Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yeni Türk yargıcı Saadet Yüksel’in yemin töreni, Ankara’nın küçük çaplı bir gövde gösterisine dönüştürülmek istendi ama AİHM “kekimi ye, beni yeme” dedi!
Yemin töreni basına kapatıldı, törenden fotoğraf servis edilmedi.
Tören için Ankara’dan Brüksel’e giden Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit ve Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, yanlarına Yüksel’i de alarak “AİHM kapısında” bir hatıra fotoğrafı ile yetinmek zorunda kaldılar.
AİHM’ye seçilen yargıçların yemin töreni son derece sade ve üst düzeyde bir davetli listesi de hiçbir zaman olmuyor. Yemin törenine katılanlar sadece diğer AİHM yargıçları oluyor.
Üç yüksek mahkeme başkanının yemin töreni için bu durum bilinmiyormuş gibi Ankara’dan gönderilmelerinin nedeni Türkiye’nin AİHM’ye verdiği önemi göstermekmiş!
Bunu okuyunca kendimi kahkaha atarken buldum.
Siyasetçi karşısında cüppesini iliklemeye çalışan, denetlemekle yükümlü olduğu idarenin başıyla çay toplamaya giden yargıçlar mı AİHM’ye verdiğimiz önemi gösterecek?
AİHM’ye gerçekten önem veren bir devlet, her şeyden önce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve AİHM içtihatlarına uymaya gayret eder.
Sokaklarında polisin insanları plastik mermi ve biber gazıyla terörize ettiği, ağzını açanın hapse tıkıldığı, yargı mensuplarının yürütmenin memuru konumuna düşürüldüğü bir ülke burası.
Üç yüksek yargıcı değil, bütün Adalet Bakanlığı’nı da Brüksel’e gönderseniz AİHM siciliniz utanç verici.
Türkiye şu anda Rusya, Romanya ve Ukrayna’nın ardından AİHM gündeminde hakkında en fazla şikâyet olan ülke konumunda.
Avrupa demokrasi liginde birlikte oynadığımız grup bu!
AİHM gündemindeki 58 bin 500 dava başvurusundan 7 bin 850’sini Ankara’ya karşı şikayetler oluşturuyor.
AİHM’ye önem veriyorsanız önce bir üst kümeye çıkmaya gayret edin!
***
Ali Babacan’ın, Abdullah Gül’ün de desteğiyle bir siyasi parti kuracağı dedikoduları ilk çıktığında hiç inanmamıştım.
Daha sonra yayımlanan kulis haberlerine de hep ihtiyatla yaklaştım.
Ama dün okuduğum bir haberden sonra da bu bilginin artık kesin doğru olduğunu söyleyebilirim.
Haber şöyle:
“Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ali Babacan hakkında “FETÖ’ye bilerek ve isteyerek yardım ettiği” gerekçesiyle başlattığı soruşturmada yeni bir gelişme yaşandı.
“Savcılık, Babacan’ın bakanlığı döneminde İzmir Askeri Casusluk kumpasıyla hedef alınan dönemin Hazine Müsteşarlığı çalışanlarını, ‘bilgilerine başvurmak üzere’ ifadeye çağırdı.
“Eski Hazine çalışanı Ali Çevik, eski bakan Ali Babacan hakkında FETÖ’ye bilerek ve isteyerek yardım ettiği gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.”
Hatırlarsınız, Meral Akşener hakkında da 2016 yılında “Fethullahçıdır” diye başlatılan soruşturma, iktidar koalisyonunun seçim yenilgisinin ardından raflardan indirildi.
“Üç yıldır akılları neredeydi, soruşturma üç yıl niye bekledi” diye sorduğunuzu zannetmiyorum, çünkü nedeni belli: Üç yıl önce seçimde yenilmemişlerdi!
Bu parti kurma işleri olmasaydı, Ali Babacan hakkındaki soruşturma da asla gündeme gelmezdi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı Babacan’ın “FETÖ’ye bilerek ve isteyerek yardım ettiği” iddiasıyla açıyor.
Kuşkusuz ki AKP’nin bir bakanı olarak Babacan da, Fethullahçılara, tıpkı zamanın başbakanı gibi “ne istedilerse vermiştir”.
Yalnız unutulan bir şey var: Babacan, bakan olarak Fethullahçılara yardım ederken bunlara “FETÖ” değil, “Hocaefendi’nin hizmet hareketi” demek iktidar çevrelerinde kabul gören bir hitap biçimiydi.
Biz bir avuç gazeteci, köşe yazılarımızla, hapse atılma tehlikesini de göze alarak “yapmayın, Fethullahçılara uymayın, bunlar gizli örgüt” dedikçe bize kızıyorlardı, onu da hatırlıyorum.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu soruşturmayı Babacan ile sınırlı tutmaması gerekir.
Soruşturmanın, derinleştirilip genişletilmesi gerekir ki FETÖ’nün siyasi ayağı dediğimiz şey de ortaya çıksın.
Fethullahçılara kim, ne yardım etmiş, kim hangi makamları, avantaları peşkeş çekmiş, kim değirmenlerine su taşımış, hepsi ortaya çıksın.
FETÖ soruşturmalarını siyasete alet etmeyin, sadece gerçeği arayın ki bu belayı başımıza kimler sardı, hep birlikte öğrenelim.
***
Binali Yıldırım Bey’e bir soru sordum yanıt alamadım.
Yanıt vermediği gibi avukatları yazıma erişim yasağı koydurttu. Üzerine bir de savcıya vermişler, hapislerde sürüneyim filan diye!
Binali Bey, bırakın bu boş işleri.
Bu tür tehditlerden korkmam, korksam bu işi yapmam.
Sorum hâlâ geçerli: Dünyanın her yerindeki iş idaresi okullarının lisans üstü programlarında örnek olay diye anlatılabilecek bir ticari başarı söz konusu.
Bu işin püf noktalarını herkesle paylaşmaktan niye kaçınıyorsunuz?
Yeni yetişen girişimci gençlere ilham verecek bir başarı öyküsünü niye bizlerden esirgiyorsunuz?
Gözüm üzerinizde, kulağım sizde. Kestane kebap, acele cevap!
***
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Semih Yalçın, geçen gün yazdığım Devlet Bahçeli eleştirisine bir yanıt yolladı.
Açıklama hakkına hepimiz saygı duymalıyız. Yalçın’ın açıklamasının tam metnini aşağıda bilgilerinize sunuyorum.
*
Sayın Mehmet Yakup Yılmaz,
Türkiye’de politika hakkında kalem oynatan solcu, Marksist köşe yazarlarının ekserisinin öteden beri yaptığı standart yanlışlar vardır.
Bunlardan biri de sevmedikleri, husumet besledikleri siyasi liderlerin geçmişte yaptıkları konuşmalardan küçük alıntılar yaparken ana metnin içinden işine gelenleri cımbızlayarak yanlış anlamalara yol açmaktır.
Bu yolla maksatları; bir gerçeği objektif niyetlerle ortaya çıkarmak değil, olumsuz algı oluşturarak muhatabını vurmaktır.
Çünkü Türkiye’de solcu, Marksist gazetecilik; halka doğruları yansıtmak, bilgi alma hakkına destek vermek gibi temel düsturlar üzerine kurulmamıştır.
Aksine solcu gazetecilik bir tür tetikçiliktir. Algı operasyonu militanlığı, siyaset ve toplum mühendisliği vasıtasıdır.
Biliriz ki siz de gazetecilik yıllarınızın önemli bir kısmını MHP muarızlığı ve partimiz aleyhinde algı çalışması yaparak heba ettiniz, etmeye de devam ediyorsunuz.
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin CHP’nin tutumunu tenkit eden sözlerine cevap mahiyetinde kaleme aldığınız son yazınızda, geçmişe giderek kendisinin 7 Haziran 2013 tarihli konuşmasından alıntı yapmışsınız.
Yazıdan birkaç cümle cımbızlanınca Sayın Genel Başkanımızın maksadı farklı anlaşılabiliyor.
Zaten sizin maksadınız da bunu sağlamak…
Oysa aynı konuşmanın devamında Sayın Bahçeli şunları söylemiş:
“Gezi Parkı’nı yasa dışı eylem ve hedeflerine üst yapma arayışında olan illegal örgütlerin, marjinal odakların ve bölücü terör örgütü PKK’nın devlet-millet cepheleşmesini ve hukuk dışılığın yaygınlaşmasını çığırından çıkarmak maksadıyla uğraştığı gün gibi ortadadır. Taksim başta olmak üzere, birçok eylem ve gösterinin yapıldığı yeri bölücü terörün önümüzdeki süreçte muhtemel isyan ve başkaldırısı için bir prova ve ön hazırlık olarak gördüğünü sorumluluk bilinci içinde incelemek, takip etmek ve buna yönelik tedbir geliştirmek gerekmektedir.”
Sayın Genel Başkanımız, 11 Haziran 2013’te de şöyle demiş:
“Taksim Gezi Parkı merkezli gelişmeleri pür dikkat takip eden Milliyetçi Hareket Partisi, sorumluluğun ve sağduyunun yol göstericiliğinden hiç ayrılmamıştır. Hamdolsun, ne provokasyonlara itibar ettik ne de sinir bozucu iftira ve yönlendirmelere kulak astık. Bizi meydanların aydınlığından ve demokratik platformundan sokakların alacakaranlığına çekmeye çalışan yarım akıllıların oyunlarına gelmedik, kurnazlıklarına kapılmadık. Yolumuzdan ve inançlarımızdan en ufak sapma göstermedik. Gezi Parkı’nda olayların başlamasıyla birlikte yasadışı örgütler de hemen piyasaya çıkmışlar, gelişmelerin yönünü kendilerine tahvil etmeye uğraşmışlardır. Maskeli militanlar, marjinal ve aşırı uç yapılanmaların temsilcileri Türkiye’nin her tarafında sahne almışlar ve buldukları fırsatı ganimete çevirmeye çalışmışlardır. Polise taşlı sopalı saldıran unsurlar bunlardır. Esnafa, işyerlerine, kaldırımlara, çevreye ve masum insanlara zarar verenler bunlardır. Kinlerini kusmak için kalabalıkları provoke etmeye gayret eden meymenetsiz yüzler bunlardır. Bunlar ki, her toplumsal hareketlenmeyi terörize etmeye çalışan gerçek çapulcu ve çıbanbaşlarıdır. Milliyetçi Hareket Partisinin bunlarla değil bir arada olmayı, isminin dahi ortak anılması kendimizi inkâr ve yok saymak manasına gelecektir. Ne olursa olsun, demokratik tepkisini gösteren sağduyulu kardeşlerimizi ve muhterem vatandaşlarımızı kesinkes bu rezillerden ayrı tutmak ve aynı kategoriye almamak mutlak anlamda zorunluluktur.”
Sayın Devlet Bahçeli’nin özellikle son cümlesinin altını çizerek okuyunuz Sayın Yılmaz. Okuyunuz da ders alınız.
Peki, tenkit edilmesine tahammül edemediğiniz, o çok sevdalı olduğunuz CHP; o günlerde nasıl bir tutum içindeydi?
Sizin koruyup kollamaya çabaladığınız CHP, o günlerde HDP’li militanlarla birlikte tahriklerini sürdürme ve ülkeyi kan gölüne çevirme gayretindeydi.
CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum, Taksim Gezi Parkı eylemlerinde orantısız güç kullandığını iddia ettiği polislere ağır hakaret etmişti.
Polisin orantısız müdahalesiyle ilgili yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, konunun burada çözülmemesi halinde AİHM gideceklerini belirten Batum, "Biz çözemezsek onlar çözecek. Öyle çivili sopayla, tosuncuklarla, 5-6 tane ak it ile biz bu çocuklarımızı, ak itlere dövdürtmeyiz." demişti.
Ankara'da Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'ndaki göstericiler arasında CHP Ankara Milletvekili Levent Gök de yer almış ve polise ağza alınmayacak sözler sarfetmişti.
Polisin tazyikli suyuyla ıslanan CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, sinirlenmiş ve polise, "Sizin a....., eşekoğlu eşekler." ifadelerini kullanmaktan çekinmemişti.
Öfkesine hâkim olamayan Gök; kameralara, "Demokrasinin bir bedeli var. Biz bu bedeli Tayyip Erdoğan'a ödettireceğiz. Korkmuyoruz ondan. Bu şerefsizlerden. Tayyip'in polislerinden, emniyetinden, kaba kuvvetinden korkmuyoruz." diye konuşmuştu.
Bunlar, CHP’lilerin o günlerdeki marifetlerinin sadece birkaçı…
Bütün bu gerçeklerden ötürüdür ki MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, Gezi’nin arkasında CHP’nin yer aldığını vurgulamak istemişti.
Sayın Yılmaz,
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli gibi siyasetin başat aktörlerinden birinin haklı sözleri size neden bu kadar batıyor?
Niye sadece MHP eleştirisi yapıyorsunuz?
Neden CHP eleştirisinden kaçınıyorsunuz?
Çünkü tarafsız değil, tarafgirsiniz.
Çünkü adil değil, adaletsizsiniz.
MHP düşmanlığından beslenen ucuz solculuk sizin iliğinize işlediği için hakkaniyet ve adalet duygunuzu, doğruluk ve dürüstlük gibi erdemleri kaybetmişsiniz.
Eleştiri ile karalama, küçümseme ve aşağılama farklı şeylerdir Sayın Yılmaz.
Aşağılayıcı, iğneleyici ve küçük düşürmeye çalışan bir dil ile objektif eleştiri üslubu arasında dağlar kadar fark vardır.
Siz eleştirmiyor, saldırıyorsunuz.
Siz; doğruları tarafsızca dile getirmek yerine işinize gelen yorumu yapıyor, nasıl hesabınıza gelirse öyle ifadeler kullanıyorsunuz.
Siz; objektif gazeteci gibi değil, hasım gibi yazıyor, düşman gibi hedef gözetiyorsunuz.
Siz; süslü cümlelerle tasladığınız bilgiçliğin arkasına büyük bir CHP destekçiliği, iflah olmaz bir MHP düşmanlığı gizlemeye çabalıyorsunuz ama nafile.
Sayın Devlet Bahçeli’nin Gezi olayları hakkında 7 Haziran 2013’te yaptığı tespitlerin devamını yazınızda göremedik?
Çünkü derdiniz olumsuz algı çalışması…
Gezi protestolarının masumane niyetlerle başladığı ve sonradan CHP, FETÖ ve PKK tarafından kışkırtılarak meşru yönetimi hedef alan bir kalkışmaya dönüştürüldüğünü bilmeyen kalmadı.
Lakin siz gerçekleri saptırıyor, meseleyi hafıza kaybına hatta siyasal şizofreniye vardırıyorsunuz.
Çünkü kötü niyetlisiniz.
Çünkü MHP’ye düşmanlık, kin ve garez besliyorsunuz.
MHP ve Ülkücü Hareket husumetinin; sizi pisikopatolojik hastalıklara, paranoid bozukluğa, manik depresif psikoza savurduğu gözümüzden kaçmıyor.
Her hususu, her konuyu döndürüp dolaştırıp hedefinizdeki belli isimler üzerine yoğunlaştırıyorsunuz.
Öylesine peşin hükümlüsünüz, öylesine muarızsınız ki kendisini eleştirenlere Sayın Devlet Bahçeli’nin verdiği haklı cevaba bile tahammül gösteremiyorsunuz.
O kadar MHP karşıtlığıyla dolusunuz ki kim olursa olsun MHP liderini eleştirenlerin yanında durmayı kendinize iş ve görev ediniyor, onları gönüllü desteklemeye soyunuyorsunuz.
Konumları ve vasıfları ne olursa olsun MHP muarızlarını kendinize dost, MHP düşmanlarını yandaş ediniyorsunuz.
Türkiye’nin tartışılması gereken bunca sorunu varken, kendinizi usta gazeteci olarak vehmettiğiniz tümsek aynanın önünde söz taramak ve gerçekleri saptırmakla vakit kaybetmeyi yeğliyorsunuz.
Her fırsatta MHP’ye saldırıyor, aklınızca MHP liderinin açığını kolluyorsunuz.
Devlet Bahçeli husumetinin, sizde iflah olmaz ve tedavisi zor bir psikolojik hastalık hâline geldiği anlaşılıyor.
Biz sizin MHP karşıtlığıyla örülü ruh hâlinizi, iç dünyanızı hiç de iyi görmüyoruz Sayın Yılmaz.
Haddinizi, hududunuzu ve çapınızı aşarak MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’ye ayar verme cürretkârlığı, hiç hayra alamet değil.
İyisi mi siz bir psikiyatra görünün!
Rüyalarınızı karartan Ülkücü Hareket karabasanından, yüreğinizi sıkıştıran MHP gerçeğinden kurtulmanın çaresine bakın.