CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, altılı muhalefet masasının genel başkanları kendisinden Cumhurbaşkanı adayı olmasını isterse, bunu gururla kabul edeceğini açıkladı.
Ardından da Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın adaylıklarının söz konusu olmayacağını, onların görevlerine devam edeceklerini söyledi.
İmamoğlu ve Yavaş konusunda neden böyle bağlayıcı konuştuğunu tahmin edebiliriz: Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın seçimi kaybedeceğinden emin. Kamuoyunda daha güçlü görünen iki adayın önünü peşinen kesmesinin nedeni de bu.
Muhalefet (Millet) ittifakının Cumhurbaşkanı adayını belirlemesi aşamasında CHP'nin öne çıkmasını beklemek normal.
İttifakın en büyük partisi o; ittifakın diğer üyelerinin toplam oyundan daha fazla oyu var.
Onun için kendisinden daha popüler görünen iki adayı şimdiden eliyor ki günü geldiğinde kazanacağından emin olduğu bir seçimde Cumhurbaşkanı olabilsin.
Susturulmuş, kendini ifade edecek mecraları kısıtlanmış, ötekileştirilmiş kitlelerin bir şarkıyla mutlu olup, memlekette bir şeylerin değişebileceğine olan inançlarını yeniledikleri bir ortamda bunu yazmak zorundayım, kusura bakmayınız: Seçim, Kılıçdaroğlu ve ekibinin zannettiği gibi "çantada keklik" değil.
Türkiye Raporu araştırmasının şubat sonuçlarının ortaya koyduğu şu ki "oy kullanmam" diyenler, "kararsızım" diyenleri geçmiş. Oy kullanmayacaklar yüzde 12,4. Kararsızlar ise yüzde 10.
AKP buna rağmen hâlâ yüzde 30'lar civarında.
Beş ayrı araştırma şirketi yöneticisinin geçen gün HaberTürk'te açıkladıkları araştırmalarda da durum farklı görünmüyor.
AKP her araştırmada yüzde 30'un 2 – 3 puan üstünde.
Bir yıllık araştırma sonuçlarını ay ay yan yana koyup baktığınızda da tablo değişmiyor:
AKP, birinci parti. Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı başa baş.
Kararsızlar ve oy kullanmayacağını söyleyenlerin çoğunluğunun AKP ya da MHP seçmeni olduğu gerçeğine ve yaşanan bunca olumsuzluğa, işsizliğe ve pahalılığa rağmen!
CHP Genel Başkanı'nın bunun nedenlerini düşünmesi gerekmiyor mu?
Muhafazakâr seçmenin tercihi uzun yıllardır AKP ve Erdoğan oldu.
Şimdi her biri kendine göre bir hayal kırıklığı yaşamış olan bu seçmenlerin oy kullanmamayı tercih etmesi, nereye yöneleceği ile ilgili kararsızlığı, esasen bu tercihinin değişmediğini ortaya koyuyor.
Şimdi yaşadığı ağır ekonomik şartlar nedeniyle kırgın ve küskün de olsa tercihi aslında hâlâ Erdoğan ve AKP.
Muhafazakâr seçmenin, kitleler halinde yöneldiği bir siyasi parti yok.
Kararsız olduğunu söyleyen AKP seçmeninin, oy vermek üzere kabine girdiğinde etkisi altına gireceği duygular ve düşünceler, geçtiğimiz 20 yılın içinde gerçekleşti.
Ve kuşkusuz ki o seçmen ile AKP arasındaki etkileşimde, CHP de önemli bir faktör olarak yer aldı; o partinin tüzel kişiliğini de uzun süredir Kemal Kılıçdaroğlu temsil ediyor.
Bu 20 yıl hiç yaşanmamış, bu seçmen AKP ile hiç özdeşleşmemiş ve başına gelebilecek olan hayali tehlikelerden CHP'yi hiç sorumlu tutmamış gibi davranmasını mı bekleyeceğiz?
O seçmeni, Türk siyasetinin bir ana damarından koparıp, bir diğer ana damarına eklemleyecek şey çok güçlü bir katalizör olmalı.
O güçlü etkiyi yaratacak olan, AKP – MHP koalisyonunun fakirleştirdiği kitlelere cazip gelecek bir program ve bu programı uygulayabileceği güvenini verecek yeni bir yüz olabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu elbette Cumhurbaşkanı seçilirse bunu layıkıyla yürütecek vasıflara sahip olabilir.
İnsani heveslere ve siyasi dolduruşlara yenilmeden önce bir durup düşünmesinde yarar var:
Geçmiş seçimlerde "Erdoğan'dan yana, Kılıçdaroğlu'na karşı" oy kullanmış kitleler, rejimin bunca yetersizliğine rağmen neden bir türlü kopup, CHP'nin ya da ittifak ortaklarının yanında hizalanmıyorlar?
Hesapları doğru yapmak, amiyane tabirle "dolmuşa binmeye" bu kadar istekli olmamak daha doğru bir siyasi tutum olur.
Fethiye'de kendisini "din alimi" olarak tanıtıp, yardım isteyen kadınları "cin çıkarırken" taciz ve cinsel ilişkiye zorladığı iddiasıyla tutuklu bulunan Bahadır Koyuncu'nun 84 yıla kadar hapsi istendi.
Eşi ve yardımcısı için de 40 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Suçları "dini inanç ve duyguları istismar suretiyle dolandırıcılık".
Savcılarımızın, böyle bir suçun ceza kanunumuzda tarif edilmiş olduğunu hatırlıyor olmalarının nedeni işin içine "nitelikli cinsel saldırı" suçunun da karışmış olması.
Cinsel saldırı olmazsa, mesela yanmaz kefen satarak vatandaşı dolandırmak suç sayılmıyor.
Böyle durumlarda kanunun bu maddesini hatırlamıyorlar bile.
Neden derseniz bir bölümü zaten bu istismarcı tarikat şeyhlerinin filan müridi.
Adalet Bakanlığı'nda sürüp giden "Fethullahçılardan boşalan yeri kim dolduracak" kavgasının nedeni bu.
Mankurt Fetöcülerin yerini, hangi mankurtların alacağı tartışması yani!
"Dini duyguları istismar suretiyle siyasi dolandırıcılık" yapmak ise zaten çok uzun süredir suç sayılmıyor.