Şarkıcı Melek Mosso, geçtiğimiz hafta konser sırasında polis tarafından sahneden indirildi.
Mosso, konserinde "İstanbul Sözleşmesi yaşatır" dedikten sonra, öldürülen kadınların anısına Keklik türküsünü söylemeye başlayınca, bazı kişiler rahatsız olmuşlar.
Ve polisi aramışlar.
Polis de ayağına üşenmemiş, gelmiş, konser sırasında sanatçıyı sahneden indirivermiş.
Mosso da bunun üzerine, (kendi ifadesiyle) saygısını hiç bozmadan, polisimize zorluk çıkartmadan sahneden inmiş ve bunun hakkında olaylar büyümesin diye de konuşmamış.
Ancak "sessizliğini bozmasına" havuz medyasında bu konuda yayınlanan haber neden olmuş.
Havuz gazetesi "konuyu siyasi yöne çekmeye çalışmış", Mosso da bu haberin kaldırılmasını istiyor.
Bizlerin bu olaydan haberdar olmasının nedeni de bu son durum.
Neresinden baksanız kara mizah.
Mosso'ya göre haber o şekilde verilmemiş olsa sorun yok.
Polise saygılı, "in" deyince iniveriyor.
Vatandaşlık haklarından haberdar değil desem, mümkün müdür?
Ama bir Türk olarak, böyle bir durumda direnmenin, vatandaşlık haklarına sahip olduğunu iddia etmenin sonuçları olacağını biliyor.
Polis zorla götürür, dayak yiyebilir, ardından "sıradan faşistlerin" sosyal medya linçine maruz kalabilir.
Bu da yetmiyor gibi haklarına sahip çıktığı için savcının biri "kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret" diye suç bile uydurabilir.
Mosso'nun başına gelenler, bütün bu düzen içinde belki de en hafifi.
Birileri, bir şeylerden sürekli bir rahatsızlık halindeler.
Kendileri gibi olmayan, kendileri gibi düşünmeyen herkes onlara rahatsızlık veriyor.
Barış Atay'a saldıranlar mesela böyle tipler.
Atay gibi düşünenlerin varlığından rahatsızlar, istiyorlar ki içlerinden birisi dayağı yiyince hepsi derslerini alsın ve bu işlerden vazgeçsin.
Şirin Payzın'ı kamuoyunun önünde tehdit eden tip mesela.
Elinde olanak olsa dediğini gözünü kırpmadan yapabilecek, karanlık bir ruh.
Ya da Selahattin Demirtaş'a hakaret ederken, iki küçük çocuğunu da araya sokuşturan milletvekili sıfatlı utanmaz.
Mansur Yavaş ile sosyal medyada aşure sohbeti yapan hemşireyi tehdit eden aşağılık yaratık.
"Kötülüğün sıradanlaşması" işte böyle bir şey.
Giderek azgınlaşan bir güruh, her türlü rezilliklerinin örtbas edileceğinden emin olarak arkalarındaki siyasi güce güvenip, çaresiz olduklarını zannettikleri insanları terörize ediyor.
Ülkeyi yönetme sorumluluğunu taşıyanlar ise kenara çekilmiş, suratlarında Mona Lisa tebessümüyle bunları izliyor.
Kim bilir, belki de sevinmeliyiz, şimdilik kenarda durmakla yetiniyorlar, "vur vur" diye tezahürat yapmıyorlar diye!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu kez elindeki ipi meydana fırlatmadı ama "iğrenç suçları" önleyecek tek yolun idam cezasının geri getirilmesi olduğunu söyledi.
"MHP idam cezası meraklısı değildir" dedikten sonra da "başkaca bir yol ve seçenek olmadığı da nettir" diye ekledi.
Bahçeli'nin bu görüşe nereden, hangi verileri değerlendirerek vardığını bilmiyoruz.
Tarif ettiği bu "iğrenç" suçlar, Türkiye'de idam cezası varken de işleniyordu.
İdam cezasının kaldırılmasıyla artmış değil.
Dünyada da zaten böyle bir örnek de bulabilmesi mümkün değil: Şu ülke idam cezası uyguladığı için bu "iğrenç suçlar" işlenmiyor diye verebileceği tek bir örnek bulabilmesi mümkün değil.
Ama belli ki dün sabah "sallandıracaksın iki tanesini" ruh durumuyla yatağından kalkmış, durduk yere gündemin ortasına bir saatli bombayı bırakıveriyor.
Çünkü biliyor ki bu işe karar verecek tek yetkili şunu diyecek: Meclis bu kararı verirse onaylarım!
Öte yandan Meclis zaten bu ikilinin iki dudaklarının arasında faaliyet gösteriyor.
"Kaldır parmak" kaldırıyorlar; "indir", indiriyorlar.
İdamın geri getirilmesinin pratik sonucu Avrupa Konseyi üyeliğimizin en iyi ihtimalle askıya alınması olur.
Türkiye'nin bölgede yapayalnız kaldığı bir dönemde, bu yalnızlığı daha da pekiştirmek için bulunmaz fırsat!
Yoksa, MHP Genel Başkanı, iktidar ortağına bir tuzak kurmaya mı çalışıyor?
Sağlık Bakanlığı, pandemi ortamında kimlerin mutlaka grup aşısı olmaları gerektiğini açıkladı.
65 yaş üstündekiler, kronik böbrek yetmezliği olanlar, kalp- damar hastalıkları olanlar, şeker hastaları, hamileler, astım ve kronik akciğer hastalıkları, 6 ay – 18 yaş arasında olan ve uzun süre aspirin kullanması gerekenler.
Ciddi bir liste ve buna zatürre aşısı olması gerekenleri de eklemek gerekir.
Peki devletimizin bu konudaki hazırlığı nedir?
Bakanlık "aşı olun" deyince aşı olmak o kadar kolay değil, bunu geçtiğimiz yıldan biliyoruz.
Geçen yıl grip aşısı uzun süre ithal edilemedi ve ancak şanslı olanlar ile para sorunu olmayanlar aşıyı bulup, yaptırabildiler.
Pandemi ortamında, risk gruplarının grip ya da zatürreye yakalanmaları, sağlık sistemimiz üzerindeki yoğun bakım baskısını artıracak.
Onun için Bakanlığın bu konuyla ilgili olarak "aşı olun" demesi yetmez.
Her vatandaşın bu aşıya kolayca ulaşmasını ve geliri yetersiz olanların da bunu bedava olarak elde etmelerini sağlamak da gerekir.
Dileyelim ki yeterli sayıda aşının ithali için gerekli hazırlıklar yapılmış olsun.