Fethullahçıların darbe girişiminin bastırılması sırasında şehit olanların yakınlarına ve kalıcı sakatlıklarla gazi olan vatandaşlarımıza yardım amacıyla düzenlenen kampanyada 309 milyon lira toplanmıştı.
Bu tutar, yardımın toplandığı günlerde yaklaşık 100 milyon ABD Doları'na denk geliyordu.
Geçen gün öğrendik ki Ziraat Bankası'nda "nemalandırılan" bu para, 2 Ocak 2020 tarihinde Hazine'nin "tek kurumlar hesabına" 338 milyon 971 bin lira olarak aktarılmış.
Belli ki Ziraat Bankası'nda bir "para sihirbazı" var!
Ama gösterdiği sihir parayı arttırmıyor, azaltıyor!
Bu artık nasıl bir "nemalandırma" ise ana para artı faizi, o tarihteki kurla ancak 63 milyon dolar edebiliyor.
Yani şehit aileleri ve gaziler için toplanan paranın 37 milyon doları buharlaşmış bulunuyor.
Dün tam adı "Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı" olan vakfın, ne tür faaliyetler içinde olduğunu öğrenmek için deyim yerindeyse internetin altını üstüne getirdim.
Öyle görünüyor ki henüz bir faaliyet gösterilmemiş.
Üyeleri arasında AKP eski Artvin milletvekili İsrafil Kışla'nın da bulunduğu bir mütevelli heyeti var ama faaliyet yok.
Varsa da bunu o kadar gizli yapıyorlar ki şehit yakınları ve gaziler dahil kimsenin haberi olmuyor.
Hatırlarsınız, 2016 yılının aralık ayı başında Dolmabahçe'de PKK'nın bombalı saldırısı sonucunda 40'ı polis memuru 47 kişi şehit olmuş, 242 kişi yaralanmıştı.
O tarihte kurbanlar için düzenlenen yardım kampanyasıyla 52 milyon lira toplanmıştı.
O günlerdeki ortalama kurla yaklaşık 10 milyon ABD Doları tutarında bir yardım.
Bu paradan da uzun süre bir haber alamamış, sonra bu paranın da 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için kurulan vakfa aktarılacağını öğrenmiştik.
O paranın akıbeti de henüz belli değil.
15 Temmuz'un yıl dönümüne 1 hafta kaldı.
Orhan Veli'yi ve "neler yapmadık şu vatan için, kimimiz öldük, kimimiz nutuk attık" şiirini hatırlatmayacağım tabii.
Ama hiç olmazsa nutuk atarken iki cümleyle bu yardım paralarının ne olduğunu da açıklasanız da hâlâ yardım bekleyen insanlar ne olacağını öğrenseler diyorum.
Berna Laçin, Nevşin Mengü, Canan Kaftancıoğlu ve Feyza Altun hakkında hakaret mesajları paylaşan maganda meğerse "ağır eleştiri" yapıyormuş.
İstanbul'da "faaliyet gösteren" Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay kararlarına atıfta bulunarak, magandanın davranışının "ağır eleştiri niteliğindeki davranış", "kaba söz" ve "kaba ve nezaket dışı hitap tarzı" olduğu kanaatine varmış.
Ve takipsizlik kararı verip, dosyayı bir kenara kaldırmış.
Söz konusu mesajı paylaşan yaratığa "maganda" diyorum ama tam olarak nasıl tanımlayacağıma karar veremediğim için. Çünkü yaptığı iş, sadece magandalıkla açıklanabilir bir şey değil.
İdeolojik bir tavırla kadınları hedef alıyor ve sırf kadın olmaları nedeniyle de aşağılamaya çalışıyor.
Adını yazmak da istemedim, çünkü bu tiplerin amaçlarından biri de bu aşağılık tavırlarıyla kendi çevrelerinde kahraman olmaktır.
Bir kadına hakaret ettiği için utanıp, insan içine çıkamaz hale gelmezler; büyük bir pişkinlikle kendi eş dost çevrelerinin de alkışını alırlar.
Ona bu fırsatı vermeyeceğim.
Bu kararı verenler, dilerim günün birinde böyle "ağır eleştiri niteliğinde davranış ve kaba bir söz" ile karşılaşmasınlar.
Savcılık bu kararı alırken, hukuktan değil, siyasi kaygılardan yola çıkıyor.
Benzer eylemleri gerçekleştirerek, Cumhurbaşkanı'nın kızına hakaret edenlerin tutuklu, Başak Demirtaş'a hakaret edenlerin tutuksuz yargılanıyor olmalarının nedeni de yine aynı siyasi kaygıdır.
Zaten Türkiye'de artık hukukun üstünlüğünden değil, üstünlerin hukukundan söz ediliyor olmasının nedeni de budur.
IPSOS'un geçtiğimiz aylarda yaptığı bir araştırmanın sonucuna göre halkımızın yüzde 95'i Covid – 19 salgınına karşı gerekli önlemleri aldığına inanıyor.
Kendisinin gerekli önlemleri aldığını ve salgından başarıyla korunduğuna inananların yüzde 65'i başkalarının korunmak için yeterli önlem almadığını düşünüyor.
Bu sonuçlara hiç şaşırmadığımı söylemeliyim.
Şaşırmıyor olmamın nedeni, sadece Türkiye'nin bir düşük güven toplumu olması değil.
Şaşırmıyorum, çünkü ülkeyi yönetenler de aynen buna inanıyorlar.
Cumhurbaşkanı'ndan başlayarak Sağlık Bakanı da dahil bütün yetkililer kendi üzerlerine düşen her türlü tedbiri aldıklarını düşünürlerken, vatandaşların bu tedbirlere uymadığına da adeta iman ediyorlar.
Sağlık Bakanı'nın açıklamalarına bakılırsa yoğun bakımdaki hasta sayısının artış eğilimine girmesi de, yeni vaka sayısının dört haneli rakamların altına bir türlü inemiyor olması da vatandaşların "az hassasiyet gösteriyor" olmalarından kaynaklanıyor.
Alış veriş merkezlerini erkenden açma kararı almalarının, Almanya gibi ülkelerin 1,5 aya yayarak yaptıkları açılışı, bir haftaya sığdırma çabalarının artan vaka sayısında hiç etkisi yokmuş gibi!
Devleti yönetenler böyle düşününce, vatandaşların artan vaka sayısı nedeniyle başkalarını suçlamalarına şaşırmamak gerek. İmam vatandaşları sorumlu tutunca, vatandaş da imama uyuyor, kendi dışında herkesi suçluyor.