İtalyancada, başrolü Türklerin oynadığı üç deyim olduğunu arkadaşım Fabrizio'dan öğrenmiştim.
Birincisi başlıkta yer alanı ve en yaygın olarak kullanılanı. "Anneciğim Türkler" anlamına geliyor.
Bu deyimin İtalyanların diline girmesinin, Otranto'nun fethiyle ilgili olduğu söylenir.
"İtalya çizmesinin topuğunda", o tarihte Napoli Krallığı'na ait bir kent olan Otranto, Fatih'in emriyle Gedik Ahmed Paşa tarafından fethedilmişti.
Yaklaşık 100 parça gemiden oluşan Osmanlı donanması, 20 bin kişilik orduyla 28 Temmuz 1480 tarihinde Otranto limanına girdi ve şehri karadan da kuşatarak 11 Ağustos 1480 günü ele geçirdi.
Fatih Sultan Mehmet'in hedefi Roma'yı fethetmekti, Otranto'nun fethi, Roma'ya giden yolda bir köprü başı tutmak anlamına geliyordu.
Otranto, 13 ay Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Fatih'in ölümünün ardından, Cem Sultan ile 2. Bayezid arasındaki taht kavgası nedeniyle Otranto'daki askerlerimiz kendi hallerine terk edilince, Napoli Kralı fırsatı kaçırmadı. Kenti geri aldı.
"Anneciğim Türkler" deyişi, o tarihten sonra da yaramazlık yapan çocukları korkutmak için kullanılan bir deyim olarak İtalyancaya yerleşmiş.
Şüphesiz ki Türklerin "barbar göründükleri dönemlerden" kalma.
Otranto'nun fethinden sonra kentte yaşandığı iddia edilen katliam hikâyelerinin, toplumsal hafızada yer etmesinin bir sonucu.
Türk bu deyimde korkutucu bir yaratık olarak konumlanmış!
Anneler de yemek yemeyen çocuklarını zaten böyle korkuturlarmış, "Türkler geliyor, yemeğini yemezsen seni onlara veririm" gibi!
Günümüzde de deyimin doğuşuna neden olan hikâyeleri artık hatırlayan kalmadığı için içeriği boşalmış olmakla birlikte hâlâ kullanılan bir deyim.
Gerçi 7 yıl önce Papa Francesco'nun Vatikan'daki ilk ciddi icraatı, Otranto'da Osmanlı'ya karşı savaşırken ölen 813 Hıristiyan'ı "aziz" ilan etmek olmuştu.
Ancak, kilisenin aziz ilanı için ihtiyaç duyduğu "mucizenin", esasen bilimsel bir açıklaması olduğu da daha sonra İtalyan bilim insanlarınca açıklanmıştı.
Başlıktaki sözü ve bu eski hikâyeleri hatırlamama neden olan şey, BBC Türkçe'de Övgü Pınar'ın haberi oldu.
İtalya'da yapılan bir yıl sonu anketine göre, Türkiye, İtalyanlara göre "dünya için en büyük tehdit" olarak görülen üç ülkeden biri oldu.
İtalya'nın en köklü düşünce kuruluşlarından olan ISPI (Uluslararası Siyasi Araştırmalar Enstitüsü) ile Ipsos'un araştırmasının sonucuna göre, İtalyanların Türkiye'yi bir tehdit olarak algılamaları son beş yılın işi.
İtalyanların yüzde 27'si Çin'i, Yüzde 15'i İran'ı, Yüzde 14'ü Türkiye'yi "dünya için büyük tehdit" olarak görüyor.
2019 yılında Türkiye'yi tehdit olarak gören İtalyanların oranı yüzde 8; 2018 yılında ise yüzde 3 olarak belirlenmişti.
İki yılda beş katına varan bir artış!
Dördüncü sıradaki Kuzey Kore'yi tehdit olarak görenlerin oranı yüzde 12. ABD yüzde 10, Rusya ise yüzde 8 ile sıralanıyor. Geri kalan bütün ülkelerin toplamı yüzde 14 ki tek başına Türkiye'nin skoru bu.
Bir manyak diktatörün yönetiminde, nükleer füze testleriyle dünyayı diken üzerinde tutan Kuzey Kore'den bile daha fazla bir tehdit algısı yaratmışız.
ISPI Direktörü Paolo Magri, anket sonuçlarını RAI televizyonunda değerlendirirken Türkiye'ye yönelik tehdit algısındaki artışla ilgili olarak şunu söylemiş:
"Birkaç yıl öncesine kadar AB üyesi olabilecek bir ülke konumunda bulunan Türkiye'ye yönelik tehdit algısı seviyesi bugün İran'la neredeyse aynı. Anlaşılıyor ki Türkiye'yle ilgili yolunda gitmeyen şeyler var. Türkiye ile ilgili yargı olumsuz yönde büyüyor."
İtalya, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda Fransa – Almanya çizgisinin dışında kaldı. Türkiye'den vazgeçilmesi anlamına gelecek politikalara ısrarla uzak durdu.
Ve Brexit sonrası, Türkiye'nin AB ülkelerine yaptığı ihracatta ikinci sırada yer alıyor.
Yani İtalyanlardaki Türkiye algısının, "büyük tehdit" yönünde değişmesinin ciddiye alınması gerekiyor.
Hiçbir önemli konuda rakip olarak karşı karşıya gelmediğimiz İtalya gibi bir ülkede "Türkiye algısı" bu yönde değiştiyse, büyük olasılıkla diğer Avrupa ülkelerinde de benzer bir eğilim başlamış demektir.
Ortaya çıkıyor ki iktidardaki Siyasal İslamcı kadronun, dış politikayı, iç politikanın bir uzantısı haline getirmiş olmasından kaynaklanan nedenlerle, Türkiye "yumuşak gücünü" kaybediyor.
Dış politikada, askerin daha görünür olmaya başlamasının yarattığı "savaş heveslisi ülke" görüntüsünün de bunda rolü var.
Harvard Üniversitesi'nden siyaset bilimci Prof. Dr. Joseph Nye'nin 1980'li yıllarda ortaya attığı bir kavram "yumuşak güç".
Nye, ABD'nin, Sovyet bloku karşısında soğuk savaşın galibi olarak çıkmasını "yumuşak güç kullanımı" ile açıklıyor.
Çekim gücü diye de tanımlanabilecek yumuşak güç sayesinde, şiddete ya da güç kullanımı tehdidine dayalı bir zorlama olmadan bir başka ülkeyi etkiniz altına alabilirsiniz.
Devlet dışı unsurların yaratıp, sunduğu zorlama içermeyen her şey, yumuşak gücün artmasına zemin sağlıyor.
Yurtdışı öğrencilere verilen burslar, filmler, dizi filmler, edebi eserler, müzik bunun enstrümanları olabiliyor.
Elbette bunlar tek başlarına bir ülkenin, diğer ülkeler arasından sıyrılarak zirveye çıkabilmesini sağlayacak şeyler değil.
Bütün bunlar, devletin gerçek gücüyle birlikte bir anlam ifade edebiliyor.
ABD'nin askeri gücü ve güçlü ekonomisi olmasaydı, Sovyet sistemini sadece filmler, müziklerle yenebilmesini kimse beklemezdi.
Ancak ülkelerin, yumuşak güçlerinin imajlarına yaptığı katkının, ekonomik sonuçları olduğunu söylemek mümkün.
İtalya denilince gözümüzün önüne gelen şeyler, diyelim ki bir giysi alırken elimizin İtalyan markalarına daha kolay gitmesini de sağlıyor.
Kore mallarının, batı ülkelerinde benzerlerine göre avantajlı olmasında K – Pop endüstrisi gibi faktörlerin sağladığı yumuşak gücün katkısı olduğu da bir gerçek.
Yakın zamana kadar Türkiye'nin yumuşak güç araçlarından biri olan televizyon dizilerinin, RTÜK'ün ideolojik saplantılarından kaynaklanan ahlakçı sansüre kurban edilmesinin etkilerini, bugün değilse bile gelecekte göreceğiz.
Camiye çevrilen kilise – müzenin açılış töreninde, elinde kılıçla minbere çıkan imam görüntüsünün sıradan batılının kafasında bıraktığı izin bedelini, kuşku duymayın ki üzerinde "Made in Turkey" yazan mallar öder.
Saray yönetiminde bütün bunların anlamını kavrayabilecek birileri mutlaka olmalı.
Ama bunu Erdoğan'a anlatma ve açıklama cesaretleri var mıdır, bilmiyorum!
İtalyancada, Türklerle ilgili diğer iki deyimi, merak edenler için açıklayayım:
Birisi "fumare come un Turco" (Türk gibi sigara içmek).
Açıklamaya gerek olmadığını tahmin edebiliyorum.
Diğeri ise "cose Turche"! "Türk işi" gibi bir anlamı var.
Bu deyim, kadın erkek ilişkilerinin biraz karanlık, biraz karmaşık ve kolayca açıklanamayan yönleri için kullanılıyor.
Seksi, heyecanlı ve meraklı durumlar için!
Bir örnekle anlatayım; Fabrizio bana öyle açıklamıştı:
Diyelim ki adı Giovane olan bir delikanlı, yeni kız arkadaşıyla akşam yemeğe çıkmış olsun.
Ertesi sabah, espressosunu içer, cornettosunu dişlerken arkadaşları "gece nasıl geçti" diye soruyor.
Giovane, eğer "cose Turche" diye yanıt verirse bunun o yaştaki genç erkekler için olumlu bir yanıt olduğunu anlamamız gerekiyor. Yani yenmiş, içilmiş, hızlı danslar yapılmış, öpüşülmüş ve gece iyi bitmiş.
Eğer "Giovane" bu soruyu boş gözlerle yanıtsız geçiştiriyorsa da anlıyoruz ki kız, bizimkine yüz vermemiş, akşam erken sonlanmış.
Fabrizio ile İtalyancadaki bu üç kavramın, İtalyanların Türklere "kötü bakışı" ile ilgili olup olmadığını tartışmıştık.
"Türk gibi sigara içmek" kavramı, sigaraya yaklaşımınızla ilgili olarak olumlu da olabilir, olumsuz da.
Ama Fabrizio ile karar vermiştik ki "cose Turche" Türkler hakkında "olumlu" bir bakış içeriyor. En azından ikimizin kafasından geçen buydu!