Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı “Sosyal Medya Ahlakı” isimli kitapta hukuki düzenlemelerin yetersiz kaldığı alanlarda “fıkhın devreye girebileceği” öneriliyor.
Yasal düzenlemelerin sosyal medyada yetersiz kalabileceği belirtilen kitapta, “Bu noktada bireylere, sergilediği davranışlar karşılığında hem dünyevi hem de uhrevi sorumluluk yükleyen, onların vicdanına hitap etme yönü de bulunan fıkıh etkili olmaktadır” deniliyor.
Diyanet’e göre insanlar “fıkıh ile öteki dünyada hesap vereceği bilincinde” olacaklarmış.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı bu konuda biraz hayalci bulduğumu söylemeliyim.
Çünkü “öteki dünyada hesap verme korkusu” memleketimiz siyasal İslamcıları nezdinde işe yarıyor olsaydı, bambaşka bir ülkede yaşıyor olabilirdik.
Hapishaneler “kul hakkı yenen” vatandaşlarla dolu.
Bakın Osman Kavala, hakkında uydurulan suçlamalarla hapiste tutuluyor, memleketin Müslümanlarında en ufak bir rahatsızlık belirtisi de görmüyorum.
Tıpkı sosyal medyada olduğu gibi “yasal düzenlemeler” işe yaramıyor ama fıkıh da ne ihale yolsuzluklarını önleyebiliyor ne de doymak bilmez bir aç gözlülükle kamu kaynaklarının yağmalanmasını engelleyebiliyor.
Onun için Ali Bey’e tavsiyem, çevresine dikkatle bakması.
Açılıştı, düğündü derken sıkça bir araya geldiği vatandaşlarımıza dikkatle yoğunlaşırsa, belki bazı şeyleri düzeltme fırsatını da bulabilir diye düşünüyorum.
Bir boş vaktinde de düşünsün bakalım: Milleti dinden soğutanlar kimlerdir?
***
Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İngilizce bir ders kitabından Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili sayfayı yırtma kararına Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da çok sinirlendi.
“Yapılan saygısızlığı kınıyorum” dedi.
Oktay’a göre “Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e yapılan bu saygısızlık”, Rumların Türk varlığına karşı hazımsızlığını da gösteriyor.
Oktay’ın sosyal medyada paylaştığı mesajı okurken “insanoğlu gariptir, her lafı kaldırmaz” diye başlayan halk deyişini hatırladım.
Kıbrıslı Rumların, ders kitaplarından Atatürk’ü çıkarmak istemeleri tipik bir milliyetçi gerzeklik.
Oktay, bunun Atatürk nezdinde aslında milletimize yapılan saygısızlık olduğunu da söylüyor.
Peki Oktay’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı olduğu ülkenin Diyanet’inin, Milli Eğitim’inin Atatürk’ü “hutbelerden ve ders kitaplarından çıkarmalarını” nasıl yorumlamalıyız?
Bu da tipik bir siyasal İslamcı gerzeklik olarak nitelenebilir mi acaba?
Oktay’ın bunun için söylemek istediği bir şey var mı?
***
Gördüğünüz gibi 6. Haftaya giriyoruz ve sorduğum sorulara yanıt alamadım.
Soruların hepsini burada tekrarlamayacağım, hatırlamak isteyenler için bağlantı burada: https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/laik-hukukun-ruhuna-el-fatiha,32323
Soruları yanıtlamak yerine neden derin bir sessizliğe büründüklerini tahmin edebiliriz.
Çünkü bu sorulara verecek doğru dürüst yanıtları yok.
Verecekleri her yanıt yeni soruların sorulmasına da yol açacağı için susmayı tercih ediyorlar.
Tabii şöyle bir yanıt da verebilirlerdi: Ezan susmayacak, bayrak inmeyecek!
Bizim memlekette bundan etkilenen bir kitlenin olduğunu biliyoruz.
Ezanın ve bayrağın, bazı yolsuzlukları örtmek için kılıf olarak kullanılmasından rahatsızlık duymayan dini bütün insanlar ve milliyetçiler var yani!
Memlekette babalarının siyasi yükselişine paralel olarak zihni açılan çocukların varlığını AKP iktidarında iyice öğrenmiş olduk.
Bazı politikacılarımızın durduk yerde Karun kadar zenginleşmelerinin nedeni çocuklarının bu başarısı.
Bunlara artık alıştık diyelim.
Ama şuna alışamadım: Olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, bir kara para aklayıcısının mal varlıklarının bir bölümünü kaçırmasını sağlayan hâkim ve savcının durumuna!
Olmayan bir raporu varmış gibi göstermeleri adama 150 milyon dolara varan bir serveti kaçırma olanağı vermiş.
Acaba, bu 150 milyon doların ne kadarı çarkları yağlamak için kullanıldı?
Bunun nasıl olabildiğini HSK’ya soruyorum ama işin ilginci şu ki bu kararı veren savcı, şimdi Adalet Bakanı yardımcısı olarak o HSK’nın da üyesi!
Onlar da hiç oralı değillermiş gibi davranıyorlar, tam siper yatmışlar, sorunun unutulmasını ümit ediyorlar.
Öte yandan bir savcı daha var ki o da mafya reisinden maaş alan bir politikacıyı koruyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Sedat Peker’in bir politikacıyı maaşa bağladığını, süren bir soruşturma nedeniyle öğrendi.
Muhtemelen takibe takıldılar ve Bakan da bu bilgiye öyle ulaştı.
Polisin, içinde bu bilgi de olan dosyayı tamamlayıp, savcılığa verdiğini öğrendim.
Ancak savcının, bu dosyayla ilgili hiçbir işlem yapmadığını da artık biliyoruz.
Bakan Soylu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nı da ayrıca bilgilendirmişti.
Oradan da bir ses çıkmadı.
Memleketin savcıları, sanki bir yerden talimat almışlar gibi bu siyasetçiyi koruyor.
Gerçekten acayip bir durum bu.
Arkasında siyasi koruma olmasaydı, savcılar buna cesaret edebilirler miydi?
Siyasi koruma altında olduğuna göre bu politikacının AKP içinde olduğunu da varsaymamız gerekiyor. Kim bilir belki de MHP’lidir. Başka bir partiden olsaydı adını çoktan duymuş olurduk.
Şunu merak ediyorum: Dürüstlüğünden kuşku duymayacağımız çok sayıda AKP ve MHP’li politikacı var. Onlar bu durumu içlerine nasıl sindirebiliyorlar? “Bu çamur bize de sıçrar” diye akıllarından hiç geçmiyor mu?