Şule Çet davasında sanıklara iyi hâl indirimi uygulanmasına tepki gösterenlerden biri de Adalet Bakanı Abdülhamit Gül oldu.
Bakan Gül, "Zalimce cinayetlerin ardından görülen davalarda, somut ve hukuk temelli tatmin edici gerekçelere dayanmayan 'iyi hal' gibi soyut değerlendirmelerle canilere ceza indirimi yapılması vicdanları yaralamaktadır" dedi.
Bakan Gül'e "zalimce cinayetler" vurgusu dışında katılıyorum.
"Zalimce cinayet" kavramının karşıtı sanırım "şefkatli cinayet" olmalı ki, birisini "şefkatle öldürmek" nasıl olabiliyor, bunu tam kavrayamadım.
"Killing me softly with his song" şarkısındaki gibi mi?
Bakan Gül'ün iyi hâl indirimleri ile ilgili bu görüşü yeni değil.
25 Kasım 2017 günü de şöyle konuşmuştu:
"Şunu da ifade etmek isterim, Adalet Bakanı olarak da kadına, çocuğa şiddet ve cinsel suçlar konusunda, 'iyi halini gördüm diye takdiri olarak senin cezanı indiriyorum' diye bazı uygulamalar görüyoruz. Bu bir hukukçu olarak da beni üzüyor. Böyle bir suçu işleyen birisi için bu indirim elbette mahkemenin takdiridir ama bu suçları işleyenlerle ilgili mahkemedeki hâlden, tavırdan dolayı bir indirime gidilmesi de gerçekten çok istisnai olmalı."
Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu da, 29 Şubat 2016'da şunu söyleyecekti:
"Kadın cinayetlerinde sanıkların cezalarında iyi hâl indirimi uygulamasının kaldırılması için çalışma başlattık. Kararımın arkasında kapı gibi duracağım."
O günden bugüne geldiğimiz nokta burası işte:
Bir kadına cinsel saldırıda bulunarak öldüren, öldürdükten sonra herhangi bir pişmanlık belirtisi göstermeyip, cinayet suçunu örtbas etmeye çalışan, savunmasını kurbanın itibarsızlaştırılması üzerine kuran bir sanığa bile "iyi hâl indirimi" uygulandı.
Bakanlık makamında olanların, böyle durumlardan şikayetçi olmasını anlayabilmek zor.
Gerçekten şikayetçiyseniz, iki yıl önce, üç yıl önce söylediğiniz sözlerin gereğini yerine getirmek için ne yaptınız diye sormak gerek.
Ve Bakan Gül'e bir sorum daha var:
Yakında Meclis'te oylatıp, kabul ettireceğiniz "infaz indirimi" yasasıyla kaç kadın katili, kaç "zalim" katil, kaç "şefkatli" katil aldığı cezanın tamamını çekmeden sokağa çıkacak?
İnfaz indirimi dediğiniz şeyin "iyi hâl indiriminden" ne farkı var?
İkisi de aynı sonucu vermiyor mu?
* * *
Yandaş medya olmanın da kendine göre zorlukları var elbette.
Bu zorluk, iktidar sözcülerinin Türkiye'de attıkları nutuklar ile yurtdışında sergiledikleri tutumlar arasındaki farklılığı, yayınlarında "zafer" olarak yansıtmak durumunda olmalarından kaynaklanıyor.
Son NATO zirvesi öncesinde başta Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı'nın söylediklerine bakarsak olay şöyle gelişecekti:
"Türkiye, YPG terör örgütü olarak kabul edilmez ise Baltık ülkeleri ile ilgili yeni savunma planını bloke edecek."
Sonuçta Türkiye, Baltık savunma planını bloke etmedi, NATO Genel Sekreteri'nin açıklamasına göre de YPG konusu gündeme dahi gelmedi!
Belli ki burada nutuklar iç politika için atılıyor, oraya gidince yelkenler suya iniyor.
Tabii olan da "halka satılacak" bir başarı hikayesi yazmak zorunda kalan yandaş medyaya oluyor.
"Her marifet, iltifata tabi olmalı" prensibi gereğince ben de bu konuda tek kişilik bir jüri olarak birinciyi seçtim: Star Gazetesi.
Dün Star'ın manşeti şöyleydi: "İstediğimizi aldık!"
Ne istemiştik, ne aldık orası manşet haberinde pek açıklığa kavuşturulmamıştı ama olsun, bu çaba takdiri hak ediyor.
İkinciliği Akit'e verdim: "Müttefiklere ilke ve terör dersi" manşeti, resmen "sinekten yağ çıkarma" sayılabilir, kutlarım.
Üzücü olan damadın biraderinin gözetimindeki medyanın refleksini kaybetmekte oluşu.
Yeni Şafak "Terörün her türü tehdit" başlığıyla çıkmış. Akşam, "NATO'ya kritik uyarı" başlığını uygun görmüş. En yavanı Sabah'taydı: "Teröre karşı etkin işbirliği."
Bunların hiç biri üçüncülüğü hak edecek yaratıcılıkta değil. Onun için bu kategoride ödül veremedim.
Sanki bir mağlubiyetin örtülü kabulü gibi bir hava içindeler. Yazık, çok yazık!
"Stajyer yandaş" olarak tecrübesini arttırmakta olan Hürriyet'teki gelişme olumlu yönde ilerliyor.
Yakında Sabah'ın tahtını sallayacak bir ustalık potansiyeli görüyorum Hürriyet'te.
Zirvede çekilen "aile fotoğrafından" kadrajlanarak çıkarılan ve Trump ile Erdoğan'ı yan yana gösteren bir fotoğrafla sunduğu dünkü başlığı şöyleydi: "Trump, NATO zirvesinde Türkiye'yi övdü: Türkiye iyi iş çıkarıyor!"
Tabii hala bir utangaçlık var, böyle bir yaratıcılığın, logo altında üç buçuk sütuna sıkıştırılması bunun işareti.
Utangaçlık azaldıkça bu tür haberler sürmanşete doğru çıkacaktır, durmak yok, çalışmaya devam!
Bu nedenle Jüri Özel Ödülü'nü Hürriyet'e verdim.
* * *
Şimdi size bir reçel tarifi sunacağım: Brokoli Reçeli!
Ben pişirmeyi denemedim, brokoli sevmem. "Seveni de sevmem" diyecektim ki kızımın sevdiğini hatırladım.
"Brokoli" ile "reçel" kelimelerini yan yana görenlerin de yüzlerini buruşturma olasılığı hayli yüksek ama uyarıyorum ki bu bir "bilimsel çalışma ürünü"!
Araştırmaya yeteri kadar bütçe ayırmamakla eleştirdiğimiz üniversitelerimizden biri bu orijinal buluş için patent almak üzere başvuruda bulunmuş.
Yemek tarifleri belki telif hakları ile korunabilir ama "patent almak" ne demek, bunu da tam anlayamadım.
Nasıl bir "buluş" söz konusu ki patent isteniyor?
Patent başvurusundan aynen aktarıyorum, Türkçe için beni ve rahmetli öğretmenimi suçlamayınız lütfen:
"Buluş, Brokoli Reçeli ve Üretim Yöntemi olup özelliği; Brokoli Reçelinin, sap kısımları ayıklanmış çiçeksi kısımları alınan taze brokolinin bir kaba dizilerek üzerine toz şeker ilave edilerek bu şekilde 3 sıra brokoli, 3 sıra toz şeker olacak şekilde tekrarlandıktan sonra, ağzı kapalı şekilde 10 saat bekletilip, üzerine su ilave edilerek 45 dakika pişirilerek, pişme süresinin sonlanmasına 15 dakika kala limon suyu ilave edilerek hermetik dolum ile steril kavanozlara doldurularak üretilmiş olmasıdır."
Söylediğim gibi bu, bir üniversitenin "patent başvurusu"!
Ben daha ne diyeyim, bilemedim.