Başlıktaki gibi bir devlet yok tabii.
Zaten aramız da pek hoş sayılmaz.
Kore Savaşı'nın taraflarından biriydik, Kuzey Kore'ye karşı Güney'in ve ABD'nin yanında savaştık, şehitler, gaziler verdik.
Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile 2001 yılından beri diplomatik ilişkimiz var ama bu ilişki, kâğıt üzerinde kalmış durumda.
Ancak önceki günden itibaren bir ortak noktamız oldu ki dikkatinizden kaçmasın diye not ediyorum.
Bir vatandaş, Zonguldak'ın Ereğli ilçesindeki kaymakamlık binasının girişinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan fotoğrafını yere attı. Bu eylemi, çerçevenin kırılması ile sonuçlandı.
Bunun üzerine Kaymakamlıkta görevli polisler A.Ç. isimli vatandaşı göz altına aldılar, ifadesini alıp Adliye'ye sevk ettiler.
Savcı bey tutuklama istedi, mahkeme de A.Ç.'yi devlet büyüklerine hakaret etti gerekçesiyle tutukladı.
A.Ç. hakkında iddianame yazılmasını ve yargılanmayı hapiste bekleyecek.
Bu tipik bir Kuzey Kore suçu.
Bir Kuzey Koreli bunu yapmış olsaydı belki idam bile edilebilirdi, bizde ise henüz oralara kadar gelmedik.
A.Ç.'yi neden tutukladıklarını tahmin edebiliriz:
Böyle bir eylemi cezalandırmaya kanunlarımız çok da müsait değil. Mahkeme hakkında ceza hükmü kursa bile hapiste yatmayacağı bir suç bu.
Onun için tutuklamayı, cezalandırma aracı olarak kullanıyorlar.
Güney Kore'nin özgürlüğü için şehitler veren bir ülkenin, Kuzey Kore'ye özenmesi de kaderin bize bir oyunu olmalı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 5 gün önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde "istihdam edilen teröristler" ile ilgili şu bilgiyi vermişti: 455 PKK'lı, 80 DHKP – C'li, 20 MLKP'li, 2 MKP'li.
Dehşet verici bir tablo gibi görünüyor.
Normal olarak İçişleri Bakanı sıfatını taşıyan bir kişi bu tür bir açıklamayı Özel Kuvvetler ile Terörle Mücadele Şubesi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği bir operasyonun ardından yapardı.
Ama tabii normal bir ülkede, normal bir İçişleri Bakanı'ndan söz ediyorum burada.
Ne ülke normal ne de o koltukta normal bir insan oturuyor, onun için de böyle tuhaflıklar içinde yaşamaya giderek daha çok alışıyoruz.
Bu kadar terörist orada çalışıyor ve Bakan da bunu biliyor ama anlaşıldığı kadarıyla kılını da kıpırdatmıyor.
Bakan mı geveze, yoksa verdiği rakamlar mı palavra?
Benim yanıtım "c – Hepsi."
Bakan, bulunduğu makamın dedikodu makamı olduğunu zannedip, konuştukça konuşuyor.
Ve rakamlar da palavra.
Çünkü belli ki bakan, "fişleme" dosyalarına bakmış.
Polis, fişlemeler yapmış, bakan da onu kullanıyor.
Polis istihbaratının, bu tür bilgileri derleyip, toplamasında elbette bir gariplik yok.
Garip olan sonrası.
Böyle bir istihbarat, soruşturulmalı ve suçlamayla ilgili deliller toplanıp, savcılığa iletilmeliydi.
Bu yapılmamış. Dedikodu, bir istihbarat muamelesi görmüş.
Ve yine biliyoruz ki bu "istihbarat", her TC vatandaşının Anayasa'dan kaynaklanan haklarının kullanılmasıyla toplanmış.
Mitinge katılmak, basın açıklamasına katılmak, dergi satmak, okumak vs.
Suç oluşturan bir eylem yok ama bu vatandaşlar yine de polis dosyalarında "terörizmle iltisaklı" diye fişlenmişler.
Neresinden baksanız Anayasa'yı yok sayan, kişisel haklarımızı yok sayan, diktatoryal özentiler içeren bir fişleme bu.
Eski Türkiye'de de böyleydi, AKP'nin yeni Türkiye'sinde de böyle.