, özlü bir Türk atasözünde de vurgulandığı gibi el bilmemnesiyle gerdeğe girmekten farksızdır.
O da gitmiş mahkemeye, sağ olsun hakim amcaları damadı da kıramamışlar, basmışlar erişim yasağını.
Bu kararları verenler hakim. Hakimler, kararlarını yasalar ve yüksek yargı içtihatları (Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları) çerçevesinde verebilirler, keyfilik olmaz.
Ancak bu hakim amcalar, temel bir Anayasal hakkı ortadan kaldıran bir kararı kolaylıkla verebiliyorlar.
Oysa geçtiğimiz Mart ayının ilk günlerinde (7 Mart) Anayasa Mahkemesi böyle bir erişim engelleme yasağı veren mahkeme kararının hukuksuz olduğuna ilişkin bütün mahkemeleri bağlayan bir karar vermişti.
Ömer Dinçer’in intihalle malul kitabı ile ilgili bir haberdi bu. AYM kararında şöyle diyordu:
Haber içeriğine erişimin engellenmesi demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmez. İfade ve basın özgürlüğü engellenmiş olur!
Bilal Bey ile Damat Paşa’nın hakim amcaları, arada bir AYM kararlarını filan okumaya ne derler acaba?