Milli Eğitim Bakanlığı, yüz yüze eğitimi, pandemi nedeniyle okul öncesi ve ilkokul birinci sınıflar için planladı.
Bu öğrencilere niye böyle bir avantaj sağlandığını tahmin edebiliriz.
Bu çocuklar, okul hayatı ile ilk kez karşılaşacaklar ve onları bu yaştan itibaren okula ısındıramazsak, gelecekteki eğitim hayatları çok zor geçecek.
O zaman bakanlığın bir durum değerlendirmesi yapması gerekiyor: Geçen yıl ilkokula başlayan çocuklar, birinci sınıf eğitimini okullarında tamamlayamadan, okullarına tam olarak alışamadan tatile girdiler.
Ve eminim ki aralarında yarı yıl tatiline kadar henüz okumayı sökememiş olanlar da vardı ki bunu da kendimden biliyorum.
Bunun için yüz yüze eğitime ikinci sınıfları da dahil etmek daha doğru olurdu. Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin bunu bir kez daha değerlendirmelerinde yarar var.
Öte yandan biliyoruz ki salgını Türkiye’ye göre daha ağır geçirmekte olan ülkelerin (elbette açıklanan resmi rakamlara göre) hemen hepsinde okullar açık.
Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara bakarsak Türkiye, nüfusuna oranla vaka sayısında 90, can kaybında 66. sırada yer alıyor. Mutlak rakamlarda ise vaka sayısında 19. sırada.
Bu tablodan daha kötü durumda olan ülkelerden Fransa, İngiltere, İspanya’da okullar açıldı. Almanya’da eyaletlere göre değişen tarihlerde olmakla birlikte Ağustos ayında yüz yüze eğitim başlamıştı.
Ayşe Acar, dün T24’te Kanada’da yüz yüze eğitimin hangi şartlar altında başladığını gayet güzel anlatan bir yazı yazdı.
Kanada salgında mutlak rakamlarda bizden daha iyi görünmekle birlikte nüfusa oranla bakarsak, Türkiye’den daha ağır geçiriyor. (Tekrarlıyorum: Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlar doğru ise!)
Milli Eğitim Bakanlığı, dünyadaki bu örnekleri de göz önüne alarak, kendi modelini kurabilir ve tüm okulları en azından yarı zamanlı olarak açabilirdi.
"Şu kadar çocuk okula gitmeyecek, online eğitim alacak" diye istatistiklerden söz ederseniz kimseye bir şey ifade etmiyor tabii.
Ama biz biliyoruz ki o çocukların yarısının internet üzerinden eğitime ulaşabilme imkanları yok.
Evrensel Hizmet Fonu’nda biriken milyarlarca lira tam da böyle günlerde kullanmak için toplandı ama belli ki hükümet o parayı da çarçur etti, müteahhitlerin cebine aktardı.
Öte yandan bir başka gerçek de şu ki birbirlerine virüs bulaştıracaklar diye okullarına gidemeyen çocuklar, sokaklarda, alış veriş merkezlerinde, oyun parklarında birlikte zaman geçiriyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bunu bir kez daha düşünmesinde yarar var.
"Biz bir beceriksizler sürüsüyüz, böyle işlere kafa yoramayız" diye düşünmeyeceklerine eminim!
Koronavirüs salgını ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara genel bir güvensizlik var.
Bazen valilerin, bazen Tabip Odaları’nın, bazen de hastane yöneticilerinin teker teker verdikleri rakamlar, bu kuşkuyu büyütüyor.
Ancak şu da bir gerçek ki rakamlar ne kadar güvenilmez olursa olsun, Covid - 19, ülkede homojen bir şekilde yayılmıyor.
Bakanlığın açıklamalarına göre de bazı illerde yoğunlaşıyor, buna karşılık son derece güvenli sayılabilecek iller de mevcut.
Ancak Milli Eğitim Bakanlığı ısrarla bütün ülkeyi, aynı sepette değerlendiriyor.
Federal Almanya’da, pandemi nedeniyle hangi tedbirlerin, hangi şartlar oluştuğunda alınacağı önceden açıklanmış durumda.
Ayrıntısına girerek kafanızı şişirmeyeceğim ancak şunu belirteyim: Nüfusa oranla virüse yakalanan insan sayısına bağlı olarak değişen bir dizi tedbir öngörülmüş.
Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ile çalışarak, illerin nüfuslarına oranla hasta sayısına bağlanmış bir şekilde okulları açık tutabilir.
Her durumda maske, mesafe ve temizlik kurallarına uyulması gözetilerek ve diğer ülke uygulamalarından da yararlanılarak, virüs yayılımı belli bir oranın altındayken okulları açık tutmakta bir sakınca olmamalı.
"Okulları kapattım, herkes öğrenebildiği kadarını öğrensin" demek, bir neslin geleceği ile oynamak demek.
Zannetmiyorum ki Bakan Ziya Selçuk ileride böyle bir şöhret ile anılmayı istesin.
Tabii Sağlık Bakanlığı’nın biz vatandaşlardan esirgediği illere göre dağılım bilgisini Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri ile düzenli olarak paylaşacağını da varsayıyorum!
Genç bir kadının, sosyal medyada yazdığı bazı mesajlar "İslam dinine hakaret ediliyor" diye trollenince, büyük bir ilçemizin Cumhuriyet Başsavcılığı resen soruşturma başlatmış.
Genç kadın, kendisinin de Müslüman olduğunu, hakaret amacı taşımadığını sadece cinsel istismar ve kadın cinayetlerine öfkelendiği için bu paylaşımları yaptığını söylemesine rağmen ilçenin Sulh Ceza hakimlerinden biri tarafından tutuklandı ve hapse atıldı.
Söz konusu kişinin işlediği iddia edilen suçun cezası, tutuklanmasını gerektirmiyor.
Eğer bu paylaşımları "kamu barışını bozmaya elverişli" olduğu kanıtlansaydı altı aydan 1 yıla kadar hapis cezası alabilirdi.
İlk suçu olduğu, hakaret kastı olmadığı da dikkate alınırsa, suçlu bulunsaydı bile alt sınırdan cezalandırılırdı.
Mahkemede saçını topuz yapıp, derli toplu bir tayyör giyip, sanık sandalyesinde başını da hafifçe yana eğerek otursaydı, cezasında indirimler de yapılırdı.
Üst sınırdan cezalandırılsa bile infaz kanunumuz gereği hapse girmeden evine giderdi.
Öte yandan paylaşımlar yapıldıktan sonra kamu barışının bozulmadığı da polis kayıtlarından kolayca öğrenilebilecek bir durum.
Birileri meydanlara mı dökülmüş, öfkelenip sağa sola mı saldırmış? Böyle bir durum da yok.
Kaldı ki böyle bir durumda da suçlu, sağa sola saldıranlar olurdu, bir düşüncesini yazıp, sosyal medyada paylaşan kişi değil.
Şimdi bu kadın niye tutuklu?
Savcılar, hakimler sorunun yanıtını bana vermesinler, aynaya bakarak kendi vicdanlarına versinler.
Türkiye Cumhuriyeti, giderek bir din devletine dönüşürken belli ki mahkemeler de kendilerini şeriat mahkemesi zannediyorlar.
Bu hızla giderlerse yakında dininin Müslüman olmadığını açıklayanları bile hapse tıkmaya başlayacaklar gibi görünüyor.