Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Genel Sekreteri ile görüşmesinde "istikşafi görüşmelerin gidişatının Yunanistan'ın atacağı samimi adımlara bağlı olduğunu" söylemiş.
"İstikşafi" kelimesini kim uydurdu, bilemiyorum ama Ahmet Davutoğlu'nun başının altından çıkmış olma ihtimali var.
Kemal Kılıçdaroğlu'nu oyalamak için icat edilen "AKP – CHP istikşafi görüşmeleri" sırasında olabilir.
Her neyse, Cumhurbaşkanı da kullanmış ama söylemeliyim ki böyle bir kelime yok.
"İstikşaf" var, Arapça "keşf" kökünden geliyor, "araştırma, yoklama, keşfetmeye çalışma" anlamında.
Herhalde "istikşafi" kelimesini uyduran da hava atmak için yaptı bunu.
Bizde adettendir; ne olduğunu bilmediğin Arapça, Fransızca kelimeleri cümlenin içine sokuşturmak.
Ve bu anlamsız uyduruk kelimenin, gelip Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı ve kara suları meselesinin arasına girmesi de deyim yerindeyse beni deli ediyor!
Türkiye ile Yunanistan arasındaki karasuları ve kıta sahanlığı meselesinin tarihi çok eski.
Yunanistan'ın 1974'te karasularını 12 deniz miline çıkaracağını ilan etmesinin ardından 15 Nisan 1976 günü, Türkiye bunu bir savaş nedeni sayacağını açıklamıştı.
Havalı olsun diye ben de Latincesini yazayım; casus belli ilan etmişti!
O günden beri de değişen bir şey yok.
Yunanistan, 12 deniz milinde ısrarlı, haklarını saklı tuttuğunu söylüyor; Türkiye, "bunu yaparsan pişman ederim" pozisyonunu koruyor.
Kıta sahanlığı meselesi de buna paralel olarak ortada.
Yunanistan, ana karaya yakın adaların da kıta sahanlığı olduğu konusunda ısrarlı, Türkiye ise ana karaya yakın adaların kıta sahanlığının olmadığı konusunda kararlı.
Onun için şimdi Türkiye ve Yunanistan diplomatları, bir masanın etrafına oturup, neyi keşfedecekler, çok merak ediyorum!
Bence hiç zahmet etmesinler, değişen bir şey olmayacak.
Ne Türkiye geri adım atar, ne de Yunanistan.
Yunanistan'ın son zamanlarda deyim yerindeyse "bitinin kanlanmasının nedeni", Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin akılsız dış politikası nedeniyle yalnızlaşması.
Bunun dışında Türkiye askeri olarak Suriye'de, Irak'ta, Libya'da "meşgul". Bunlara Ermenistan – Dağlık Karabağ – Azerbaycan sorununu da ekleyebilirsiniz.
Katar'daki Türkiye askeri üssünün, yakın bir gelecekte Türkiye'nin başına nasıl bir sorun çıkarabileceğini kestirebilmek de şu anda mümkün değil.
Yunanistan, bunları bir avantaj olarak değerlendirdi ve bir ileri adım attı şimdi o ileri adım üzerinden masaya oturma hesapları yapıyor.
Bunun işe yarayacak bir politika olmadığını Yunanistan ne zaman anlar, bilemem.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, Anayasa Mahkemesi Başkanı ile derdi bitmiyor.
Derdi Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın şahsı değil tabii.
Çünkü birbirleri için ne hissederlerse hissetsinler içlerinden biliyorlar ki ikisini de bulundukları makama getiren irade aynıdır.
Hem zaten Süleyman Soylu'nun temel meselesi, hukuk ile, hukuk devleti ile, insan hakları ile.
Soylu'nun hayalindeki Türkiye, polisin sorgusuz sualsiz istediği her şeyi yapabildiği, bunun için hesap vermek zorunda kalmayacağı bir ülke.
Bu hayale giderek yaklaşırlarken arada bir Anayasa Mahkemesi kararları, insan haklarını, hukuk kurallarını filan hatırlatınca sinirleniyor.
Onun için de ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Önceki akşam televizyona çıktı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan'ın Fethullahçı olduğunu ima eder mahiyette konuştu.
Zühtü Arslan'ın Polis Akademisi Başkanı olduğu dönemde mezun olan komiser yardımcılarının yüzde 41'ini Fethullahçı oldukları için işten kendisinin attığını söyledi.
Soylu'nun sinirle söylediği bu sözlerden kendine en çok pay çıkarması gereken kişi de kuşkusuz ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmalı.
Erdoğan'ın kesintisiz iktidarda olduğu 2002'den, Fethullah Gülen ile iktidarı paylaşamamaktan kaynaklanan kavganın zirveye çıktığı 2014 yılının başına kadar geçen sürede Fethullahçı çetenin devleti nasıl ele geçirdiğini biliyoruz.
Bu süreç içinde, iktidarı Fethullahçı çetenin gizli planları konusunda uyaranlar, biz bir avuç gazeteciden ibarettik.
Bu uyarılara Erdoğan başta olmak üzere AKP'nin bütün ileri gelenleri kulaklarını kapattılar, "aynı menzil – i maksuda gittikleri için" Fethullahçı çetenin devleti ele geçirmesine göz yumdular hatta bunu kolaylaştırdılar.
"Ne istedilerse verdim" diyen de ben değildim, Recep Tayyip Erdoğan idi.
Onun için Soylu'nun, Zühtü Arslan'ın yönettiği okuldan mezun olan komiserlerin yüzde 40'ının Fethullahçı çıkması suçlaması, Arslan'ı değil, bizzat Erdoğan'ı hedef alır.
Fethullahçı olduğu için işten atılan memurların sayısı 130 bini buldu.
Bunları işe alan, aldıran, alınmasını teşvik eden Recep Tayyip Erdoğan idi.
Soylu, baltayı taşa vurdu; Arslan'ı eleştireceğim derken Erdoğan'ın devlette yarattığı tahribatı hatırlattı.
"Şu Çılgın Türkler" kitabında anlatıldığı türden bir "çılgınlıktan" söz etmiyorum.
Gelir İdaresi Başkanlığı ki siz bunu "vergi dairesi" diye okuyun, bir araştırma yapmış ve Türkiye'de halkın kendisinden çok mutlu olduğunu tespit etmiş.
Vergi idaresinin çalışmalarından memnuniyet duyan bir halk olmuşuz!
İki olasılık var:
1 – Vergi İdaresi işini iyi yapmadığı için doğru dürüst vergi toplayamıyor ve TC vatandaşları rahat rahat vergi kaçırabildikleri için idareden çok memnunlar.
Ya da;
2 – Bir sıradan otomobil alırken bile otomobil fiyatının üç katı tutarında vergi öderken kendimizi kaybedip, çıldırdık.
Meşhur fıkra var ya: Padişah sürekli yeni vergi koydurup, soruyormuş "halk ne yapıyor?"
"Halk meydanlarda göbek atıyor" yanıtını alana kadar da vergileri arttırmaya devam etmiş.
Galiba durumumuz fıkradaki halka benziyor!