Adana’da geçen hafta yapılacağı ilan edilen Kebap ve Şalgam Festivali iptal edildi. Valiliğin iptal kararını açıkladığı duyurusunda şöyle deniliyor: “Festival, kamu düzeni ve güvenliği ile kişilerin can ve mal güvenliği nedeniyle iptal edilmiştir.” Bu festival daha önce Rakı Festivali ve Dünya Rakı Günü isimleriyle de biliniyordu. Sonradan adı bazı “hassas” vatandaşları rahatlatmak için “Kebap ve Şalgam Festivali” olarak değiştirilmişti. Şimdi de “güvenlik” gerekçesiyle yasaklanmış bulunuyor. Biliyorsunuz, siyasal İslamcılar iktidara geldiklerinden beri insanların hayat tarzına asla karışmadıklarını ileri sürüyorlar ama kendilerine benzemeyen her şeyden de rahatsız olan “hassas bir bünyeleri” var. “Valilik” adı verilen kurumun görevlerinden biri vatandaşların huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlamak. Bunu sağlamak için emrinde polis ve jandarma gücü de var. Gerekli gördüğünde orduyu bile yardıma çağırma yetkisine sahip. Ama üç – beş bin kişinin, belirli bir bölgede iki gün bir araya gelip, kebap yiyerek, rakı içmelerini ve bir Adana geleneğini yaşatmalarını sağlamaya gücü de yetmiyor. Kamu düzenini sağlamaktan aciz, can ve mal güvenliğini koruyabilecek güce ve ehliyete sahip değil. Ve “turizm ülkesinde”, bir eğlence festivali için güvenliği sağlayamayacağını resmi bildiri ile ilan ediyor. Böyle aciz bir Vali, normal olarak görevden çoktan alınmış olmalıydı ama görevinin başında. Çünkü biliyoruz ki mesele güvenliği sağlamakta aciz olması değil. İnsanların yaşam biçimlerine karışmak konusunda sonsuz bir istek duyuyorlar. Bunu açıkça söyleyemiyorlar ama onlar gibi yaşamak istemeyenlerin karşısına yasaklarla çıkıyorlar. Amaçlarına ulaşmak için yalan söylemek onlar için hiç sorun değil. Onun için “güvenlik sorunu” diyorlar. Sorun kafalarının içinde kıpraşıp duran örümceklerde, onu saklamaya çalışıyorlar.
***
Melih Gökçek, gecenin her hangi bir saatinde sokaklarda dolaşmak isteyen, etek de giymiş kadınlara tecavüz edilebileceğini düşünüyor. Şu ya da bu gerekçeyle bir kadına tecavüz edilmesini makul görmenin ne tür bir cinsel soruna işaret ettiğini bilmiyorum. Psikoloji biliminde bunun bir açıklaması mutlaka vardır ama ben bilmiyorum. Memleketin başkentinde belediye başkanlığı bile yapmış koskoca adam, böyle düşünmekten utanmadığı gibi genç bir kadınla bu seviyesizlikte bir üslupla çene yarıştırmaya da kalkıyor. Ne tür bir travmaya maruz kaldı da böyle düşünüyor, onu da bilemiyorum. Bunu sırf orijinallik olsun diye yapıyorsa, o da ayrı bir mesele. Karşılığı mutlaka Freud’da filan vardır. Dün Gökçer Tahincioğlu’nun T24’teki haberi bir Yargıtay kararı ile ilgiliydi. Yargıtay, Melih Gökçek kafasında olan bir tecavüzcünün savunmasını kabul etmemiş ve hakkında verilen 34 yıl 8 aylık hapis cezasını onaylamış. Melih Gökçek için kötü bir haber bu. Aklından geçenleri, aklında tutmaya devam etmesini öneririm. Ya da en iyisi geceleri sokağa filan çıkmasın, herkes için daha iyi.
***
İstanbul’da yaşayanlar 2017 yılında 59 saatlerini trafikte, araçların içinde geçirmişler. Dünya genelinde trafik yoğunluğuna sahip kentleri araştıran INRIX isimli kuruluşun hazırladığı son listeye göre İstanbul, Avrupa’da en kötü trafiğe sahip dördüncü kent. Birinci sırada Moskova var. Onu Londra ve Paris izliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “AKP Belediyeciliğini” öve öve bitiremiyor ama 1994’ten beri AKP’li belediyelerin yönettiği İstanbul’un hali de ortada. Trafik berbat, kent bir beton yığınına dönüştü. Ki bu “betonlaşma” tespiti de bana ait değil, bizzat kendisi söylemişti. Oysa İstanbul iyi yönetiliyor olsaydı, en azından kentteki trafik bu noktaya gelmezdi. Yeni yolların yapılması, toplu ulaşımın geliştirilmesi, su yollarının daha etkin kullanımı gibi ciddi mali kaynaklar gerektiren yatırımlardan söz etmiyorum. Bunlar elbette yapılmalı, yapılıyor da. Dikkatinizi çekmek istediğim konu, İstanbul’da vatandaşların nasıl yaşamakta olduklarını umursamayan, bunu kendilerine dert etmeyen yöneticilerin sorumluluğu. Eğer böyle bir yöneticimiz olsaydı, trafikte geçirdiğimiz süre bugünkünün rahatlıkla dörtte biri kadar daha az olurdu. Çünkü yine biliyoruz ki İstanbul’da trafik sorununu yaratan en önemli faktör “insan” faktörü. Kadir Topbaş’ın zamanında yaptırdığı bir araştırmaya göre İstanbul’da sadece trafik kurallarına uyulması halinde bile trafik yoğunluğunun yüzde 25 oranında azalacağı tespit edilmişti. Trafikteki yoğunluğu arttıran “insan faktörünü” düzeltmenin bir tek yolu var. Sıkı denetim ve etkili ceza. Geçemeyeceği kavşağı tıkayan, dönüş şeritlerinin yanında ikinci hatta bazen üçüncü şeridi oluşturan, dörtlü lambalarını yaktığı zaman trafik ile ilgili sorununu halledebileceğini zanneden insanların kentinde denetim ve ceza yok. İstanbul’da trafik denetimi demek, vatandaşa tuzak kurmak demek. Vatandaş kurulan tuzağa düşecek, onlar da ceza yazacaklar, trafik yönetiminden anladıkları bu. Akşamüstleri, ana arterlerin en az iki şeridini bloke eden servis araçları da bir başka problem. Ve bütün bunlar olup biterken trafiği yönetecek olanlar sokakta yok. Neden? Çünkü İstanbul iyi yönetilmiyor. Çünkü İstanbul’u neredeyse çeyrek yüzyıldır yönetenler, vatandaşların günlük hayatlarındaki sıkıntılar ile ilgilenmiyorlar. Evet ciddi metro yatırımları yapıldı, önemli yollar açıldı, bunları inkâr etmek ve “Hiçbir şey yapmadılar” demek haksızlık. Ama sadece etkin kontrol ile çözülebilecek sorunlar da öylece ortada duruyor.