Başlıktaki cümleyi tırnak içinde yazmamın nedeni, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’na ait olması.
Bu cümle, Fetullahçıların darbe girişiminden sonra savcılığın Genelkurmay Karargâhı ile ilgili olarak başlattığı soruşturma sonunda yazdığı iddianamede yer alıyor.
Savcılık, bu işlerin “FETÖ ile mücadelede milat” olarak kabul edilen 17 – 25 Aralık 2013 tarihinden sonra gerçekleştirildiğine de dikkat çekiyor.
“Örgütün istediği kanuni düzenlemeler” arasında iki tanesi var ki darbeye giden yolun kilometre taşı bile sayılabilir. Birincisinde terfiler bir yıl öne çekilerek, 4 yıllık albaylar ile 3 yıllık generallerin terfilerinin Yüksek Askeri Şûra’da görüşülmesinin yolu açılmış. İkincisinde ise 28 – 30 yılını tamamlayan albaylara 30 – 70 bin lira fazla ikramiye ödenerek emekli olmaları sağlanmış. Savcılık bunun neden yapıldığını iddianamesinde şöyle açıklıyor: “Örgüt, TSK komuta kademesini en kısa sürede ele geçirmek maksadıyla generalliğe terfi için albaylıkta bekleme süresini 4 yıla indirip, henüz sırası gelmeyen mensuplarını da terfi sırasına dâhil etmiştir.” Bunun neden yaptırıldığı yine iddianamede var.
1– Kendisine bağlı olmayan generalleri TSK dışına çıkarmak.
2– Kendisine bağlı subayların en az olduğu 1988 ve öncesindeki yıllarda mezun olan albayları topluca emekli etmek.
3– Kendisine bağlı albayları bir an önce general yaparak ordu üst kademesini ele geçirmek.
Nitekim, 2014’teki YAŞ’ta 10 albay bir yıl erken terfi ederek general olmuş ve hepsi de darbe girişimine katılmış. Bunlar arasında Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı basan Semih Terzi ile Marmaris baskınına katılan Gökhan Şahin Sönmezateş de bulunuyor. Kanun teklifleri, AKP milletvekilleri tarafından verilmiş, yine AKP milletvekillerinin çoğunluk oyuyla kabul edilmiş. Bu, Balyoz, Ergenekon ve casusluk davalarıyla TSK’ya karşı yargı eliyle kurulan kumpasın, bu kez TBMM’de siyasi otorite eliyle kurulduğunun bir kanıtı.
Ve İlker Başbuğ’a bu gerçeği dile getirdiği için aynı Cumhuriyet Başsavcılığı dava açıyor, 4 yıla kadar hapis cezası istiyor.
Bu kanun tekliflerini verip üzerine bir de kabul edilmesi için oy kullanan milletvekilleri “rencide oldular” diye Dursun Çiçek’in de 7 yıla kadar hapsini istiyor.
Üç iddianameyi yazan da aynı Cumhuriyet Başsavcılığı.
Savcılar da bizler kadar biliyor ki bu bir eleştiri ve eleştiriye özellikle siyasetçiler daha hoşgörülü olmalı.
Bununla ilgili AİHM, AYM ve Yargıtay içtihatlarını buraya yazsam, üç gün okursunuz, yine de bitmez.
Başbuğ ve Çiçek, sırf Recep Tayyip Erdoğan öyle istedi diye yargılanacaklar.
Çünkü Erdoğan, FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması fikrinden hiç hazzetmiyor.
AKP milletvekillerini de Başbuğ ve Çiçek hakkında suç duyurusunda bulunmaya yönelten bizzat kendisiydi.
O günlerde “Erdoğan için: 5 Adımda Siyasi Ayak Bulma Rehberi” başlıklı bir yazı yazmıştım, yayın tarihi: 6 Şubat 2020.
Okumadı tabii.
Kim bilir, belki savcılar bu vesileyle okumak isteyebilirler; bağlantıyı tıklamaları yeterli olacaktır.
Bank Asya’nın önünden geçenler bile devletten atılırken, FETÖ’nün siyasi ayağı elini kolunu sallayarak geziyor diye çok üzüldüklerini düşünmek isterim çünkü.
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir kez daha gençler ile buluştu.
Toplantıyı düzenleyenlerin işlerini şansa bırakmadıklarını biliyoruz.
Çünkü Erdoğan’ın bulunacağı her toplantıya kimlerin katılacağı önceden tespit ediliyor.
Mesela İTÜ mezuniyet töreninde konuşan Hüseyin Umutcan gibi gençlerin oraya yaklaştırılmadığını tahmin edebilirsiniz.
Erdoğan’ın kendisine gazeteci süsü verenlerle yaptığı toplantılarda alıştığı yöntem, mutlaka burada da uygulanmıştır: Kim, hangi soruyu soracak, önceden belirlenmiştir.
Yanıtlar da yazılıp, elektronik suflöre (prompter) yüklenmiştir ki Cumhurbaşkanı kendi sesinin büyüsüne kapılıp, olur olmaz şeyler söylemesin.
Erdoğan’ın gençlere neler söylediğini dikkatle okudum.
Şunu söyleyeyim ki bu açıklamalarla tavlayabileceği genç sayısı çok olmayacaktır.
Konuşmasında dikkatimi çeken bir bölüm var.
Ben de bu konuda Erdoğan gibi düşünüyorum.
Önce o bölümü dikkatinize sunuyorum:
“Bir diğer önemli husus yabancı dil eğitimine önem vermenizdir. Yabancı dil eğitimini önce iletişim, ardından da ilgi seviyenize göre akademik standartlarda çözmeden hayata başlarsanız kendinizi bir adım geride bulursunuz. Hatta artık bir yabancı dil dahi yeterli olmuyor. İkinci, üçüncü yabancı dil bilmek tercih sebebi haline geliyor. Yeni bir dil öğrenmek aynı zamanda yeni bir dünyayı, yeni bir kültürü, yeni bir hayat ve düşünce biçimini de öğrenmek demektir. Meseleye bu açıdan baktığınızda, yabancı dil öğrenmenin size, okuldaki ihtiyaçların çok ötesinde bir katkı sağlayacağını göreceksiniz.”
Aklı başındaki herkesin onaylayacağı sözler bunlar.
Ancak Cumhurbaşkanı bu konuda “tavsiyede bulunacak pozisyonda” değil.
Onun pozisyonu, önerdiği bu durumu, hayata geçirme, gereklerini yerine getirme pozisyonu.
İlkokullarda haftada 2, ortaokul ve liselerde haftada 4 saatlik yabancı dil eğitimiyle çocuklara dil öğretilemeyeceğini kendisinden de biliyor olmalı.
Bırakın bir yabancı dili, Türkçeyi bile doğru öğretemeyen bir eğitim sistemine sahibiz.
Ve Erdoğan, 20 yıllık iktidarında bunu düzeltmek için hiçbir adım atmadı.
Haksızlık etmeyelim, eğitimin fiziki şartlarında bazı düzelmeler oldu. Derslik sayısı konusunda da bir sıkıntımız yok.
Ancak öğretmen eğitiminde sıkıntı büyük.
İngilizce öğretmenleri alan bilgisi sınavlarında 50 soruda 20 doğru yanıtı geçebilenlerin sayısı bir elin parmakları kadar.
Dil bilmeyen öğretmen, nasıl öğretecek?
20 yılda 8 Milli Eğitim Bakanı görev yaptı ama okullarımızda çocuklarımıza ne matematik, ne fen bilgisi, ne Türkçe ne de yabancı dil öğretilebiliyor.
Tek dertleri imam hatiplerin sayısını arttırmak.
Ancak o okullardaki eğitimin kalitesi de umurlarında değil.
Kendi çocuklarını seçkin okullarda eğitiyorlar ya bu onlara yetiyor.
Başkasının çocuklarının ne öğrendiğiyle ilgilenmiyorlar bile.
Memleketin iyi eğitim veren okullara ulaşma olanağı olmayan yoksul çocuklarına da böyle tavsiyelerde bulunuyorlar: Aman iyi bir dil öğrenin, bir lisan, bir insan cart curt!