AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak partisinin genel başkanına bir "rapor sunulacağını" açıkladı.
Cumhurbaşkanı’na bu konuda sunulacak kaçıncı rapor? Saydınız mı bilmiyorum ama ben ucunu kaçırdım.
Sıra İstanbul Sözleşmesi’ne gelince sürekli bir rapor muhabbetidir gidiyor.
Hatta raporlardan birini yazan ekipten biri küfürbaz çıkınca çok şaşırmışlardı hatırlarsınız.
Ömer Çelik’in şu sözlerini okuyalım:
"Kadını koruma ve aileyi koruma dengesinden vazgeçmeyeceğiz, kadını da, aileyi korumayı da terk etmeyeceğiz."
Bu cümle, AKP’nin temel sorununun ne olduğunu ortaya koyuyor: Kafalar iyice karışmış!
"Kadını korumak" ile "aileyi korumak" arasında bir dengeden söz ettiklerine bakılırsa AKP yöneticilerine göre kadına çok yüz verirseniz, aile kurumu zedeleniyor. Aileyi aşırı korursanız da kadınlar zarar görüyor.
Minareden at beni, in aşağıya tut beni!
Onun için kadını korumak ile aileyi korumak arasında bir denge arıyorlar. Rapor üzerine rapor yazıyorlar.
İç sesleri esasen şunları söylüyor:
"Her dayak yiyen kadın, boşanmaya kalkışmasın, kocayı evden uzaklaştırma hakkına sahip olmasın. Böyle olunca aile zarar görüyor.
Adam çok döverse tamam, kadını koruyalım. Ama iki üç tokat ile yetiniyor ve bunu alışkanlık haline getirmiyorsa da aileyi koruyalım.
Kadınlar, arada sırada dayak yeseler de seslerini çıkarmasınlar, akşam güzel bir sofra hazırlayıp kocalarını beklesinler. Belki adamların kalbi böylece yumuşar, kadını dövmekten vazgeçerler."
Bunu "erkeğin kalbine giden yol, boğazından geçer politikası" şeklinde özetleyebiliriz.
İstanbul Sözleşmesi’ne koymak istedikleri şerhte bir – iki de yemek tarifi verseler bari.
Takip edebildiğim kadarıyla, AKP içinde bu işi takip edenlerin başında Numan Kurtulmuş geliyor.
"Ailenin yıpratılması" diye bir türkü tutturmuş, "kadın ve erkek birbirine rakip değil, birbirini tamamlayan Allah’ın iki değerli yaratığı" diyor.
İyi de bunun İstanbul Sözleşmesi ile ne alakası var?
"Ailenin yıpratılması" dediği şey, şiddet gören kadının kocaya karşı korunmasıdır.
Kocanın, karısını dövdüğü, aşağıladığı bir ortam "aile" sayılır mı, böyle bir ailede büyüyen çocuklara yazık değil mi?
Yoksa derdiniz "tek eşlilik" ile mi?
Eve imam nikahlı kuma getirdiğinizde, resmi nikahlı olanın "boşanırım" diye tutturmasından mı endişe ediyorsunuz?
Mır – mır edeceğinize, ne istediğinizi açıkça söylesenize.
Nisa Suresi 34. Ayet, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın "mealine" göre şöyle:
"Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür."
(Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu ayeti nasıl tefsir ettiğini öğrenmek için şu linkteki metni okuyabilirsiniz: )
Tefsiri dikkatle okuduğunuzda AKP’nin açmazını daha iyi anlayabilirsiniz.
Bir tarafta ayet var, diğer tarafta günümüzün modern toplumunun ihtiyaçları.
Rapor üzerine rapor yazıyor olmalarının ama bir türlü işin içinden çıkamıyor olmalarının nedeni budur.
İçinden çıkamıyorlar çünkü İslam anlayışları, Kuran – ı Kerim’in indirildiği çağ ve toplumda donmuş.
Bugün İslam toplumlarının en büyük sorunu da bu "donmuş din" anlayışı.
AKP’nin siyasal İslamcıları da bu anlayıştan kendilerini bir türlü kurtaramıyorlar ama mesela bu çağda niye hırsızların ellerini kesmediklerini de izah edemiyorlar.
AKP yöneticilerinin konuşmalarında İstanbul Sözleşmesi’ndeki "toplumsal cinsiyet" kavramından duydukları rahatsızlığı ifade ettiklerini görüyoruz.
Cinsiyete dayalı bir iş bölümü anlayışı insanlık tarihi kadar eski. İnsanlığın ilerleyişinin toplumsal yaşamda yol açtığı değişiklikler, kadınların da zaman içinde erkeklerle aynı işleri, aynı erkekler gibi yapabildiklerini ortaya koydu. Kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik farklılıklardan kaynaklanan "cinsiyet" tanımları ile "bu farklılıkları bir toplumsal sistem içine oturtmak" diye tarif edebileceğimiz "toplumsal cinsiyet" kavramlarını karıştırmamak gerekiyor. "Cinsiyet" biyolojik, "toplumsal cinsiyet" ise kültürel bir durumu tarif ediyor. Ve 34. Ayetin mealini ve ardından tefsirini okuduğunuzda görüyorsunuz ki modern toplumların "kadın – erkek eşitliği" kavramı, bu donmuş İslam anlayışına çok uzak.
Onun için kadınların evde "azıcık" şiddet görmesini yadırgamıyorlar, "birkaç sopa" ile kadının "yola getirilmesini" normal buluyorlar.
Sözleşme ve buna bağlı kanun ise bunu istemeyen kadına, erkeği uzaklaştırma hakkı veriyor.
Sözleşmeyi de kanunu da sevmiyor olmalarının nedeni budur.
İslam’ın zaman içinde değişen yorumu konusunu tartışmak benim boyumu aşar, ancak şunu söyleyebilirim:
Tefsir uzmanı ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk’e göre Cumhuriyet tarihinde 200 meal, 30 tefsir yazılmış.
Prof. Dr. Öztürk, "tefsir çalışmalarının Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde başladığını" da söylüyor.
Kuran-ı Kerim’in yorumu hakkında, tefsir dışında "te’vil, tebyin, beyan, tâlim, tafsil, tasrif, i‘rab, şerh, tavzih" gibi kelimeler de kullanılıyor.
Bütün bunlar bir tek amaca hizmet ediyor:
Allah’ın, Kuran – ı Kerim’in lafzında açık olmayan isteklerinden sünnete ve kitabın özüne uygun düşecek anlamlar çıkarmak!
Allah, "kadiri mutlak" olduğuna göre, söylediği her kelimenin "lafzıyla" anlaşılmasını isteseydi, bunu insanların yorumuna mı bırakırdı?
Niye kitabını tefsire açık bıraktı? Niye tefsir ihtiyacı Peygamber daha hayattayken bile vardı?
Gönderdiği çağdaki hayat anlayışı sürüp gitsin diye mi, çağın gereklerine göre yorumlansın diye mi?
Bunu düşünmek için aklı da size O vermedi mi?