Boğaziçi Üniversitesi'nde önceki gün yaşananlar, rejimin "hır çıkarmak peşinde olduğunu" açıkça gösteren bir örnek oldu.
Polisin, yolda sakince yürümekte olan öğrencilere karşı tutumu bunun kanıtı.
Olay anında çekilen videolarda açıkça görülüyor: Polis kılığındaki provokatör, durduk yerde öğrencilere "dalıyor"!
Öğrencilerin bu tabloda yapacağı şey kaçışmaktan ibaret zaten. Onlar da öyle yapıyorlar, bu kez yolları kesiliyor.
Kadın – erkek ayırımı yapılmadan öğrenciler karga tulumba götürülüyor.
Çatılara da elleri tüfekli keskin nişancılar yerleştirilmiş.
Bekliyorlar ki çatışma çıksın, çocukları serbest atışla öldürebilsinler diye sanırım.
İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü, keskin nişancıların orada ne işleri olduğunu açıklarlar mı?
Nasıl bir olay bekliyorlardı ki böyle bir tedbiri uygulamaya koydular?
Rejimin bekçileri de dahil herkes biliyordu ki orada böyle tedbirleri gerektirecek bir olay yaşanması ihtimali sıfırın bile altındaydı.
Günlerdir protestolar sürüyor, herhangi bir vatandaşın başına bir şey mi geldi?
Artık şunu kesin olarak söyleyebilirim: Ya Emniyet'te yuvalanmış, tıpkı Gezi'deki Fethullahçı polisler gibi bir çete, bu işi çomaklıyor. Ya da yukarıdan bir talimat gelmiş, "olay çıkarın" emri verilmiş!
Recep Tayyip Erdoğan'a hatırlatmak isterim ki bu yol, doğru bir yol değil.
Süleyman Soylu denilen adamını gözünün önünden ayırmasın. Sonra "beni kandırdı" demekle bu işler bitmiyor, geçmişi unutmasın.
Böyle provokasyonlardan, her şeyden önce ülkenin meşru yöneticilerinin rahatsız olması gerekir.
"Selanik'te Atatürk'ün evini bombaladılar" provokasyonundan bugüne kadar Türkiye, bu tür provokasyonları çok gördü.
Artık ezberledik: Atatürk büstü kır, olmadı bayrağı yere at, daha olmadı dini hassasiyetleri gıdıkla.
Baktın yine olmuyor, bu kez "kutsalımıza uzanan elleri kırarız" kışkırtmasıyla dindar gençleri, sokağa sal.
Sokaktaki her tür siyasi gösteriye kuşkuyla ve polis copuyla yaklaşan iktidarın, İstanbul Üniversitesi'nin önünde toplanan gençleri teşvik etmesi ne anlama geliyor?
Bir yalanın üzerinden akranlarının karşısına çıkartılmak istenen gençler kendilerine şunu sorsunlar: Onları oraya sürükleyen tipleri gerçekten tanıyorlar mı?
Bütün bunlar rejimin başından onaylı bir provokasyon ise oyun giderek daha tehlikeli bir hâl alıyor demektir.
Böyle kavgaların kazananın olmayacağını, bu ülkede yaşayan herkesin kaybedeceğini, iktidar hırsıyla kararmış gözlere nasıl gösterebiliriz acaba?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, durduk yerde yeni bir Anayasa ihtiyacından söz edince, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül çok heyecanlanmış.
Niye acaba?
Heyecanlanacak ne var?
Bir şey olduğu yok aslına bakarsanız. Erdoğan, vesayet Anayasasından sıkılmış ama hatırladığım kadarıyla başkanlık sistemine geçtiğimizde bu vesayet işleri tamamen bitecekti.
Demek ki o günlerde Erdoğan bizi kandırmış, vesayet bitecek diye!
Aslına bakarsanız kendisini de kandırmıştı.
Daha doğrusu Devlet Bahçeli'nin kendisine kurduğu tuzağa, ilerisini düşünmeden balıklama atlamıştı.
Şimdi görüyor ki hata yapmış, artık bırakın yeniden seçilmeyi, siyasi hayatta ayakta kalmak ve Allah korusun günün birinde Yüce Divanlık olmamak için bile Devlet Bahçeli'ye ihtiyacı var.
Bu haliyle ruh durumunda bir kaşıntı yaratmış olmalı.
Erdoğan karakterindeki bir politikacının tahammül edemeyeceği bir durum bu.
Düşünün, arabaları çakarlı mafya şefleri adliye ziyaretine bile gidiyorlar.
Benim tanıdığım eski Recep Tayyip Erdoğan, buna sinir olurdu. Eminim ki yine oluyor ama sesini çıkaramıyor.
Bu kaçınılmaz olarak siyasi gaz sıkışmasına neden olur.
Erdoğan, bu Anayasa tartışmasını açtıysa emin olun ki artık Devlet Bahçeli'den kurtulmak istiyor.
Tabii inkar edecekler, kabul etmeyecekler.
İşte buraya yazıyorum: Erdoğan, yeniden seçilebileceği bir ışığı Bay Kemal ile anlaşmakta görürse, Anayasa da değişir, ittifaklar da değişir, Süleyman Soylu da değişir.
Bir ihtimal de Reis'in 2 maddelik bir Anayasa özlemi içinde olmasıdır.
Madde 1 – Erdoğan yaptıklarında haklıdır.
Madde 2 – Erdoğan'ın haksız olduğu durumlarda 1. Madde uygulanır.
İlginç şeyler oluyor, iktidarın yarattığı gürültü patırtı arasında bunların çoğundan haberimiz de olmuyor; doğru dürüst tartışma olanağımız da olmuyor.
29 Ocak 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararı, Türkiye'nin yenilenebilir enerji kaynaklarına verdiği teşvikten vazgeçtiğini ilan ediyordu.
Güneş, jeotermal ve rüzgardan yararlanılan bu kaynaklara teşvik, artık TL olarak verilecek.
Hesabını eski sistemle döviz üzerinden yapan, ona göre kredi bulan işletmeler bu durumu nasıl idare edecekler bilmiyorum.
Zaten bu özel olarak benim sorunum da değil, böyle bir işletmem yok.
Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarına teşvik neredeyse yok seviyesine indirilirken ithal kömür ve ithal doğal gaz ile çalışan santrallere verilen teşvikler aynı kalınca dikkatimi çekti.
Acaba, yukarılarda birileri yatırımını önceden buna göre mi planladı diye!
Bu kararın mürekkebi kurumamıştı ki elektrikli otomobillerin ÖTV'si üçle çarpıldı!
Aslına bakarsanız elektrikli otomobillerin ÖTV'sini şeytan çarptı desem belki de daha doğru olurdu.
Bütün dünya elektrikli otomobilleri teşvik ederken, büyük otomobil üreticileri 15 – 20 yıl sonrası için benzin ve dizel motorlu üretimden vazgeçeceklerini açıklarken, bu karar çok ilginç geldi bana.
İthal petrol lobisi bir dümenler çevirmiş gibi görünüyor ama o dümenin çevrilmesine kim, hangi çıkarı elde ederek çanak tuttu, bilemiyorum tabii.