İktidarın büyük ortağı, konuşmalarını beğenmediği üç kişi hakkında (İlker Başbuğ, Fikri Sağlar, Can Ataklı) 81 ilde suç duyurusunda bulunmuş.
Niye küçük ortağı da işin içine katmadılar, bilemiyorum tabii.
Ancak ben de buradan bir suç duyurusunda bulunmak istiyorum ki iktidar partisi, bir yandan adli makamları lüzumsuz yere meşgul ediyor, diğer yandan da "suç uydurma suçunu" işliyor.
Şimdi 81 ilde üç kişi hakkında dosyalar açılacak. Savcılar bu dosyaları inceleyecekler, sonra suçun işlendiği yer savcılığına dosyayı gönderecekler. Suçun işlendiği yer savcısı, Türkiye'nin dört bir yanından gelen bu dosyaları tek tek inceleyecek, birleştirecek. Bir sürü bürokratik işlem yani.
Bu partinin avukatları, bu en temel usul kuralını bilmiyor olabilirler mi?
Kuşkusuz ki biliyorlar ama amaçları belli ki adaleti tesis etmek değil, adliyeyi alet ederek, suç duyurularını siyasi kampanyaya dönüştürmek.
Bunun bir cezası yok tabii ama eski babacan savcılar olsaydı, böyle bir suç duyurusuyla karşısına çıkanı azarlar, kısa bir hukuk dersi verip, yollarlardı.
Bugünün savcılarından bunu bekleyemeyiz, çünkü başlarında sallanıp duran HSK kılıcını yok sayamayız.
Ancak, savcıların her ilde tek tek soruşturma konusu yapabilecekleri bir suç var ortada:
O da Türk Ceza Kanunu'nun 271. Maddesi tarafından düzenlenmiş olan "suç uydurma suçu"!
İşlenmediği alenen belli olan bir suç nedeniyle adliyenin meşgul edilmesi şeklinde ortaya çıkıyor.
Suç uydurma suçunun cezası 3 yıla kadar hapis cezasıdır.
Ve bu örnek olayda, bu suç 81 ilin tümünde işlenmiş bulunuyor. Ve bununla da kalmıyor her ilde de üç kere işlenmiş bulunuyor.
Ben burada suç duyurusunda bulunuyorum ama aslında bunun da bir önemi yok çünkü bu suç, şikâyete bağlı bir suç değildir.
Yetkili makamları meşgul etmesi, adalet düzenini bozması nedeniyle soruşturma takibi savcılık tarafından re'sen yapılır. Uzlaşmaya tabi suç olmadığından uzlaşmaya ilişkin hükümler de uygulanamaz.
AKP'li şikâyetçiler mutlaka şunu biliyorlar: Türkiye'nin hukuk düzeninde fikir açıklamak, hakaret içermiyorsa suç değildir.
TBMM'de usulünce onaylanmış bir uluslararası sözleşme olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, TC Anayasası, ilgili kanunlar, AİHM, AYM ve Yargıtay içtihatları, bu hakkın güvencesini oluşturur.
Açıklanan fikirler, toplumun bir bölümünü şok edici bile olabilir, durum değişmez.
Fikri Sağlar'ın fikrini beğenmeyebilirsiniz ama adı üzerinde fikirdir, eleştirebilirsiniz, hepsi o kadar.
İlker Başbuğ ve Can Ataklı için yapılan ise "suç uydurma suçunun" tüm unsurlarının oluştuğu bir duruma tekabül ediyor.
İkisinin de sözlerinin tam metnini okuduğunuzda, Saray'da görevli trollerin iddia ettikleri şeyi ifade etmedikleri açıkça görülüyor.
Hem suç olmayan bir durumu (fikir açıklamayı) suçmuş gibi şikâyet ediyorlar hem de söylenmemiş bir şeyi, konuşmaları çarpıtıp, cımbızlayarak söylenmiş gibi yaparak delil uyduruyorlar.
İlk bakışta "iftira suçu" gibi görünse de ondan farklı ve "suç uydurma suçunu" oluşturuyor.
Ve bunu ısrarla yapıyorlar, aynı gün içinde üç kere işliyorlar.
Bu suçun takip edilip, edilmeyeceğine bakarak, HSK'nın, geçen gün iddia ettiği gibi gerçekten bağımsız olup olmadığına da karar verebiliriz.
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında, hazırlanan "suç işlemeye tahrik" ve "suçu ve suçluyu övmek" suçlamasıyla hazırlanan iddianame kabul edildi.
Kaftancıoğlu, 9 aydan 10,5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanacak.
Kaftancıoğlu'na yüklenmek istenen suç, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un, Kuzguncuk'taki evinin yanında vakıflara ait araziye yaptırdığı kaçak pergolanın fotoğraflarının çekilmesini istemek ve çekeni de "aferin iyi çekmişsin" diye övmek!
Böylece "özel hayatın gizliliği ihlal edilmiş"!
Bir kamu görevlisinin, kamuya ait bir arazi üzerine, kanunlara aykırı kaçak inşaat yapması, özel hayat değildir.
Eğer fotoğrafçı, bahçesine girip, evin açık olan penceresinden içerisini görüntülemiş olsaydı, evet o zaman özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edebilirdik.
Yani aslına bakarsanız burada suç uyduran, doğrudan doğruya iddianameyi yazan olmalı.
Ama tanımı gereği savcılar, iddianame yazarlar; yazdıkları iddianamede ileri sürdükleri suç, tamamen uydurma olsa bile eylemleri, TCK 271'e uymaz.
Yani burada ne savcı açısından ne de Kaftancıoğlu açısından bir suç var.
Gördüğünüz gibi iktidar, kontrol ettiği yargı gücünü kullanarak, muhalefeti terörize ediyor.
Bir muhalefet partisi yetkilisinin, üst düzey kamu görevlilerinin kanunlara uyup uymadığını denetlemesinden bile suç icat ediliyorsa, bunu başka türlü tanımlayamayız.
Erdoğan rejiminde, bu artık olağan bir uygulama olarak ortaya çıkıyor.
İlker Başbuğ, Can Ataklı, Canan Kaftancıoğlu, Fikri Sağlar sadece dün ortaya çıkan örnekler.
Muhalefet partileri mensuplarının, gazetecilerin, iktidarın beğenmediği fikirleri savunan herkesin bu şekilde ceza tehdidi ile karşılaşması, deyim yerindeyse "mahkemelerde süründürülmesi" rejimin, otoriter karakterinin bir sonucu.
Böyle davaların sıklaşmasının, bizler açısından ümit verici ve sevindirici olan yönü ise, bu tür suç uydurma girişimlerinin rejimin yolcu olduğunun bir göstergesi olması.
Rejim gidici olduğunu görüyor, bunu hukuk dışı uygulamalara başvurarak durdurabileceğini zannediyor.
Benden duymuş olmasınlar ama açılan davaların, ecele bir faydası olmaz.
Gelecek seçimleri kazanmak istiyorlarsa yapmaları gereken, milletin sorunlarını çözmektir.
Tarih, baskıyı arttırarak iktidarda kalmanın mümkün olmadığını gösteren örneklerle dolu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dün yaptığı yazılı açıklamada şunu söyledi:
"Başörtüsü üzerinden kutuplaşma dinamiklerini harekete geçirmeyi planlayan faşist ve faziletsiz simalara müsaade edilmeyecek."
Benim bildiğim kadarıyla başörtüsü üzerinden kutuplaştırma yaratmaya çalışan, koalisyonun büyük ortağı.
Bahçeli, biliyorsunuz bilmece gibi bir adam.
Acaba bu da "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" kabilinden bir açıklama mı?
Hedefinde gerçekten başörtüsü üzerinden kutuplaştırma yaratmaya çalışanlar varsa, koalisyon sallantıda diyebilir miyiz?