Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Azimli, "Siyeri Farklı Okumak" isimli bir kitap yazmış. 2008 yılında!
"Siyer", Hazreti Muhammed'in hayatının anlatıldığı kitapların ortak adı.
Prof. Azimli, bu kitaba yazdığı önsözde Hz. Muhammed'in hayatının "örneklik zemininden örnek alınamayacak bir noktaya taşındığına" dikkat çeken görüşlere yer vermiş.
Bu görüşler, belli bir dindar çevrede tepkiyle karşılanınca da kitabın 2011'den itibaren yapılan baskılarında, önsözdeki o bölümleri çıkarmış.
Ancak memleket trollerinin böyle şeyler umurunda değil.
Birileri sosyal medyada, 2008 yılında yapılan baskıdaki sözleri gerekçe göstererek Prof. Azimli'ye ciddi tehditler içeren bir linç kampanyası başlatmış.
Hiçbir şey bilmeden şunu söyleyeyim ki ben savcı olsam, aradan bunca yıl geçtikten sonra bu konuyu gündeme getirenler ile Samsun'daki Atatürk anıtına saldıranlar arasında bir bağlantı olup olmadığına bakardım.
Birbirinin zıttı gibi görünse de aslında birbirine benzer hassasiyetleri kaşımak ve bundan bir gerilim ve mümkünse toplumsal bir çatışma çıkarmak isteyen birileri mi var diye araştırırdım.
Unutmayalım ki paranoyak olmanız, takip edilmediğiniz anlamına gelmez.
Bildiğimiz kadarıyla Emniyet'in bir "siber devriyesi" var.
Bunlar, mesela Erdoğan'a "geçmiş olsun" demek yerine "oh olsun" diyenleri şıp diye buldular.
Sosyal medyada dini hassasiyetleri kaşıyarak linç eylemini başlatanları bulmaları da çok sürmemeli.
Bulamıyorlarsa, bilin ki bulmak istemedikleri içindir, beceriksiz oldukları için değil.
Rejimin, AKP'den kaçan ancak henüz bir yere yönelmemiş muhafazakâr oyları geri çevirmek, kaçmaya meyyal olanları durdurmak için böyle bir gerilimden yararlanmak istediğini aklı başında herkes görüyor.
Uyanık olmak tam da bunun için gerekiyor.
Öte yandan olayın bir de üniversite açısından utanç verici boyutu var.
Bu sosyal medya linçi üzerine, Prof. Dr. Azimli'nin görevli olduğu Hitit Üniversitesi Rektörlüğü soruşturma başlatmış.
Üniversiteden yapılan açıklamada şöyle deniliyor:
"Üniversite yönetimi olarak, Hz. Peygamber Efendimiz ile ilgili kastı aşan hiçbir yakışıksız ifadeyi uygun görmemekte ve süreci yakından takip etmekteyiz."
Üniversite yönetiminde bulunanlar elbette tek tek bireyler olarak istedikleri inanca sahip olabilirler.
Bu inanç özgürlüğünün gereğidir. Kimisi Müslüman olur, kimisi başka dinden ya da dinsiz.
Bu onların kişisel hayatlarıdır.
İş bu inançları "kurumsal alana" taşımaya gelince, o vakit oraya üniversite denmez.
Bizdeki medreselerde bilim bu yüzden gelişmedi.
Üniversiteler bilimin özgürce yaşandığı ve yapıldığı yerler olabilir ki bu da zaten tanımı gereği "inançların" işin içine karıştırılmadığı yer anlamına gelir.
Eğer üniversite laik bir kurum olarak ortaya çıkmamış olsaydı, bugün dünyanın dönmediğine inanıyor olurduk. Allah rahmet eylesin, Galileo'ya bu yüzden az çektirmedik!"
Atom çekirdeğinin parçalanamayacağına inanır, bugünkü yaşantımızı borçlu olduğumuz bilimsel gelişmelerin çoğunluğunu göremezdik bile.
Çünkü din adamları, inanca aykırı buldukları konuların araştırılmasını yasaklarlar, konuşulmasına bile izin vermezlerdi.
Batı'da bilimin gelişmesini sağlayan şey de bu nedenle kısaca "aydınlanma" dediğimiz süreçtir ve "lambaların yakılması" anlamına gelmiyor yani!
Bu süreç, dinin, bilime gölge etmekten vazgeçirilmesi sürecidir.
"Batı'nın bilim ve sanatı" işte bu sürecin bir ürünüdür.
Müslüman ülkelerin "Batı'nın bilim ve sanatına" muhtaç olmalarının nedeni de dinin, ait olması gereken esas yerde tutulamamasıdır.
Bir üniversite yönetimi, kendi dini inancını gerekçe olarak gösterip, bilim insanları hakkında soruşturma başlatıyorsa, ilk iş oranın adını değiştirmektir.
Mesela, "Hitit Medresesi" demek daha uygun olurdu.
Üniversiteleri evrensel bilginin üretildiği ve öğrenildiği yerler olmaktan çıkarıp, birer yüksek liseye dönüştüren de işte bu zihniyettir.
Yasakçılığın hangi ideolojik çerçeve içinde geliştiğinin hiç önemi yok. Teokratik, faşist, komünist, özgür düşünceyi üniversiteden uzaklaştıran her türlü görüş, o kurumları üniversite olmaktan çıkarır.
Ve daha da acısı üniversite yönetiminin, soruşturma açtığı kitaptaki ifadelerin sonraki baskılardan çıkarıldığının bile farkında olmaması sanırım.
Belli ki kitap okumakla da başları hoş değil.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ndan sonra DEVA Genel Başkanı Ali Babacan da açıkladı ki "Recep Tayyip Erdoğan'ı siyaseten sandıkta yenmek gerekiyor".
Erdoğan'ın üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmek için seçime giremeyeceğini düşünen Anayasa hukukçularının sayısı hiç az değil.
Hatta belki de şöyle söylemek lazım: Varlığını AKP'ye ve Erdoğan'a borçlu olmayan hemen her Anayasa hukukçusu bu kanaatte.
Üçüncü kez seçime girebilmesi Anayasa'ya göre ancak TBMM'nin erken seçim kararı almasıyla mümkün.
Muhalefet partileri de bu kanıda ancak yine de Erdoğan'ın seçime girmesinin ve seçimde yenilerek gönderilmesinin siyaseten daha doğru olduğunu düşünüyorlar.
Zaten bu tartışmayı, bugün gündeme getiren de muhalefet değil, MHP'nin başını çektiği iktidar koalisyonu.
Belli ki AKP ve MHP, seçim yaklaşırken bu tartışmayı kızıştırmak ve bundan bir mağduriyet icat etmek istiyor. Muhalefet de buna izin vermeyecek, öyle anlaşılıyor.
Zaten, bu konuda bir Anayasa tartışması başlatmanın çok anlamlı olmadığı açık.
Erdoğan'ın adaylığına itiraz edilse bile bu zaten sonuç vermeyecek bir hareket.
Erdoğan'ın itinayla seçtiği YSK'nın itirazı reddedeceği, YSK kararlarının da kesin ve değiştirilemez olduğu ortadaki bir gerçek iken bu tartışmayı sürdürmek anlamsız görünüyor.
Unutmayalım ki Erdoğan öyle istedi diye aynı zarftan çıkan dört oydan üçünü geçerli, birini geçersiz sayan bir YSK var.
Sızan bilgiler doğruysa iktidar koalisyonu Seçim Kanunu'nda, il seçim kurulu başkanlarını da istedikleri gibi seçmeye olanak verecek değişiklikler yapmayı planlıyor.
Yarım yüzyıldır, ildeki en kıdemli hâkim, il seçim kurulu başkanı oluyordu.
Şimdi iktidar bunu neden değiştirmek istiyor olabilir?
O zaman muhalefete dönüp şunu sormak gerek: Evet Erdoğan'ı siyaseten seçimde yenmek lazım. Peki, bu YSK'nın yöneteceği seçimin dürüst ve adil bir şekilde gerçekleşeceğinden nasıl emin olabiliyoruz?
Muhalefet partileri nasıl emin olabiliyorlar bilmiyorum ama ben kendi adıma o kadar da emin değilim.