AKP Genel Başkanı, İzmir'deki açılış töreninde şöyle konuştu:
"Gayrimeşru Hafter'e karşı biz orada yönetici, kahraman askerlerimiz, Suriye milli ordusundan ekiplerimizle beraber oradayız. Birkaç tane şehidimiz var. Şunu da söyleyelim ki birkaç şehidin karşılığında 100'e yakın lejyonerlerden etkisiz hale getirdik. Şehitler tepesi boş kalmayacak."
Recep Tayyip Erdoğan'ın okuma - yazma ile başı hoş değil ama hiç olmazsa biraz Türkçe bilgisine ihtiyacı var gibi görünüyor.
İnsanlardan söz ederken "tane" sözcüğünü kullanmayız. Bu sözcük, mesela teker teker satın alabileceğimiz meyveler için kullanılabilir ama insanlar için asla.
Mesela avokado tane ile satılıyor, ondan bahsederken "iki tane avokado" diyebiliriz.
Ya da "birkaç tane zeytin yedim" de diyebiliriz. Tane ile satılmaz ama sayılırken "tane" kullanılabilir.
Türkçede, insanlardan böyle söz etmeyiz. "2 şehit" diyebiliriz ama "2 tane şehit, birkaç tane şehit" demeyiz.
Erdoğan, belki imam hatipte okuduğu için Türkçe derslerinde dalga geçmiş olabilir.
Ama burada bilgisizlikten daha çok "küçümseme, küçük göstermeye çalışma" çabası var.
"Birkaç tane şehit" deyince, küçük bir sorunmuş gibi duruyor. Hele hele buna karşın "etkisiz hale getirdiklerimizin" sayısı "100'e yakınsa"!
"Bay Kemal", şehitlerden söz ederken, böyle "birkaç tane" gibi küçümser bir ifade kullanmış olsaydı, başına kim bilir neler gelirdi?
Ama Erdoğan kullanınca bir sorun olmuyor.
Nitekim AKP medyası, İdlib'de verilen şehitleri mümkün olabilse hiç yazmayacak.
Ama şehitler de sonuç itibariyle insan oldukları için mecburen bir cenaze töreni gerekiyor.
Onun için haberlerin kıyısına köşesine, bunu mecburen koyuyorlar. Ama asla başlıklarda değil.
Şehit sayısı, haberin küçük bir ayrıntısı olarak sayfalarda yer bulabiliyor.
Hürriyet, bir adım ileri gidip İdlib'deki şehit haberini, "Dış Haberler" sayfasında vermişti dün. Her gazeteci bilir ki dış haberler sayfası daha az okunur.
Belli ki insanların dikkatinden kaçsın, en azından okuyucuların hepsi okumasın istenmiş.
Daha önce sizlere söylemiştim, demedi demezsiniz, Ahmet Hakan, damadın medya siyasi komiseri biraderinin pabucunu çok yakında dama atacak!
Libya'da şehit olan albay için cenaze töreni bile yapılmamış. Halkın bu şehitlerden haberdar olması istenmiyor belli ki.
Çünkü haberi olsa, önünde sonunda bu soruyu soracak: "Çocuklarımızın Libya'da, İdlib'de ölmeleri niye gerekiyor?" diye.
Ve farkındaysanız, şehitlerin intikamı hemen oracıkta, o saatte alınıyor, 50'şer, 100'er hem de.
Nasıl olsa karşı tarafa kadar geçip, gerçek sayıyı öğrenemeyeceğimizi düşünüyor olmalı.
Salla, sallayabildiğin kadar!
Ama sayı 50'nin altına düşmemeli ki milletin yüreği soğusun!
Bu tür propaganda numaralarıyla gerçekler ne kadar saklanabilir?
Çok işe yaramayacağını şimdiden söyleyebilirim.
Türkiye, Erdoğan'ın bastıramadığı egosu ve Müslüman Kardeşler aşkı nedeniyle, Libya ve Suriye'de kendisini hiç ilgilendirmeyen bir savaşa girmiş bulunuyor.
Şehitler Tepesi'ni, tıka basa doldurmadan önce Türkiye'yi nasıl bir kötü maceraya sürüklediğini fark eder diye ümit edelim.
Cumhurbaşkanı'nın eşi Emine Erdoğan, kadın il müftü yardımcıları ve baş vaizelere bir öğlen yemeği daveti verdi.
Emine Hanım, hepsi devlet memuru olan bu kişileri, hangi sıfat ile bir araya getirdi, bilemiyorum.
Belli ki "eş durumundan" kendisine vazife çıkarmış ve kadın müftü yardımcılarını ve baş vaizeleri bir masanın etrafında toplamış.
Emine Hanım bu yemekte bir de konuşma yapıp, devletin resmi ilahiyat görevlilerine İslam dinini de anlatmış.
Kabul edelim ki biraz tuhaf bir tablo olmuş: İslam dinini iyice öğrendikleri için Diyanet'te işe alınıp, herkese dini doğru öğretsinler diye görevlendirilenlere, dinin gereklerinin bir "amatör" tarafından anlatılması!
Emine Hanım, bu konuşmasında önemli ayrıntıların altını çizmiş. Mesela şöyle bir şey söylemiş:
"Bugün hayatımıza yeni bir tanım olarak giren, sürdürülebilir yaşam kriterleri, aslında İslam'ın özüdür. İsraftan kaçınmak, ölçülü yaşamak, yeme içmeden tutun doğal kaynakların kullanımına kadar İslam, bize sürdürülebilir bir yaşamın sınırlarını çizer."
Emine Hanım'ın konuşması ile ilgili haberleri okurken, "keşke eşini de yemeğe davet etseymiş" diye hayıflandım.
Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuda Emine Hanım'dan öğreneceği çok şey var, burası açık.
Bu konuşmadan etkilenip, sadece saray ve uçak masraflarını kısma olanağı bulsaydı ne kadar iyi olurdu.
Tabii kadın müftü yardımcıları için yararlı olmuştur mutlaka. Kim bilir, belki de gördüklerinde Diyanet İşleri Başkanı'na artık Mercedeslerle gezmemesini, israftan kaçınıp, ölçülü yaşamanın dinin bir gereği olduğunu Emine Hanım'dan öğrendiklerini bile söylerler.
Emine Hanım'ı destekliyorum.
Bu tür konuşmaları, mümkün olan her ortamda tekrarlamalı ki bu iktidarın bazı mensuplarına tebelleş olan gösteriş ve israf alışkanlıkları ile mücadele mümkün olabilsin.
Burhan Kuzu'nun, İranlı uyuşturucu kaçakçısı ve katil zanlısı Zindaşti'nin salıverilmesi için mahkemelere baskı yaptığı ile ilgili iddialar, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "inceleniyor"!
Hatırlarsınız, bu konuyla ilgili olarak HSK Müfettişlerince ifadeleri alınan yargıç ve savcılar, Burhan Kuzu'yu açıkça suçluyorlardı.
Bugün itibariyle bu incelemeler 10'uncu gününü doldurmuş bulunuyor.
Savcılıktan da bir ses çıkmış değil, Burhan Kuzu'nun ifadeye çağrıldığını bile duymadık.
Bu işin bu kadar uzamış olması elbette bir suçun örtbas edileceği anlamına gelmiyordur.
Sanırım "soruşturmanın derinleştirilmesi" bu ifadenin de gecikmesine neden oluyor.
MASAK'ın bir 'gizli para trafiği' soruşturması yürüttüğünü varsaymalıyız.
Ama bu durumda da Kuzu'nun serbestçe gezebiliyor olması, delillerin karartılması sonucunu yaratmasın?
Altına kaçıran ilkokul çocuklarını bile "delilleri karartmasınlar" diye tutuklu yargılamak isteyen Türk adaleti açısından olumlu bir gelişme bu!
Her neyse, ben savcı değilim, "kamuoyu adına" davaya müdahil sayılırım ama hakim hiç değilim.
Bu işi unutmayacağımızı hatırlatmak istedim. Hepsi bu!