Bakırköy Adalet Sarayı protokol girişine sahte emniyet amiri üniformasıyla geldiği için durumundan şüphelenilerek gözaltına alınan E.Ş. (37) tutuklandı. E.Ş’nin yaklaşık 3 aydır İstanbul’da kendisine polis süsü vererek dolaştığı, aracında çakar siren tertibatı olduğu ve adliyede iş takipçiliği yaptığı öğrenildi. Ben çocukken gazetelerde böyle çok haber yayınlanırdı. Sebebini bilmiyorum tabii. Belki benim çocuk kafamla algıdaki seçiciliğimden, belki o yıllarda bu tür dolandırıcılık yaygın olduğundan, belki de gazeteler yayınlayacak haber sıkıntısı çektiklerinden. Ama o günlerden beri bu kalıp aklımda: “Kendine doktor süsü veren, kendine polis süsü veren, kendine avukat süsü veren!” Epeydir bunun bir suç olmaktan çıktığını hatta yaygın bir duruma dönüştüğünü bana düşündürten gelişmeler var. Mesela kendisine 'gazeteci süsü veren' tiplerin sayısında acayip bir artış var. İçlerinde köşe yazanı mı ararsınız, televizyonda program yapanını mı, her türden var. Gazeteciymiş gibi dolaşıyorlar, hatta eski Türkiye’nin önemli gazetelerinde yönetici pozisyonlara bile gelebiliyorlar. 'Kendisine gazeteci süsü veren' kitle ile sayısal olarak yarışabilecek ikinci kitle 'kendisine hâkim-savcı süsü verenler' olmalı. Açılan soruşturmaların tuhaflığına, yazılan iddianamelerin kifayetsizliğine, verilen kararların adaletsizliğine bakarsanız, 'kendisine hakim-savcı süsü verenlerin' adalet düzenimizde yarattığı tahribatın boyutlarını da görebilirsiniz. Şunu da merak etmiyor değilim tabii, acaba kendisine yargıç süsü verenlerden bazıları yüksek yargıya, HSK’ya filan da sızmış olabilir mi? Aman, Allah korusun! Baksanıza kendisine polis süsü veren şahıs Adliye’de iş takibi bile yapmış, sahte üniforma giyene kadar 3 ay kimse fark etmemiş bile! 'Kendisine bir şey süsü veren' kategorisindeki yarışmada üçüncü sırayı 'kendisine bilim insanı süsü veren' kitleye vermek gerekecek zannediyorum. Ve şunu da söylememe izin verin ki bunlar diğerlerinden daha başarılı. İçlerinde rektörlüğe, dekanlığa kadar yükselenlerin bile olduğuna eminim. Bu kategorinin içindeki değişik gruplardan en büyüğü ise 'kendisine hukuk profesörü süsü verenler.' Bunları televizyon ekranlarında da sıkça görebiliyorsunuz. İçlerinde mesela bir Anayasa profesörü var ki İngiltere’nin başkanlık sistemi ile yönetildiğini bile söylediği vakidir. Bu tiplerin temel görevi, tebaası oldukları şahsın söylediği her şeyin, attığı her adımın yarattığı yeni hukuku savunmak ve bunun en mükemmel hukuki durum olduğunu ispat etmeye çalışmak. Başka mesleklerde de bu türden bir eğilimin yaygınlaşmakta olduğunu biliyoruz. Şimdi tehlike şu: Yakında her yer 'kendisine bir şey süsü verenlerle' dolarsa, gerçek meslek sahipleri ne iş yapacaklar?
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel arasında TBMM’de başlayan tartışma, Akar tarafından mahkemeye de taşındı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Özel’in “bedel ödeyeceğini” söylemişti, demek ki yakında, dokunulmazlığın kaldırılmasını isteyen bir fezleke de Özel için düzenlenecek. Aslında Hulusi Akar, bu tartışmayı niye tırmandırdı, anlamak da mümkün değil. Normal olarak bu tartışmayı orada kapatsa ve sorulardan kurtulsa, kendisi için daha akıllıca olurdu. Mesela benim çok merak edip, daha önce de sorup yanıt alamadığım bir soru var. Aslında birçok sorum var ama bugünlük bir tanesiyle yetinelim, sorum şu:
Darbeci eski Tümgeneral Mehmet Dişli, nasıl oldu da Akar’ın helikopteriyle Çankaya Köşkü’ne geldi ve geç saatlere kadar Başbakanlık Kriz Merkezi’nde görev yapabildi?
Konuya yabancı olanlar için bir hatırlatma yapayım: Darbe girişimi sırasında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı esir alıp Akıncılar Üssü’ne götüren karargâh subaylarından biri de eski Tümgeneral Mehmet Dişli idi. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı (şu anda Lahey’de Büyükelçi) Şaban Dişli’nin de kardeşi olan Mehmet Dişli, darbe girişimi ile ilgili emre, Orgeneral Akar’ın imza atmasını isteyen subaydı. Savcılıktaki ifadesinde bunları 'kafasına silah dayandığı için yaptığını' söyledi.
“Demek ki o Akar kadar cesur değilmiş” deyip geçebileceğimiz bir zafiyet değil bu tabii. Mehmet Dişli, darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasından sonra Akıncı Üssü’nde tutulmakta olan Orgeneral Akar ile aynı helikoptere binmiş ve Çankaya Köşkü’ndeki Başbakanlık ofisine gelmişti. Akşam saatlerinde de darbeci olduğu iddiasıyla tutuklandığı açıklanmıştı. Dişli’nin savcılıktaki ek ifadesinde dikkatimi çeken şu ayrıntıya bakalım: “Devam eden ateşin kesilmesi için komutanın ve ilgili bakanların emri ile Eskişehir’i aradım. Uzun süre onlarla görüştüm. Bu şekilde saat 15.30’a kadar oradaki kriz masasında görev yaptım. Buna başta Başbakanımız olmak üzere hepsi şahittir. Daha sonra ben yine Başbakanlık katındayken, 2 polis memuru gelip ‘Sizin de bilginize başvurmamız gerek’ dediler. Bu sırada ben ağabeyim olan Şaban Dişli’ye bütün gece yaşananları özetliyordum.”
* Adam, Genelkurmay Başkanı’nı tutukluyor, darbecilerin başına geçmesini istiyor, Başkan bunu kabul etmeyince Akıncı Üssü’ne götürüyor. * Ama sonra aynı adam Genelkurmay Başkanı ile aynı helikopterle Başbakanlık’a geliyor. * Hadi diyelim ki Genelkurmay Başkanı, Akıncı Üssü’nden sağ çıkabilmek için yanına Dişli’yi almak zorunda kaldı.
Peki, darbeci olduğunu bildiği bir insanın saat 15.30’a kadar Başbakanlık kriz masasında görev yapmasına neden göz yumdu? Nasıl oldu da darbeye karıştığını en başta Genelkurmay Başkanı’nın bilmesi gereken bir subay, saat 16.30’a kadar gözaltına alınmadı? AKP Genel Başkan Yardımcısı olan ağabeyine gece olup bitenleri anlatırken, polis neredeydi?