AKP Milletvekili Hülya Atçı Nergis, seçimi kazanmanın formülünü buldu ve ilan etti:
"Ev ve araba almanın artık çok kolaylaştığını anlatacağız, karşı medya istediği kadar haber yapsın!"
Psikolojide "depersonalizasyon bozukluğu" adı verilen bir rahatsızlık var.
Bu rahatsızlıktan şikayet eden insanlar, kendine yabancılaşarak, bedenlerine sanki uzaktan bakıyorlarmış gibi bir his yaşarlarmış.
Allah göstermesin, Hülya Hanım elbette bu rahatsızlıktan etkilenmiş değil.
Onunkisi bunun politik versiyonu.
Ve elbette bir rahatsızlık da sayılmaz, bir psikolojik bozukluk olarak tanımlanmamış çünkü.
Politik körlükleri o noktaya varmış ki içinde yaşadıkları ülkeye sanki uzaktan bakıyorlar ve ülkede yaşanandan bambaşka bir gerçeklikle karşılaştıklarını zannediyorlar.
Hülya Hanım, kaç para kazanıyor, aileden serveti var mı, çocukları gemi nakliyesi işine girmişler mi, eşi bakanlıklara dezenfektan satıyor mu, bilmiyorum.
Mübarek Ramazan günü, kimsenin günahını almak istemem, burada açıkça yazıyorum ki bir imada bulunuyor değilim.
Ancak şunu söyleyebilirim: Hülya Hanım ya sayı saymayı bilmiyor ya da sayı saymayı bilmediğini bilmiyor.
Ve şunu da hatırlatayım ki insanlar, kendi içinde bulundukları ekonomik durumu herkesten çok daha iyi anlayabilecek zekaya ve akla sahiptirler.
Medya öyle dedi, milletvekili böyle buyurdu gibi etkenlerle içinde yaşadıkları ekonomik durumun gerçeklerinden uzaklaşmazlar.
Hülya Hanım ve partisi elbette geçmişte kötü şöhretli bir takım Alman ve İtalyan politikacıların kullandığı politik propaganda yöntemlerini kullanabilir ve bazı kişileri de ikna edebilir ama şu sözümü kulağına küpe etmesini öneririm:
Hiçbir propaganda gürültüsü, boş midelerin gurultusunu bastırmaya yetmez!
Öte yandan geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediği sözlerle kafalarımızda yarattığı şaşkınlığı Hülya Hanım'ın durumuyla da karıştırmayalım.
Erdoğan, önceki Pazartesi günü Saray'daki kütüphanede bir grup genç ile "çat kapı sohbet" etti.
Ve şunu söyledi:
"İşsizlikte iyi bir noktaya geldik diyebilirim. O da şu; ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir dönemde, özellikle de 13 civarında bir konumdayız işsizlikte. Bu son açıklanan rakam da aslında ciddi bir artış sayılamaz. İş nereye geliyor garanti noktasında, kalifikasyona geliyor. Ve kalite, kalifikasyon noktasında kendini ispatlıyorsa bir genç, iş bulur."
3 gün önce de Hasankeyf'te bir köprünün açılış töreninde konuştu.
Bu kez ele aldığı konu doğrudan doğruya işsizlik değildi ama söz nasıl olduysa, döndü dolaştı oraya geldi. Şunu söyledi:
"İnsanlarımız çoğu zaman tedavi, üniversite eğitimi, iş, aş bulmak için Amerika'ya, Avrupa'ya gitmek zorunda kalırdı. Allaha hamdolsun bugün bu tablo büyük oranda tersine döndü."
Erdoğan'ın bu söyledikleriyle, içinde yaşadığımız Türkiye birbiriyle uyumlu değil.
Çok ciddi bir işsizlik var, özellikle genç işsizliği gerçek bir sosyal soruna dönüştü.
Ve "tersine göç" de başlamış değil, Türkiye, "kaç kendini kurtar" ülkesi olmuş durumda.
Ancak Erdoğan'ın bunları söylerken Hülya Hanım gibi "bile bile tersini söyleyeceğiz" tutumu içinde olmadığını, bu söylediklerine kendisini samimiyetle inandırdığını düşünüyorum.
Çünkü biliyoruz ki artık Saray'da danışmanları, bakanlarından herhangi biri ya da partisinden bir yönetici, milletvekili vs. işlerin kötüye gitmekte olduğunu Erdoğan'a söyleyemiyor.
Söylemeye cesaret edemiyor.
Onun için de o kendisine verilen pembe bilgilere bakıyor, Türkiye'nin uçtuğunu zannediyor!
Onun gerçeklik algısındaki çarpılmanın nedeni "tek adam yönetimi."
Gerçeklerin kendisine söylendiği gibi olmadığını anladığında iş işten geçmiş olacak.
Ona da önerim, bizlerin yazılarını ciddiyetle izleyerek, memlekette ne olup bittiğini doğru öğrenmesidir.
Bizim mesleğin yaman çelişkisi de bu işte: AKP iktidarını yaptıkları hatalardan döndürebilmek için kovalarca mürekkep tüketiyoruz! Oysa bize ne?
"Ne halleri varsa görsünler" deyip, geçemiyoruz işte, sonunda bu gemide hep birlikteyiz çünkü.
Rekabet Kurulu, işgücü piyasasına yönelik centilmenlik anlaşmaları yaptıkları gerekçesiyle, 32 şirket hakkında soruşturma açılmasına karar verdi.
Kuruldan yapılan açıklamaya göre soruşturulacak şirketler arasında teknoloji şirketleri, perakende ve restoran zincirleri de var.
Bu haberi okuyunca "durmak yok, Rekabet Kurulu'nda her bir daire başkanı yüklü transfer ücreti alana kadar yola devam" diye slogan attım.
Dün yazmıştım ama Rekabet Kurulu'ndan bir ses çıkmadı.
Rekabet Kurulu'nun, alışveriş sitelerine yönelik olarak başlattığı soruşturmanın bu ay tamamlanacağı açıklanmıştı.
Ancak soruşturmanın sonuçları açıklanmadan, soruşturmayı yürüten Rekabet Kurulu 2. Denetim ve Uygulama Dairesi Başkanı Hatice Yavuz, Trendyol–AliBaba'da "Regülasyonlardan sorumlu başkan" olarak bu ay göreve başladı.
Biliyorsunuz Rekabet Kurulu, soruşturduğu şirketlerin bütün bilgilerini, ticari sırlarını vs. alabiliyor.
Hatice Yavuz da, soruşturduğu alışveriş sitelerinin bütün bilgilerini elde ettikten sonra, tam da raporunu yazacakken bir alışveriş sitesine transfer oluveriyor.
Hatice Hanım bunu yapabiliyor da diğer daire başkanlarının başı kel mi?
Her biri bir sektörde soruşturma başlatmalı ve bütün bilgileri koltuğunun altına alıp en iyi maaşı veren şirkete transfer olmalı.
Durmak yok, yola devam!