Recep Tayyip Erdoğan'ın, Binali Yıldırım'ın çocuklarının iktisadi başarılarını kıskanacağını yazdığım yazıdan sonra uzun yıllar AKP'ye oy vermiş, liberal fikirli bir arkadaşım aradı.
"Tayyip Bey'in çocuklarına haksızlık etme" dedi, "onlar da en az Binali Bey'in çocukları kadar başarılılar."
Bu arkadaşlarım için üzülüyorum aslında.
Tıpkı Tayyip Bey gibi yanıldıkça yanılıyorlar, adeta yanılmaya doymak bilmiyorlar. Ama bu kez düşününce kendisine hak verdim.
Rahmetli Yakup dedem Evlad–ı Fatihan'dan olduğu için Avrupalı sayılırım, bu nedenle eleştiriye açığım.
Tayyip Bey'in çocukları da az buz değil yani.
Gerçi gemi işletmeciliği konusunda Binali Bey'in çocuklarının eline su dökemezler ama onlar da şirket kurmak, satmak, vakıf kurup, idare etmek konusunda ciddi uzmanlık sahibi olmuş durumdalar.
Allah gönüllerine göre versin, başarılarını daim etsin ama Binali Bey gibi, Tayyip Bey de çocuklarının başarılarıyla ilgili hiç konuşmuyor.
Oysa Milliyet'in ilkokullar arası bilgi kültür yarışmasında birinci olduğumda rahmetli babam sayesinde Antalya'da bunu duymayan kalmamıştı!
Düşünün bir de mahdum beyler gibi şirketler kurup satsam, gemi üzerine gemi yüzdürsem, kim bilir kendisini nasıl paralardı nur içinde yatsın.
Bu çocukların başarılarını küçümseyenler çıkabiliyor, onlara da teessüflerimi arz ediyorum.
Dar gelirli ailelerde yetişmişler, düşünün Prima bebek bezi bile görmemişler ama şimdi milyarlarla oynuyorlar!
Mesela Tayyip Bey'in çocuklarından biri akrabalarıyla bir şirket kurdu, bu şirketi 15 milyon dolara bir yabancıya sattı, bu da yetmedi üzerine bir de Kemal Kılıçdaroğlu'ndan milyon liralık tazminat almayı başardı.
Buna şapka çıkarmayacağım da ne yapacağım?
Gerçi bu şirketin ne ile iştigal ettiğini, satış öncesi ciro ve kar durumunun ne olduğunu filan bilmiyoruz ama bir gerçek var: Şirketi sattı, 15 milyon doları akraba ortaklarıyla paylaştı!
Fakat yine de Binali Bey'in çocuklarının başarılarının yeri benim nezdimde ayrı.
Anne öğretmen, baba memur, bu çocuklar kendilerini yetiştirdiler ve milyar dolarlık bir işletme kurdular. Gemiler vızır vızır gidip, geliyor.
Ve bu yüzden Binali Bey'e de gönül koydum, bu şirket nasıl bu hale geldi, işin işletmecilik sırrı neydi, lütfedip açıklamadı, bunu sordum diye beni mahkemeye de verdi.
Mahkemeden ne sonuç çıkar bilemem. Türkiye'de hakimler var, hakimler var.
Şunu biliyorum ama: Bu can, bu tende durduğu sürece soracağım. (Çok mu romantik oldu, başka bir şekilde mi ifade etseydim acaba?)
Bu bilgi çok önemli oysa. İşletme yönetimi konusundaki bu bilgiye tüm Türk gençlerinin sahip olduğunu bir düşünün hele.
Ya da yöneticilerimizin beşer – onar çocuk sahibi olduklarını...
Türkiye öyle bir uçardı ki kimse arkasından yetişemezdi vallahi!
* * *
Şanışer ile birlikte "Susamam" isimli şarkıyı seslendiren 18 rap sanatçısı hakkında suç duyurusunda bulunulmuş.
Cebinde TC kimlik kartı taşıyan bir şahıs 15 dakika süren şarkının sözlerinden "rahatsızlık duymuş" ve hemen savcıya koşmuş.
Savcılık ne yapsın, mecburen şikayeti kayda almış.
Kayda alınan şikayet ne yapılır? İncelenir tabii.
İncelenen şikayet ne olur? Eğer yukarılardan esen rüzgar "tıkın bunları içeriye" diye fısıldarsa dava açılır. Böyle bir şey olmazsa takipsizlik kararı verilir, olay kapanır gider.
Tabii ilginç olan şey aslına bakarsanız "rahatsız vatandaş" psikolojisi!
Beni de rahatsız eden çok görüntü ve ses oluyor ama aklıma suç duyurusunda bulunmak gelmiyor.
Mesela "o sesi" duyunca refleks olarak ilk işim radyoyu ya da televizyonu kapatmak oluyor.
Beğenmediğim film filan çıkarsa da kumandanın düğmesine bir basıyorum, zapppp, görüntü gidiyor.
Sevmediğim, sözlerini beğenmediğim şarkılarda da aynı yöntemi izliyorum.
Niye sonuna kadar dinleyip kendimi rahatsız hissedeyim?
Ama böyle tipler var işte, görüyorsunuz.
Hem rahatsız oluyor, hem dinliyor, sonra da gidip şikayet ediyor.
Ben müracaat savcısı filan olsam adama "hadi git işine" derdim ama normal bir savcı bunu diyemiyor tabii.
Bu tiplerin özel hayatlarını da çok merak ediyorum.
Acaba sado – mazo eğilimleri filan da var mıdır? Rahatsız olduğu 15 dakikalık şarkıyı dinleyebildiğine göre olabilir de.
Düşünün bir yandan Şanışer "susamam" diye bağırıyor, diğer yandan bunun elini kelepçelemişler, sırtına kamçı vuruyorlar, bağırdıkça bağırıyor!
Çifte kavrulmuş lokum gibi adeta!
Savcı Bey'e özel not: Bu şahıs beni de şikayet ederse kendisine deyin ki "İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu'nun avukatlarının da özel olarak vurguladıkları gibi eleştiri övgü olamayacağına göre haliyle sert olmak zorundadır, bu lafları sineye çekeceksin kardeşim!"
Baki selam!
* * *
Okul kantinlerinde satılacak hazır ambalajlı yiyecek ve içeceklere "okul gıdası" logosunun konulma mecburiyeti 16 Eylül günü başlayacaktı.
Böylece içinde palmiye yağı olan, çikolata, cips vs. ile glikoza boğulmuş gazlı – kolalı içecekler, bisküviler, kızartılmış ürünler okul kantinlerinde satılamayacaktı.
Çünkü bu tür gıdalar çocukların sağlığını bozuyor, obeziteye, hipoglisemiye yol açıyor.
Bununla ilgili tebliğ geçen yıl çıktığında alkışlamıştık: Doğru bir iş yapılıyor diye!
İhmal ettiğimiz gerçek, iktidarda olan partinin AKP olduğuydu.
Nitekim, 16 Eylül'de başlayacak uygulama bir yıl süreyle ertelendi, 7 Eylül 2020 tarihine uzatıldı.
Bir de uyanıklık yapmışlar: "Kantin işletmecilerine süre verdik" diye.
Sanki bu ambalajlı yiyecek ve içecekleri kantin işletmecileri üretiyormuş gibi!
Adam gibi çıkıp "uluslararası şirketler bizi çok zorladı, belki biraz bürokratik çarkları da yağladılar onun için 1 yıl daha çocuklar obez olabilir" demiyorlar da "kantin işletmecilerine süre verdik" diyorlar!
"Allah ıslah etsin" diyeceğim ama belli ki bir türlü ıslah olmuyorlar.