İktidarın Gezi Parkı protestolarını seçim öncesi kutuplaşması için kullanma kararlılığı sürüyor. Kasım ayında da, Ankara’da, 120 şüpheli için 6 ayrı dava açılmış. İddianameye göre suçlama tarihi 2 Haziran 2013. Beş yıl önce gerçekleşmiş olaylar için beş yıl sonra dava açmak nasıl bir duygu bilemedim. Acaba iddianame “O gün savcılıkta tatlı bir telaş vardı” cümlesiyle mi başlasaydı? Ucuz beyaz dizi romanları genellikle böyle başlar çünkü. Hürriyet’teki haberin dikkatimi çeken bölümü şöyle: “İddianamede, şüphelilerin, eylemler sırasında silah veya silah sayılabilecek diğer eşyaları kullanmadıklarına dikkat çekildi. Ancak toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan şüphelilerin ihtara rağmen dağılmadıkları ve kolluk kuvvetlerinin zor kullanmasına rağmen, kolluk görevlilerine karşı cebir kullanarak direnmek suretiyle atılı suçları gerçekleştirdikleri iddia edildi.” Sizi de bir gülme aldı mı bilemiyorum. Demek ki silah ya da silah sayılabilecek diğer eşyaları kullanmadan hükümeti devirebileceklerini zannetmişler. Bu gerçekse, şüphelilerin mahkeme yerine klinik psikologlara gönderilmesi daha doğru olmaz mıydı? Yok akılları başlarındaysa, o zaman da “hükümeti devirmek gibi bir niyetleri yokmuş demek ki” diye düşünmek gerekmez miydi? Öte yandan Cumhurbaşkanı’nı bağlamasa bile kanunları uygulamakla yükümlü olanları bağlaması gereken AİHM içtihatları, bu davayı daha en başında açmaza sokuyor. İddianameye göre şüpheliler, gösteri sırasında şiddete yönelmemişler. AİHM, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ancak ve ancak göstericiler şiddete yönelirse engellenebileceğini kabul ediyor. Polisin şiddet içermeyen gösterileri engellemesi ve katılanların hapis cezası ile tehdit edilmeleri toplantı ve gösteri yapma özgürlüğünün ihlali olarak kabul ediliyor. Venedik Komisyonu da toplantının yapılacağı yeri seçebilmenin, toplantı özgürlüğünün en önemli unsurlarından biri olduğunu kabul ediyor. Katılımcıların, gösteriyi önlemek isteyen güvenlik güçleriyle çatışmasına gelince: AİHM için önemli olan şiddeti kimin başlattığı. Polis eğer, toplantı ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanan insanları şiddet kullanarak dağıtmak isterse, katılımcıların kafalarını kuzu kuzu copların önüne uzatmaları da gerekmiyor. Yetkili makamların görevi, gösterinin barış içinde başlayıp bitmesini sağlamak, göstericilerin ve çevrenin güvenliğini sağlamak. Hepsi bu! Bizde ise polis, yukarıdan aldığı emre istinaden göstericileri zorla dağıtmaya çalışıyor, itiş kakış oluyor! Bizim yöneticilerimiz bu itiş kakışı “şiddet kullanılması” olarak kabul ediyorlar ve polisin müdahalesine direnenleri “terörist” ilan etme noktasına bile geliyorlar. Bu da mümkün değil! AİHM kararları açıkça gösteriyor ki, polisin haksız yere zor kullanarak bir gösteriyi dağıtmasına direnmek de suç değil! Savcılarımızın AİHM kararlarını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, Anayasa’nın bunlarla ilgili kesin hükmünü bilmiyor olmaları düşünülemez elbette. Biliyorlar ama bilmelerine rağmen yasaların dışına çıkarak bu işi zorluyorlar, göstericiler aleyhine davalar açıyorlar. Bu suçlamalarla açılacak davalarda verilecek cezaların hepsinin birer birer mahkemelerden, o olmadı Yargıtay’dan, o olmadı Anayasa Mahkemesi’nden, o da olmadı AİHM’den döneceği kesin. Ama buna rağmen böyle davranıyorlar. Hukuk tanımıyorlar. Böyle rejimlere ne isim veriyorduk? Buyurun Sayın Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ilk yanıtı sizden alalım.
***
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, hâkim ve savcılık sınavlarında yeniden 70 puan barajının getirileceğinin “planlandığını” açıkladı. Gül, hem meslek öncesi eğitim sürecinin uzatılmasının hem de staj görülen mahkeme çeşitliliğinin arttırılmasının hedeflendiğini de söyledi. Adli ve idari yargı hâkim ve savcılık sınavında 70 puan barajı kaldırılmasının yanlışlığına zamanında dikkat çekmiştik, ama dinleyen olmadı. Aslında sınavı kaybetmiş olması gerekenler ve bazı avukatlar da “açıktan atama usulüyle” yargıç ve savcı oldular. Bu Fethullahçı Terör Örgütü’nün Adliye’de yarattığı tahribat nedeniyle doğan “acil ihtiyaç” gerekçesiyle açıklanmıştı. Kuşkusuz ki çok büyük bir açık var ama daha mesleğe girerken yeterli hukuk bilgisine sahip olmayan hâkim ve savcıların, gelecekte ne gibi sorunlara yol açabileceklerini tahmin etmek de zor değil. Nitekim uygulamalar, açılan bazı davalar ve verilen bazı kararlar bunu gösteriyor. Bunların hepsi için Türkiye tazminata mahkum olacak. Değeri parayla ölçülemeyecek olan adalet duygusunun zedelenmesinin yanı sıra, ciddi tazminatlar da ödenecek. Bakan Gül de bunun farkında. Meslek içi yoğun bir eğitim, sorunu tümüyle çözemezse bile hafifletebilir.
***
İyi Parti, geçen gün bir araştırma önergesi verdi. Araştırma önergesinin konusu, hangi kurum ve kuruluşlarda T.C. ibaresinin kaldırıldığının araştırılmasıydı. Önergeye CHP ve İyi Parti “evet” oyu kullandı. Tahmin edebileceğiniz gibi AKP milletvekilleri de “ret” oyu kullandılar. HDP ve MHP ise araştırma önergesiyle ilgili olarak “çekimser” kaldılar. Neden “çekindiler” anlamadım gerçekten. Her hangi bir önergenin oylaması sırasında CHP ve HDP aynı oyu kullanmış olsalardı ne olurdu? Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, iktidar sözcüleri ve yandaş medya borazanları bunun üzerine kıyametleri koparırlardı. Ortalık “CHP’nin terör örgütüne desteği” yazılarından, demeçlerinden geçilmez olurdu. HDP’nin “siyasi hayatımızın vazgeçilmez unsurlarından biri” olarak kabul edilmesi için MHP ile yan yana durması mı gerekiyor?