AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla "örtülü ödenek" harcama hakkına da sahip.
Bu ödenek geçmişten beri var.
Nereye ve neden harcandığını kimsenin bilmediği bu ödeneğin Başbakanlara ve sistem değişikliğinden sonra da Cumhurbaşkanlarına verilmesinin nedeni, milli menfaatlerin gerektirdiği harcamaların karşılanması.
Turgut Özal’ın, Naim Süleymanoğlu meselesini bu ödenekten kullandığı parayla çözdüğünü biliyoruz mesela.
Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Öztorun’un sesini taklit eden Selçuk Parsadan tarafından dolandırıldığında da para, örtülü ödenekten çıkmıştı.
Hatırlıyor musunuz bilmem, başkanlık sistemine geçmeden önce, Başbakanlara ait bu yetki, bir özel kanun ile Cumhurbaşkanı’na da verilmişti.
Yani diyeceğim şu ki Erdoğan’ın en sevdiği ödenek, belli ki bu örtülü ödenek!
Erdoğan’ın, 2019 yılı Aralık ayında 245 milyon 992 bin lira örtülü ödenek harcaması yaptığını, Çiğdem Toker, Sözcü’deki köşesinde yazdı.
Asgari ücretli 105 bin vatandaşımızın aylık ücretleri de bu kadar tutuyor.
Erdoğan, Başbakanlığa geldiği 2003 yılı ile 2019 yılı arasında toplam 16 trilyon 518 milyar 500 milyon lira tutarında örtülü ödenek harcaması yapmış.
Cari kurlarla topladığınızda 7 milyar dolar ediyor!
Tank Fabrikası’na yatırmak için 50 milyon lira bulamayıp, Katarlıları ortak eden ülkenin Cumhurbaşkanı’nın örtülü ödenekten "milli çıkarlar için" harcadığı para 7 milyar dolar!
96 yıllık Cumhuriyet tarihinin sadece 16 yılında örtülü ödenek kullanabilen Recep Tayyip Erdoğan, geri kalan 80 yılda yapılan örtülü ödenek harcamalarını kat be kat aşan bir başarıya imza atmış bulunuyor.
Ve bu para "milli çıkarlar için" harcanıyor ama nedense çılgın bir beka sorunu yaşamaya da devam ediyoruz.
Bu dönemde böyle bir şeyin yapılamayacağı açık ama örtülü ödenek harcamalarının, bir TBMM komisyonu tarafından gizli oturumda incelenip, denetlenmesinin de vakti gelmiş gibi görünüyor.
Örtülü ödenek harcamasının orta büyüklükte bir bakanlık bütçesine ulaşması, bunu zorunlu kılıyor.
İngiltere Kralı John, ülkesinde her ne isim altında olursa olsun vergi konulmasını halkın rızası şartına (Common Council onayına) bağladığında Milattan Sonra 1215 yılıydı. "Bütün Anayasaların atası", Magna Carta ilan edilmişti.
O gün bugündür, medeni ülkelerde halkın ödeyeceği verginin ne olacağına, bu toplanan verginin nereye, nasıl harcanacağına parlamentolar karar verir.
Buna "bütçe hakkı" deniliyor.
Bir vakitler Türkiye’de de bu ciddi bir işti.
Benim gazeteciliğe başladığım yıllarda bütçe görüşmeleri, komisyonlarda tartışılmasından Genel Kurul’da oylanmasına kadar Türkiye’nin en ciddi meselesiydi.
1965’te İsmet İnönü ve 1970’te de Süleyman Demirel hükümetleri, bütçeleri reddedildiği için istifa etmek zorunda kalmıştı.
Bütçe hakkının varlığı, bir demokrasi için olmaz ise olmaz konulardan biridir. Serbest seçim kadar önemli bir konu!
Günümüzde demokrasi ile alakası olmayan birçok rejimde de göstermelik bir bütçe hakkının olması kimseyi yanıltmamalı.
Bu hakkın gerçekten kullanılıp, uygulanmasının ciddiyetle takibi sadece demokrasilere özgüdür.
Nitekim Türkiye’de de bütçe yapma hakkı TBMM’ye aittir.
TBMM bütçeyi yapar. Vergi salmak TBMM yetkisindedir, toplanan vergilerin nereye harcandığını sormak, bütçe dışına çıkılıp çıkılmadığını denetlemek de TBMM’nin görevidir.
Tabii kağıt üzerinde!
Erdoğan rejimi, şunca yıllık parlamenter geleneklerimizi nasıl ezip, un ufak ettiyse, bunu da aşındırdı, kullanılmaz hale getirmeyi başardı.
TBMM, yürütmenin akçalı işlerini denetleme açısından bir figüran kadar bile işlevi olmayan bir kuruma dönüştü.
Tek adam rejimine geçirildiğinden beri de bütçe hakkı ciddi bir darbe aldı.
TBMM bütçeyi kabul etmese bile, Cumhurbaşkanı, önceki yıl bütçesini enflasyon kadar arttırarak keyfine bakabilir.
Erdoğan rejimi, adını Varlık Fonu koyduğu bir oluşuma, kamuya ait bütün önemli iktisadi kuruluşları devretti.
Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa’ya göre yürütmenin başı olarak Varlık Fonu’nun iş planlarını onaylamak ve denetlemekle görevli ama işin ilginç tarafı da şu ki Varlık Fonu’nu yöneticisi olarak da kendisini tayin etti.
Yani kendi kendisini denetlemek durumunda!
Yani bu denetimden hayır gelmez, burası açık.
Geriye kalıyor bu fonun TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılacak denetimi.
Varlık Fonu’nun 2018 yılına ilişkin denetim raporları hâlâ TBMM’ye iletilmemiş durumda.
Yani, bizlerin vergileriyle oluşturulan, görev zararları bizlerin ödediği vergilerle kapatılan kurumların devredildiği bu çatı kurumda ne olup, bitiyor TBMM’nin haberi yok.
2019 yılında, Varlık Fonu’nun dara düşmüş bazı iktidar yanlısı müteahhitleri kurtarmak amacıyla kullanıldığını da hatırlayalım.
Demek ki 2019 raporlarını hiç görmeyeceğiz. Görmeyeceğiz ki müteahhitlere bizlerin cebinden dağıtılan "avantadan" haberimiz olmasın.
Bir demokraside, hesap verilmeyen böyle alanlar yaratılamaz.
Eğer hesap verilmeyen, hesap sorulamayan böyle gölgede kalmış harcama yerleri varsa, orada zaten demokrasiden de söz edemeyiz.
İktidar partisinin önde gelenleri, başta Cumhurbaşkanı, Erdoğan rejiminin niteliklerinin demokrasiyle hiç bağdaşmadığının söylenmesinden hazzetmiyorlar.
Ama gerçek bu. Bu rejim, bir demokratik rejim değil.
Henüz diktatörlük diyebileceğimiz bir uca da savrulmuş değil ama gidiş iyi değil, ben söylemiş olayım.
AKP Milletvekili Binali Yıldırım’a çocuklarının nasıl olup da dev bir deniz filosuna sahip olabildiklerini sormuştum.
Binali Yıldırım’ın siyasetteki yükselişine paralel gerçekleşen bu gelişme, normal her demokraside dikkat çeker ve halkın bunun nasıl gerçekleştirildiğini öğrenme hakkı vardır.
İş idaresi okullarında örnek olay olarak anlatılabilecek bu başarının nasıl gerçekleştiğini öğrenmek, memleketin girişimci ruhlu gençlerinin de önünü açacak bir sonuç yaratır.
Binali Bey, bu soruya ısrarla yanıt vermiyor.
O yanıt vermemekte ısrar ettikçe, ben de sormakta ısrar edeceğim.
Bir küçük not olarak bu durumu kendisine ileteyim istedim.