Bu tür tartışmalara normal olarak yolunda gitmeyen ve bir kopuş ile sonuçlanan kadın-erkek ilişkilerinde rastlarız.
Bununla ilgili çok yazı yazdım, kısmet bugün de siyasal versiyonunu yazmakmış demek ki!
Çiftler bir aradayken kadın dünyanın en güzeli, en alımlısı, en ahlaklısıdır. Erkek de öyle tabii, akıllı, yakışıklı, zeki filan falan!
Ayrılmaya görsünler! Erkek kadını kötüler, kadın erkeği. Yakın arkadaşlarına birbirleri ile ilgili öyle şeyler söylerler ki, burada aktarmaya dilim varmaz.
Üzülürüm, dinlemek istemem.
Çünkü arkadaşlar, bu tür ayrılıklardan sonra sergilediğimiz davranışlar ile kendi kişiliklerimizin gözlerden sakladığımız kısımlarını da ortaya dökeriz.
Ötekini aşağılamaya çalışırken yaptığımız şey kendi karakterimizin kötü yanlarını maskeleyen örtüyü kaldırmaktır.
Şehir Üniversitesi’nin başına gelenler ile ilgili olarak T24’te daha önce bir yazı yazmıştım, hatırlarsınız.
Olay dallanıp budaklandı, siyasi öç almanın bir aracı haline de geldi.
Taraflar eski dostlar aslında.
Eskiden bir aradalardı, sonra yolları ayrıldı. Bir tarafta AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan var, diğer tarafta Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Mehmet Şimşek ve bir vesile Abdullah Gül.
Erdoğan, her ne kadar partisi içinde "Bunlara rakip muamelesi yapmayın" telkininde bulunsa da kendisini tutamıyor ve özellikle Ahmet Davutoğlu’na veryansın gidiyor.
Geçen gün yeni parti kurup kendisine rakip olacak bu kişiler için "Halkbank’ı dolandırıyorlar" bile dedi.
Memleketin "en yetkili kupon arazi uzmanı" olduğu için de Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilen arsanın değerini de en iyi o biliyor tabii.
Ahmet Davutoğlu da Erdoğan’ın şimdilik deyim yerindeyse balistik silahlarla başlattığı bu savaşa bir nükleer füze göndererek yanıt verdi: Hepimizin mal varlıkları araştırılsın!
Ortaya rakibinin hiç hoşuna gitmeyecek böyle tehlikeli bir soru atarsan iki sonuç beklemelisin: Ya savaş biter ki buna soğuk savaş döneminde "dehşet dengesi" adı verilirdi. Ya da rakibin sana misliyle karşılık verir, savaş büyür!
Şimdi hangisinin gerçekleşeceğini beklememiz gerektiğini ben söyleyeyim:
Erdoğan daha sert bir yanıt verecek.
Eli yükseltecek ancak Davutoğlu ve siyaseten aynı zeminde olmasalar da bu işteki kader yoldaşı Ali Babacanlar buna yanıt veremeyecekler.
Çünkü Erdoğan’da mal varlığı soruşturmasını kabul edecek bir tavır görmüyorum.
Öbürleri de varsa bildiklerini ortaya dökemeyecekler çünkü o zaman şu soru kendilerini bekliyor olacak:
Madem böyle bilgilere sahiptin de niye bugüne kadar sustun?
Yani diyeceğim şu ki bu savaşı Erdoğan kazanır.
Biz de merak ederiz haliyle: Böyle bir arazi, üniversite kurmak isteyen herhangi bir vakfa tahsis edilir miydi? Eğer, üniversiteyi kuran vakfedenler, o tarihte AKP’nin en üst yöneticileri olmasaydı, Halkbank kendilerine böyle bir kredi verir miydi?
Bu sorulara vereceğiniz yanıt belli: Tahsis de yapılmazdı, kredi de verilmezdi.
Bu yanıt, bu partinin kamu varlıklarının yönetimi konusundaki etik anlayışını ve seviyesini ele veriyor.
Ben gerisine karışmam, bu ayıp hepinize yeter ama bununla kalmadığını da biliyoruz.
O üniversitede değerli bilim insanları çalışıyor, 7 binden fazla öğrenci okuyor. Hiç olmazsa bu kadroları ve öğrencileri mağdur etmeyin, sizin aranızdaki kavgalardan onlar zarar görmesin!
* * *
Antalya Korkuteli’nde Meslek Yüksek Okulu’nda okuyan üç öğrenci, kaldıkları kamu yurdunda 1 Kasım günü Ülkü Ocaklı oldukları söylenen 16 kişinin saldırısına uğradılar, bir boş odaya kapatılıp, dövüldüler.
Saldırganların "HDP’lileri burada barındırmayacağız" dedikleri iddia ediliyor.
Dayak yiyen üç öğrenci, daha sonra "yurttan çıkarılma cezası" ile yurttan atıldılar ve okullarını bırakmak zorunda kaldılar.
Saldırganlardan tutuklanan herhangi bir kişi de yok tabii.
"Zamanın ruhuna uygun" olsa da kanunlarımıza ve insan hakları kavramına hiç uymayan bir durum yani!
Belli ki tosuncuklar, ağa babalarından ilham almışlar ama akıllarına gelen tek şey de sopa!
Haberi okurken HDP’li Kürt gençleri, keşke saldırıyı erken haber alıp, başlarına birer örtü takıverselerdi diye düşündüm.
O vakit dayak yeseler bile yurtlardan atılmayacakları gibi, saldırganlar da mahkeme tarafından tutuklanıp hapse konulurdu.
Bakın, geçenlerde türbanlı bir kadına tokat atan, psikolojik sorunları olduğu doktor raporuyla da belgeli bir kadın hapse atıldı, tutuklu yargılanıyor. Benzer bir suç için savcı 12 yıl hapis cezası istedi.
Demek ki neymiş: Vatandaşlar arasında kin ve düşmanlığı tahrik etmeye yönelik bu tür davranışların cezalandırılması için mağdurların türbanlı olması gerekiyormuş.
"Hem türbansız, hem de HDP’li ise, getirin bir iki tokat da biz atalım" diye düşünen kamu görevlilerinin varlığından da böylece haberdar olduk!
* * *
Aydın Doğan, meslek yaşamının 60. yılını kalabalık bir davet ile kutladı.
Bu 60 yılın son 25 yılına yakından tanığım.
Bu süre içinde dördünün kurucusu olduğum, Milliyet dâhil 5 gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptım. Alman Burda Grubu ile ortak olduğu yayınevini yönettim.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geceye davet edilen konuklardan biriydi.
Bir de konuşma yaptı, Aydın Doğan’ı ve Doğan Grubu’nun Türkiye ekonomisine katkılarını övdü.
"Sayın Aydın Doğan’a, yaptığı hizmetler için ülkem ve milletim adına teşekkür ederim. Bir başarı hikayesidir. Başarılı bir iş adamı olduğu kadar iyi bir kültür-sanat adamıdır" dedi. 15 Temmuz darbe girişimine karşı ilkeli duruşunun altını çizdi.
Erdoğan kürsüde konuşmaya başlarken aklımdaki soruların yanıtlarını alabileceğimi umuyordum.
Aydın Doğan niye sahip olduğu gazeteleri, televizyonları satmak zorunda kaldı?
Niye Fetullahçıların kumpasıyla 1 milyar dolar ceza ödedi? O tarihte Türkiye’de olup bitenlerden kim sorumluydu?
Niye her seferinde beraatıyla sonuçlanan davalar, tekrar tekrar açılıp, Demokles’in kılıcı gibi kafasının üzerinde tutuldu?
Mesela benim durumum: Niye bizzat Erdoğan’ın müdahalesi ile Hürriyet’teki köşemi elimden aldılar ve istifa etmek zorunda kaldım?
Erdoğan, konuşmasında mutlaka bu konulara da değinmiştir.
Sanırım benim kadar Aydın Bey de merak ediyordu bu soruların yanıtlarını.
Ancak nasıl olduysa karşımdaki duvarı boydan boya kaplayan ekrandaki sonbahar manzarasına bakarken, dalıp gitmişim.
Onun için sorularıma yanıt oluşturabilecek sözler söylediyse de duyamadım.
Bu fırsatı kaçırdım ama olur da ahirette karşılaşırsak kendisine sorma fırsatı bulurum belki.
TIKLAYIN - Aydın Doğan: Tabii medyayı özlüyorum, tabii içim çekiyor