AKP Genel Başkanı, önceki gün partili bazı milletvekilleri ile kahvaltı yapmış, milletvekillerinin şikayetlerini dinledikten sonra ortaya İstanbul Sözleşmesi’ni sürmüş.
"Sözleşmeyi yeniden gözden geçirmemiz gerek. Onunla ilgili bir çalışma yaptırıyoruz" demiş.
AKP milletvekillerinin bu sözler üzerine ne yaptıklarını bilmiyoruz ama gözümün önüne geliyor: Başlarını, emme basma tulumba gibi aşağı yukarı sallamış olmalılar!
Dünyanın en rahat mesleği sanıyorum AKP’den milletvekili seçilmiş olmak.
Hiçbir şey için beyninizi kullanmanız, düşünmeniz gerekmiyor çünkü.
Reis bir şeyler söylüyor, bunlar da onaylıyor.
Akıllarına "pardon ama bu sözleşmeyi biz imzalayıp, onaylamamış mıydık" demek gelmiyor.
"Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi", kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak biliniyor.
Şehrimizin adını taşıyor olmasının nedeni, Avrupa Konseyi üyesi devletlerin imzasına 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da açılmış olması.
Türkiye, ev sahibi olarak bu sözleşmeyi imzalayan ilk ülke.
14 Mart 2012 tarihinde de TBMM tarafından onaylanarak, anayasamıza göre kanun değerinde bir hukuk normuna dönüştü.
Tıpkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi!
Sözleşme, AKP iktidarında imzalandı. AKP çoğunluğunun da katılımıyla TBMM’de kabul edildi.
Ve başta genel başkanları olmak üzere AKP’liler, bu sözleşmeden hiç hoşnut değil.
İyi de bu sözleşme imzalansın diye İstanbul’daki toplantıda bir günde ortaya çıkmadı ki!
Yıllarca tartışıldı, hazırlıkları yapıldı, Türkiye adına temsilciler de bu hazırlıklarda yer aldı.
Hazırlık sürecinde, ilk imzayı atarken, bir yıl sonra TBMM’de onaylarken aklınız neredeydi?
Şimdi de diyor ki "gözden geçirteceğim".
Bir defa öyle bir şey olmaz, ben söylemiş olayım, boşuna debelenmesinler.
TBMM’den yeni bir kanun çıkarttırıp, sözleşmeden tamamen çekilebilirsiniz ama "şurasını sevmedim, değiştirelim" demenin zamanı çoktan geçti.
Şu anda 39 ülke sözleşmeyi imzalamış durumda.
Bu sözleşmeyi niye sevmiyorlar, nesine taktılar acaba?
Eşlerini, şöyle ağız tadıyla dövemedikleri için mi sinirliler?
Farklı cinsel yönelimleri olan vatandaşların, şiddete ve ayrımcılığa karşı devlet korumasında olmasını mı istemiyorlar?
Eşcinselleri, trans bireyleri filan IŞİD'in yaptığı gibi damlardan aşağı atmak mı akıllarından geçen?
Bu sözleşmenin neresi AKP’lilere batıyor?
AKP Genel Başkanı, partisinin TBMM grup toplantılarını bir miting havasında yapıyor.
Alkışlar, tezahüratlar arasında gaza geldikçe, geliyor, frene nerede basacağının farkına varmıyor.
Dün kürsüde konuşurken üzerinde neden bir kamuflaj üniforması yoktu, anlayamadım.
Oysa boyna asılmış bir dürbün, çapraz fişeklikler, bir çizme ile sefere çıkmaya her an hazırmış gibi görünür, böylece düşmanların kalbine derin bir korku salabilirdi.
Dün alkışlar ve tezahüratlar arasında, bir kez daha savaş ilan etti.
"İdlib’de rejimin saldırganlığını sona erdireceğiz. Rejimin çekilmesi için son günler, artık son ikazlarımızı yapıyoruz. İdlib harekâtı artık an meselesidir" dedi.
Rusya’yı kast ederek "Rejime ve onu cesaretlendirenlere İdlib’i bırakmayacağız. Her operasyonda olduğu gibi bir gece ansızın gelebiliriz diyoruz. İdlib harekâtı an meselesidir. Ne pahasına olursa olsun İdlib’i hem Türkiye, hem de bölge halkı açısından güvenli bir yer haline dönüştürmekte kararlıyız" diye kükredi.
Bu sözler üzerine Rusya’dan şöyle bir yanıt geldi:
"Türkiye’nin İdlib’deki Suriye hükümet güçlerine karşı askeri operasyonu en kötü senaryo olur."
Zaten Rusya’yı, Esad’ı durdurmaya ikna etmek için iki gündür Moskova’da yapılan toplantılardan da bir şey çıkmamıştı.
Artık öyle görünüyor ki Esad, arkasında Rusya’nın desteğiyle İdlib’deki nihai hedefine ulaşana kadar harekata devam edecek.
İdlib’i önce kuşatacak, sonra son darbe için bekleyecek.
Bu arada Türkiye’nin kurduğu askeri gözlem noktalarının çoğu da devre dışı kalacak.
Zaten şu anda bunların bir bölümü Rus askeri polisinin koruması altında.
Erdoğan’ın bu işi nereye kadar uzatabileceğini kestirmek artık mümkün değil.
Kamuoyu önünde öyle tehditler savurdu, öyle sözler söyledi ki bu noktadan sonra Suriye rejimi operasyonunu durdurmaz ise nasıl geri dönebileceği meçhul.
Suriye ile çatışmaya girmek, öyle görünüyor ki Rusya’yı da karşıya almak demek.
Erdoğan, dış politikayı, iç politika malzemesi olarak kullanma hevesinin bedelinin ne olabileceğinin farkında mı, bilmiyorum.
Rusya’nın koruması altındaki Suriye ile savaşmak, nutuk atmak kadar kolay değil.
Sanıyorum güvendiği şey, Rusya’nın, Türkiye ile açık bir askeri çatışma içine girmek istemeyeceği.
Bu hesabı tutar mı, yoksa karşı tarafın taviz vermediğini görüp söylediklerini unutur mu?
YPG - PKK’ya karşı sınırda oluşturmak istediği tampon bölgede, ABD ve Rusya’nın bastırmasıyla geri adım attığını ve başlangıçtaki hiçbir hedefe ulaşmadan, operasyonları durdurduğunu hatırlayalım.
Öyle görüyor ki bir süre daha Erdoğan’ın hamasi nutuklarını dinlemek zorunda kalacağız.
Bursa İnegöl’de, terörle mücadele ekipleri, Suriye uyruklu bir kişiyi gözaltına aldı.
Abu Taki Al Shamy kod adlı şahıs, Suriye'nin Deyrizor'a bağlı El- Meadin ve El- Bukemal Bölgelerinde IŞİD yöneticisi olarak birçok infazı da gerçekleştirmiş.
Adam, meğerse üç yıldır İnegöl’de yaşıyormuş.
Belli ki IŞİD’in yenilgisinden sonra Suriye’den Türkiye’ye geçmiş, "geçici sığınmacı" olarak İnegöl’ü kendisine mesken tutmuş.
Bu durumda kaç kişi var acaba?
Suriye’deki iç savaşın yarattığı yıkımdan canlarını kurtarmak için kaçan masum insanları elbette bu kişiler ile karıştırmayalım.
Ama unutmayalım ki böyle bir kişi varsa, mutlaka başkaları da vardır.
Bu kişiler, günün birinde bu kez Türkiye’de silahları ellerine alırlarsa, neler yapabilirler?
Nasıl bir saatli bombanın üzerinde oturuyoruz, yöneticilerimiz farkında mı acaba?