Recep Tayyip Erdoğan'ın başı öteden beri demokratik haklar ve hukuk ile hoş değildi.
Ancak son zamanlarda bu kavramlarla arası giderek açılıyor ve bu da sanırım artık "gidici" olduğunu hissetmeye başlamasıyla gelişti.
Hangi araştırmaya bakarsanız bakın artık seçim onun için çantada keklik değil.
Muhalefet çok büyük bir hata yapmaz ise Erdoğan, Devlet Bahçeli'nin kendisi için kazdığı yüzde 50 + 1 tuzağına düşmekten kurtulamayacak.
Politik iç güdüleri son derece gelişmiş olan Erdoğan da bunu kuşkusuz görüyor ve tarihte kendisinden önceki bütün otokratların düştüğü hataya düşüyor: Baskıyı arttırarak iktidarını kurtarabileceğini zannetmek!
Bizler için "çok şükür" onun için "ne yazık" ki bunun örneği yok.
Baskıyı arttırarak iktidarda kalabileceğini zanneden, siyasi yelpazenin en sağından en soluna kadar bütün otokratlar bunu öğrendiler ama hem kendileri için, hem de ülkeleri için çok geç olmuştu.
Bugün Anayasal hakların yok sayılmasına göz yumar, kendine bağlı yargıyı buna teşvik ederken Erdoğan'ın unuttuğu şu ki iki yıl sonra o haklara ve o Anayasa'ya çok ihtiyacı olacak.
Milletvekilliği düşürülerek hapse atılan HDP'li Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun başına gelenlerden ciddi olarak ders çıkarmalı.
Gergerlioğlu, yeniden milletvekili seçilerek Anayasa'ya göre dokunulmazlık kazanmıştı.
Yerel mahkeme ve Yargıtay bunu dikkate bile almadı.
Üstelik bu kararları verirlerken, Anayasa Mahkemesi'nin Enis Berberoğlu kararının daha mürekkebi bile kurumamıştı.
TBMM Başkanı, o örneğe rağmen Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmesine zemin yarattı ve TBMM'yi basan polis, bir milletvekilini hapse götürdü.
Anayasa Mahkemesi, beklendiği gibi bu işlemin Anayasa'ya aykırı olduğunu bir kez daha teyit etti.
Ve Anayasa'ya göre herkesi bağlaması gereken bu karar, halen uygulanabilmiş değil.
Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı bir ülkede, sıfatı ne olursa olsun her vatandaş korku duymalıdır.
MHP Genel Başkanı, Anayasa Mahkemesi üyelerini "kimse bugünkü sıfatına güvenmesin" diye tehdit ediyor ama bu tehditten en büyük payı çıkarması gerekenler, bugün iktidar sorumluluğu taşıyanlardır.
Anayasa'nın böyle yok sayılması bir alışkanlık haline geliyor.
İki yıl sonra seçimi kaybettiklerinde Anayasa'da kendilerini koruyacağını varsaydıkları dokunulmazlık hükümlerini de yok sayan bir mahkeme çıkar mı?
Anayasa'nın ihlalini engellemek isteyen Anayasa Mahkemesi kararını sallamayan bir mahkeme bugün çıkabiliyorsa, o gün neden çıkmasın?
Yoksa planladığı başka bir şeyler mi var ki kendisini bu kadar güvende hissedebiliyor?
İktidarın küçük ortağı ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya sahip çıktı:
"Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye? Kim demiş Sayın Soylu kimsesiz diye?"
Ve devam etti: "Soylu yalnız değildir. Hiç kimse boynuna tasma geçiremeyecektir."
"Boynuna tasma geçirilmesi" metaforu, Soylu açısından hiç de hoş olmadığı gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da bir gönderme oldu diye düşünmemek mümkün değil.
Çünkü muhalefetin "tasma takmak" gibi bir derdi yok görebildiğim kadarıyla, "kement atıp, attan düşürmek" istiyorlar gibi sanki.
Süleyman Soylu'nun hükümet içindeki konumunun sallanmakta olduğu ile ilgili haberler yeni değil.
Bakanlığını doğrudan ilgilendiren iki konuda Saray'daki toplantılara çağrılmaması ciddiye alınması gereken bir işaret.
Bunun Soylu'nun istifa gösterisinden bugüne gelişen bir süreç olduğunu düşünüyorum, çünkü Erdoğan Soylu'ya notu o gün vermiş olmalı.
Soylu'nun kendisini hükümet içinde en güçlü hissettiği an, aslında inişinin de başladığı an olarak değerlendirilmeli.
Yoksa Sedat Peker'in açıklamaları filan Erdoğan'ın bir kulağından girer, diğerinden çıkar, bunları ciddiye almaz.
Bugün Soylu'nun içine düştüğü durum ve kamuoyunda sarsılan imajı, Erdoğan için bir fırsat olarak görülmüş olabilir, hepsi o kadar.
Devlet Bahçeli'nin, "tasma" göndermesi de aslında bilinçaltının dışa vurumu olmalı, çünkü uyarmak istediği aslında Erdoğan, muhalefet filan değil.
Böylece iktidarın iki ortağı, Süleyman Soylu üzerinden küçük bir bilek güreşi yapacaklar gibi görünüyor.
Geçici zafer bu konuda Bahçeli'nin olabilir belki ama Erdoğan, Soylu üzerinden yapılan böyle bir güç gösterisine pabuç bırakacak bir politikacı da değil.
Bakalım bilek güreşini kim kazanacak? Sesi çok çıkan mı, sabırla gününü bekleyen mi?
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Avrupa'da aşıyı paralı yapıyorlar" ısrarının yanlışlığına dikkat çekmiştim.
Baktım önceki gün düzeltmiş, dün yazı yazmadığım için bugüne kaldı.
Şöyle diyor: "Aşı hizmetlerini de diğer ülkeler gibi ücretsiz olarak vatandaşlarımıza veriyoruz."
Bu iyi bir şey. Doğru olmayan bir bilgiyi tekrarlamaktan vazgeçmesi olumlu bir adım.
Aşı konusunda kendi yönetimini övebileceği çok şey var aslında, doğru olmayan şeyleri tekrarlamanın ne anlamı var.
Hızlı aşılamanın sağlanabilmesi, her isteyene, kendisine en kolay gelen yerde aşı olabilme olanağının sağlanması küçümsenecek şeyler değil.
Tabii aşıların gelmesinin niye çok geciktiği konusu da onun için bir yönetim hatası.
Oysa Türkiye, İngiltere'den, İsrail'den önce bu işi bitirebilmek olanağına sahip olabilirdi. Hem birçok insanın hayatını kurtarmak mümkündü, hem de ekonomiyi ve turizmi daha önce hareketlendirme imkanına sahip olabilirdik.
Bizde özeleştiri geleneği olmadığı için Erdoğan'dan da böyle bir şey beklemiyorum.
Ancak dileyelim ki "aşıyı kim ithal edecek" sorusuna yanıt bulmakta gecikilmesinin maliyetini görmüş olsun.