Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, aynı "yanlış bilgiyi" bir hafta içinde iki kere tekrarladı: Avrupa'nın en gelişmiş ülkeleri bile aşıları ücretle yapıyor; biz aşılarda halkımızdan bir kuruş aldık mı?
İlkinde aşının 100 Euro'ya yapıldığını söylüyordu, ikincisinde fiyatı 50 Euro'ya indirdi. Bu indirim hızıyla giderse yakında Avrupa'da da aşının, Türkiye'nin eleştirileri sayesinde bedava yapılmaya başlandığını da söyleyebilir.
"Yanlış bilgi" dedim ancak bu, durumu tam anlatmıyor.
İlk söylediği yanlış bilgiden kaynaklanmış olsa bile, yanlış bilgi birçok kaynak tarafından düzeltildiği için ikinci kez tekrarı artık böyle tanımlanmamalı.
Bir noktadan sonra bu düpedüz yalan kategorisine giriyor çünkü.
Politikacıların gerçeği çarpıtabildiklerini, bazen yalan da söylediklerini biliyoruz.
Dünyanın hemen her yerinde politikacı imajının bir parçası da bu ne yazık ki.
AKP Genel Başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan da bundan vareste değil.
Ve bir politikacı olarak "Kabataş'ta saldırıya uğrayan türbanlı kardeşimiz" gibi gerçek olmayan konularda ısrar ettiği de oldu.
Şunu da biliyoruz ki ne derse desin inanmaya hazır ciddi bir seçmen kitlesine de sahip.
Dolayısıyla onlara gerçek olmayan şeyleri gerçekmiş gibi anlatması aslına bakarsanız söyleyenden daha çok her söze inananların meselesi olmalı.
Seçmeni bunu mesele etmiyor o da istediğini söylüyor.
Satan memnun, alan memnun durumu.
Ancak kendisi sadece AKP'nin Genel Başkanı değil.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve bu sıfatıyla uluslararası kamuoyunda önemli bir ağırlığı da var.
Ve bu konumdaki kişilerin gerçek olmayan bilgileri, bir kere doğrusu da açıklandıktan sonra tekrarlamaya devam etmesi ciddi bir sorun.
Çünkü bu sıfatıyla Türkiye'yi de temsil ediyor.
Türkiye adına yabancı ülkelerin yöneticileriyle görüşüyor, bazı şeyler söylüyor, söz veriyor, söz alıyor filan.
Söylediği sözün ağırlığı olması için böyle bir imaj vermemeliydi.
Sadece yabancılar için değil, bizler için de bu yönü önemli.
Mesela geçen gün dedi ki, "Yapılan etütler Kanal İstanbul'daki gemi trafiğinin Boğaz'a göre 13 kat daha güvenli gerçekleşeceğini bize gösterdi."
Şimdi yanlış olduğunu artık öğrenmiş olması gereken bir bilgiyi doğruymuş gibi mübarek cuma günü tekrarlayan birisinin, cumartesi günü söylediği "Kanal İstanbul daha güvenli" sözüne nasıl olup da güveneceğiz?
Bunun da siyaseten söylenmiş "bir yanlış bilgi" olmadığı ne malum?
Katılımcılarını, faizsiz sistemle ev ya da otomobil sahibi yaptıracaklarını iddia eden 21 şirketin tasfiye edilmesine karar verildi.
Sekiz şirket de kendilerinin yöneteceği bir süreç sonunda tasfiye edilmiş olacak.
Bu sistemde yaklaşık 400 bin kişinin katılımcı olduğu biliniyor.
Tasfiye edilmesine karar verilen şirketlerin katılımcı sayısı da bunun onda biri kadar.
Bu şirketler son 5 yıldır pıtrak gibi çoğalıyordu ve bu yılın Mart ayına kadar hükümetin bu konuda kılı kıpırdamadı.
Nedenini de biliyoruz: Bu şirketlerin ezici çoğunluğu AKP için muteber olan kişiler tarafından kuruldu.
Mütedeyyin insanların bir kez daha Müslümanlık kisvesi altında resmen dolandırılmasına bunca yıl göz yumulmasının nedeni bu.
Bu konudaki uyarılar dikkate alınmadı, bir tür "ponzi" dolandırıcılığı "faizsiz finans" sevdasıyla BDDK'nın gözü önünde sürdürüldü.
Sistemin bütün ponzi usulü dolandırıcılık sistemlerinde olduğu gibi günün birinde tıkanması ve çökmesi sürpriz olmamalıydı.
BDDK şimdi bu şirketlerin tasfiyesi sırasında, katılımcıların mağdur edilmeyeceğini söylüyor.
Varlıkları olmayan, sermayeleri yetersiz, doğru dürüst üye kaydı bile tutamamış, çoğu bir defter – bir kasadan ibaret bu şirketlerin tasfiyesi sırasında mağdur yaratılmayacaksa bu bir tek yolla olur: Bu işin yükü de vergi mükelleflerinin sırtına bindirilirse!
Yani bir kez daha pamuk eller cebe, bu kez sakallı dolandırıcıların borçlarını ödeyeceğiz.
Sedat Peker'in açıklamalarıyla birlikte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun pozisyonunun sarsıntıya uğradığını düşündüren ilk gelişme, kaymakam adaylarının Saray'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ziyaretine çağrılmamış olmasıydı.
Erdoğan'ın kaymakam adayları ile çektirdiği fotoğraf karesinde Soylu yoktu ve bu durum o güne kadar görülmüş bir uygulama değildi.
Bu tür ziyaretlerde her zaman ilgili bakan da hazır bulunur. Tolga Şardan'ın T24''e 11 Haziran tarihli yazısı, Saray'dan verilen bu ilginç mesaja dikkat çekiyordu.
DW'den Alican Uludağ da Soylu'nun 1 Temmuz'da Saray'da yapılan bir toplantıya daha çağrılmadığına dikkat çekti.
Toplantı, kadına karşı şiddetin önlenmesiyle ilgiliydi, Adalet ve Aile bakanlarının çağrıldığı toplantıya, İçişleri Bakanı'nın çağrılmamış olması çok manidar.
Soylu'nun başında bulunduğu bakanlık, kadına karşı şiddetle mücadelede en etkin bakanlıklardan birisi ve başındaki bakan toplantıya çağrılmıyor!
AKP kulislerinden sızan bilgiler de Soylu'nun bakanlıktaki günlerinin sayılı olduğunu gösteriyor.
Anlaşılan o ki Soylu'nun gönderilmesi için artık sadece "uygun zaman" bekleniyor.
13 Nisan 2020 günü verdiği istifa Erdoğan tarafından kabul edilmemişti.
İstifasını açıklamasından sonra yaşananlar, Soylu'nun koltuk vaadiyle geldiği AKP'de kendisine bir taban yaratabildiğini de gösteriyordu.
O vakit Erdoğan'ın bu çıkışı cezasız bırakmayacağını yazmıştım. (Saray'daki iktidar oyununun kazananı kaybedeni. – 24 Nisan 2020)
Süleyman Soylu, istifa olayının ardından uzun süre ön plana çıkmamış, sonra haziran başında Hadi Özışık'ın YouTube kanalında boy göstermişti.
O televizyon söyleşisinde şöyle diyordu:
"Dün bize gitme diyenler, yarın hizmetlerim için teşekkür edebilir!"
Öyle görünüyor ki uygun bir zaman geldiğinde Soylu'nun kehaneti doğru çıkacak!